Askerî Devrim
Askerî Devrim, Avrupa ordularında Erken Modern Dönem'de gözlemlenen köklü değişiklikleri ifade eder. Kavram, Michael Roberts tarafından 1955 yılının ocak ayında Belfast Queen's University'deki bir konferansın açılış konuşmasında ortaya sürdüğü teze dayanmaktadır. Gerçekte Askeri Devrim kavramını ilk ortaya atan Roberts değildi. İngiliz Ortaçağ savaş tarihçisi Charles Orman, 1924 yılındaki bir çalışmasında "16. yüzyıl askeri devrimi"nden sözetmiştir. Ancak, Askeri Devrim'in isim babası Roberts olarak kabul edilir.
Erken Modern Dönemde Avrupa savaşlarında gözlemlenen dönüşümleri Roberts ve izleyen tarihçiler, belirli kategorilede ele almaktadırlar. Bu dönüşümler, istihkam mimarisindeki gelişmeler, orduların bünyesinde gerçekleştirilen değişimler ve uygulanan taktik ve stratejilerdeki gelişmeler olarak ele alınmaktadır. Orduların yapısındaki dönüşümler, bir yönüyle de ateşli silahların kullanımının yaygınlaşmasıyla, diğer bir yönüyle de orduların mevcutlarındaki artışlarla ilintilidir.
Ancak, Roberts ve onu izleyen Batılı siyasi ve askeri tarihçilerin kullanageldiği "Askeri Devrim", Avrupa askeri devrimi olarak anlaşılmalıdır. Gerçekte çok önceki tarihlerde başka toplumlarda benzer gelişmeler yaşanmıştı. Örneğin Çin'de, orduların mevcutlarındaki görülmemiş artış, askeri taktik ve stratejilerdeki çeşitlenme ve giderek ateşli silahların hem kara unsurlarında hem de deniz unsurlarında kullanılması, M.Ö. 6 yüzyılda başlayan gelişmelerdi. Bu bağlamda Batılı tarihçilerin Askeri Devrimi, yaklaşık ikibin yıl öncesinde Uzakdoğu'da yaşanagelmekteydi.
İstihkâm
Avrupa'da da topların bir kuşatma silahı olarak kullanımının 15. Yüzyılda yaygınlaşması, istihkam mimarisinde kökten değişimleri tetiklemiştir. O döneme kadarki kare ya da dikdörtgen tarzı istihkâmlar (kaleler), dairesel istihkam mimarisi (hisarlar), yeni kuşatma topları karşısında yetersiz kalmaktadır. Silindirik kulelerle desteklenen dikey, yüksek ve kalın surlar, büyük çaplı toplarla ele geçirilmeye başlandı. Fatih Sultan Mehmet'in 1453 tarihinde gerçekleştirdiği Konstantinopolis kuşatmasında kullandığı devasa kuşatma topları son derece etkiliydi ve Konstantinepolis, İstanbul olmuştu. Her ne kadar piyade taarruzları bu kuşatmada sonucu belirleyen savaş tarzı olmuşsa da, büyük kuşatma toplarının etkinliği de denenmiş ve kanıtlanmış oldu. Fatih'in deneyimi ve Avrupa'da o tarihe kadar kullanılan bu kuşatma teknikleri, geleneksel istihkam mimarisinin yeni kuşatma silahları karşısında erimeye mahkûm olduğunu göstermiştir.
Büyük çaplı ağır toplar bu tahkimatlara karşı etkili oluyordu, ancak nakledilmeleri fazlasıyla zordu. Çoğu kez ancak su yolları üzerinden nakledilmeleri olanaklıydı. Sonuçta görece küçük çaplı, fakat hareketli çok sayıda top kullanma yoluna gidildi. Örneğin Fransa Krallığı 15. Yüzyılda Kıta Avrupası'ndaki İngiliz kalelerine karşı başarılı kuşatmalar yaptılar.[1]
Osmanlı deneyimi, gerek Osmanlı ilerlemesine, gerekse de Avrupalı güçler arasındaki çatışmalarda, geleneksel istihkamın hiçbir güvence sağlayamadığını ortaya çıkardı. Yeni kuşatma silahlarına karşı dayanıklı istihkâm mimarisi arayışı, en başta Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, Avusturya Habsburg hanedanı tarafında acilen araştırılmaya başlandı.
