Varoluşçu Marksizm
Varoluşçu Marksizm asıl olarak Jean-Paul Sartre'ın varoluşçuluk felsefesi ile Marksizm arasındaki kurduğu bağlantıdan ileri gelir ve onun ontolojik alanda kurduğu özgürlük fikrinin somut temeller üzerine oturtulması olarak özetlenir. Ayrıca fenomenoloji bağlantılı varoluşculuğun marksizmle ilişkileri sözkonusudur. Bu noktada Maurice Merleau-Ponty'i anmak gerekir. Diyalektiğin Serüvenleri başlığı altında toplanan yazıları özellikle, onun Marksist bakışını göstermektedir.
Sartre varoluşçu olduğu kadar marksizmde de ısrar eder. Onun, "Marksizm çağımızın ufkudur" sözü bu noktadaki genel tutumunu gösterir.Sartre yalnızca Marksizmle etkileşimli bir ilişki içinde olmakla kalmamış, bizzat Marksizmi bir varoluşculuk olarak gördüğünü söylemiştir. Bununla birlikte, Sartre'ın Marksizminin eleştirel bir değerlendirmeye sahip olduğu bilinmektedir. Sartre, varoluşçu felsefesini Marksizme göre konumlayarak şekillendirir. Yapısalcılığın anladığı anlamda Marksizm, Sartre için kabul edilemez ölçüde soyut ve mekanik bir teoridir. Ona göre Özne'nin önemli olduğu bir teori olarak önemlidir Marksizm.
Bu Marksizm varoluşçu bir Marksizmdir ve bunun anlamı öncelikle, Sartre'a göre her iki eğilimin birden Hümanizm temelinde vücut bulmalarından ileri gelir. İnsan bırakılmışlık içinde kararını kendisi vermek durumundadır; ve ancak bu karar ve eylemle kendini hümanist bir varlık olarak kurabilecektir. Sartre'ın anladığı Marksizm, tarihi kendi pratiğiyle yapan insan düşüncesine dayanan Marksizmdir. Buradan itibaren Sartre'ın Marksizmle ilişkisi şekillenir.
Jean-Paul Sartre, 1960 yılında Diyalektik Aklın Eleştirisi adıyla yayımlanan dev yapıtına bir ön metin olarak yazdığı Yöntem Araştırmaları 'nda, Marksizm ve Varoluşçuluk arasındaki ilişkileri (aynı zamanda bir tür hesaplaşmayla) değerlendirir ve varoluşçu marksizmin hem bireyi hem de tarihi bir arada düşünüp değerlendirebileceğini ele alır. Burada bireyin vurgulanmasının yanı sıra, bireyin yaşamının bir bütün olarak kavranılması gereğinin vurgulanması da sözkonusudur.[1]
Sartre, bu eserinde, bugün yapısal ve tarihsel bir insanbilim kuracak araçlara sahip miyiz?, sorusunu sorarak Marksizm'i çağımızın geçerli en önemli felsefesi olarak nitelerken, diğer yandan Marksizm'i 1943'te yayınlanan ve kendi varoluşçuluk felsefesinin çıkış noktası olan Varlık ve Hiçlik eseriyle beraber kurar. İnsanın varlığı ve özgürlüğü sorununu derinlikli ve detaylı bir biçimde işlediği ve alt başlık olarak fenomenolojik ontoloji denemesi adını verdiği Varlık ve Hiçlik eserinin, insan varlığının fiziksel evrenle, içinde bulunduğu sınıf ve toplumla yani tarih ile ilişkileri çözümlemede yetersiz kalması , Sartre'ı Marksizm ile kendi varoluşcu felsefesini kaynaştırmaya itmiştir.[2]