Ancak yeni tarz istihkam mimarisi arayışı sadece Osmanlı ilerlemesine karşı bir önlem alma arayışı olarak görülemez. Avrupa içinde de savaşlar olmakta ve artarak süregelmektedir. Örneğin Avrupa'da 16. yüzyılda en uzun barış dönemi on yıl, 17. yüzyılda dört yıl ve 18. yüzyılda ise onaltı yıldır. Avrupalı askeri karar üniteleri, gerek Osmanlı ilerlemesi gerekse de kendi aralarındaki çatışmalar dolayısıyla askeri düzenlemelerinde etkili gelişmeler sağlamak zorunda kalmışlardır. Her iki cepheden gelen tehditler, ölümcül olmaktadır.
Gerek kare ya da dikdörtgen, gerekse de dairesel planlı tahkimatlar, piyade taarruzlarına ve ateşli olmayan kuşatma silahlarına direnecek tarzda planlanmıştı. Dolayısıyla elden geldiğince yüksek duvarlarla inşaa ediliyordu. Oysa kuştma topları, yüksek duvarlara karşı daha etkili olmaktaydı. Sonuç olarak topların kullanıldığı kuşatmalara karşı, daha alçak ve daha geniş duvarlı istihkamlar denenmeye başlandı ve başarılı oldu. Böylece kale ve hisarların yerini "tabya"lar almaya başladı.
Ancak bir istihkamı, ateşli silahlara karşı savunabilmek, kuşatma toplarının ateşi altında ezilmeyle başarılamazdı, yine aynı silahla karşılık vermek gerekiyordu. Dairesel ya da kare-dikdörtken planlı istihkamlarda da toplar kullanıldı.
Ama dairesel planlı istihkamlarda, etkili bir ateş için yeterli sayıda topu belirli bir doğrultuya yönlendirmek olanaklı olmuyordu. Kare ya da dikdörtken planlı istihkamlarda ise savunmadaki topların ateş açamadıkları ya da etkili ateş açamadıkları bir alan kalıyordu. Tabyalarda da aynı sorun yaşanıyordu. Birçok deneme ve yanılma ardından köşeli, yıldız tarzı tabya inşaası esas alınmıştır. Bu tür tabyalarda savunma topları, kuşatma toplarının yerleştirilebileceği olası her bölgeye etkili ateş açabiliyordu. Öte yandan köşeli, yıldız tarzı istihkalar, düşman toplarının dik açıyla değil daha dar açıyla gelmesini sağlıyordu. Böylece düşman topçu ateşi, istihkam duvarları üzerinde daha az etkili oluyordu.
Yıldız tarzı tabyaların görece alçak olması, piyade taarruzları karşısında yeterince etkili bir savunmaya olanak vermeyeceği düşünüldü ve bu tarz tabyaların duvarları önüne, genellikle su dolu kanallar inşaa edildi.
Bu tarz tabyalar, ateşli silahlara karşı etkili bir savunma olanağı sağlamıştır ve Avrupa'da 16. yüzyılın ortalarından itibaren çok sayıda kale ve hisar, savunucuları tarafından yıkılmış ya da boşaltılarak kullanım dışı bırakılmıştır. Bunların yerini yıldız tarzı tabyalar almıştır.
Ordular
Orta Çağ boyunca dünya ticareti esas olarak Uzak Doğu ile Avrupa arasındaki ticaretti. Bu ticaret, Uzak Doğu'dan başlayan kara ticaret yolundan Doğu Akdeniz limanlarına geliyordu. Bu limanlardan da, Güney Avrupa limanlarına deniz yolu ile ulaşıyordu. Haçlı Seferleri ile Doğu Akdeniz limanlarının kontrol altına alınmasıyla Avrupalı tüccarlar açısından ticari bilançolar hızla artmıştır. Avrupalı feodal beylerin bu ticaret üzerinden elde ettikleri gelirler de artmıştır. Öte yandan ittifaklar, bağlaşıklıklar ve izlenen politikalar sonucu Avrupa'da kralların da ekonomik gücü artmıştır. Bu ekonomik güç artışı, daha büyük askeri birlikler oluşturmaya olanak sağlamıştır. Sonuç olarak Avrupa Askeri Devrimi başlangıcı olarak kabul edilen tarihlerden itibaren, Avrupalı orduların mevcutlarında, daha önceki çağlarda görülmedik ölçüde büyüme gözlenmektedir.
Ateşli silahların yaygınlaşması
Avrupa Askeri Devrimi, mevcut ordularda ateşli silahların kullanımının yaygınlaşması ile kendini göstermektedir. Esasen ateşli silahların kullanımındaki yaygınlaşmada Avrupa ilk uygulamaların örneği değildir. Daha önceki yüzyıllarda Uzak Doğu, özellikle Çin ve Osmanlı ordularında ateşli silahlar yaygın olarak kullanılmaktaydı. Özellikle Osmanlı askeri teşkilatı ateşli silahlardan geniş ölçüde yararlandı. Fatih Sultan Mehmet'in 1452 yılında İstanbul'u kuşatmasında kullandığı büyük çaplı topların benzerleri, yaklaşık aynı yıllarda Avrupa'da üretilmekteydi. Ancak Sultan Mehmet'in avantajı bu silahları, kullanacağı bölgenin hemen yakınında imal ettirmesiydi. Avrupalı benzer silahlar ancak akarsuların sağladığı nakliye olanakları sınırlamarıyla kullanılabildi ve çoğu kez kullanılamadı.
Taktik ve stratejiler
Avrupa Askeri Devrimi olarak tanımlanan süreç boyunca orduların bileşenlerinde belirgin değişimler gözlenmektedir. Süreç içinde gerek hafif gerekse ağır süvarinin ağırlığı azalmış, okçu unsurlar ise artmıştır. Askeri birliklerin neredeyse üçte biri okçu unsurlardan oluşturulmaya başlanmıştır. Süvari birliklerinin daha dar kapsamda kullanılmasında, mızrakçı unsurların süvari ani hücumları karşısında etkili kullanımı etkin olmuştur. Bu uygulama bir bakıma Falanks taktiklerinin ordu bünyesine yeniden entegre edilmesidir. Ama sürecin daha sonraki evrelerinde okçuların yerini tüfekçiler almaya başlamıştır. Ani (şok) süvari taarruzlarına karşı da kare düzeninde tertiplenen tüfekçilerin dış kenarlarına mızrakçılar yerleştirilmiştir. Uzun mızraklarla savaşan İsviçerli paralı askerler, tüm Avrupa ordularının seçkin unsurları haline gelmiştir.
Bu dönemde genel gelişim eğilimi, farklı savaşçı unsurların aynı ordular içinde eşgüdümlü olarak kullanılmasıdır. Mızrakçılar, tüfekçiler, okçular, piyadeler ve süvarilerden oluşan karma ordular oluşturulmakta ve bu unsurlar muharebenin değişik aşamalarından öne çıkartılarak kullanılmaktadır. Bu genel eğilim, yakın döğüşten kaçınan bir eğilim olmakla birlikte, yakın döğüş tekniklerinde de gelişmeler olmuştur. Örneğin İskoç savaş tarzı, saflar halinde dizilen unsurların tek el tüfek atışı ile başlayan şok taarruza dayanmaktadır. Tüfekler yere bırakılmakta, yerdeki kalkan ve uzun kılıçlar alınarak çok hızlı bir şekilde düşman hatlarına saldırılmaktadır. Barut dumanı arasından hızla fırlayan bu savaşçılar çoğu kez düşmanlarının hatlarına çok ağır bir darbe olarak inmekteydiler.
Süngünün uygulamaya konulmasıyla birlikte, yakın döğüş ile uzak çatışma bir bakıma birleştirilmiştir. Artık tüfekçiler de yakın döğüşte etkin olabilen unsurlar haline gelmiş, mızrakçıların korumasına gerek duymadan bağımsız harekat yürütebilir duruma gelmişlerdir.
Sonuç olarak süngü kullanan tüfekçiler, askeri birliklerin temel unsuru haline gelmiştir. Süvariler, çok sınırlı operasyonlar, genelllikle şok saldırılar için kullanılabilir unsurlar haline gelmiştir. Okçular ve mızrakçılar da tam anlamıyla tarihe karışmıştır. Süngülü tüfekçilerin savaş alanlarındaki hakimiyeti, Birinci Dünya Savaşı'na kadar sürmüştir. Savaş alanlarında makineli tüfeklerin kullanılmaya başlanmasıyla bu unsurun etkinliği tartışılır haline gelmiştir.
Kaynakça
- ↑ Geoffrey Parker, Askeri Devrim Sh.:12-13
Notlar
- Geoffrey Parker - Askeri Devrim - Küre Yayınları, 2006
- Jeremy Black (derleyen) Top, Tüfek ve Süngü