Bedil, Çerkeş

Bedil
  Köy  
Çankırı
Ülke Türkiye Türkiye
İl Çankırı
İlçe Çerkeş
Coğrafi bölge İç Anadolu Bölgesi
Nüfus (2000)
 - Toplam 140
Zaman dilimi UDAZD (+3)
İl alan kodu 0376
İl plaka kodu
Posta kodu 18600
İnternet sitesi:
YerelNET sayfası

Bedil, Çankırı ilinin Çerkeş ilçesine bağlı bir köydür.

Kültür

Köyümüz ilçemizin en önemli köylerinden olup, geçmiş tarihimze ışık tutan bir müzeye sahiptir.Kullanılmayan ilkokul bahçesi çocuk parkına dönüştürülmüştür.Okul içerisi ise kına ve eglence alanına dönüştürülmüş olup, eskiden kalan ve kooperatif olarak hizmet veren bina yemekhane olarak kullanılmaktadır. Ayrıca köy üzerinde 1960 yılında başlayan ağaçlandırma faaliyeti her yılın nisan ayındaki şenliklerle devam etmektedir.

Geçmişi bilelim, geleceği kuralım.

Bedil Tarihine Not Düşmek : 2

Bir Zamanlar

BEDİL KÖYÜ

Bedil Ormanı

Kuruluşu, Genişlemesi

Hazırlayan: Yaşar Kaynar

Söz uçar, yazı kalır.

Bedil Köyü tarihine yazılı bir belge bulunamamıştır. "Bedil Tarihine Not Düşmek (B.T.N.D.)1, Gurbete Toplu Göçler" kitapçığı ile başlangıç yapılmış ve elinizde bulunan "B. T. N. D. 2, Bedil Ormanının Kuruluşu ve Genişlemesi" ile devam etmiştir. Bedil Köyünün gelecek kuşaklarına bilgi ve belge sunmayı amaçlamaktadır. Serinin devam etmesi ve Bedil Müzesinin zenginleştirilerek korunması günümüze hizmet, geleceğe yatırımdır. Kitapçıkların okunması, yeni kuşaklara önerilmesi, Müze'deki defterin anı yazılarak zenginleştirilmesi Bedil Köyü tarihi için güzel birer kaynak olacaktır.

Arazideki Ağaçlar.

Bedil Köyü 60/70 yıl önce günümüzden (2015) çok daha kıraç, kuru ve ağaçsızdı. Ekonomisi tarla tarımına dayalı, orman fakiri bir İçanadolu köyü idi. Bugün ise çevresi yemyeşil bir ormanla çevrilidir. Köydeki ağaçlandırmanın değerini belirtmek için biraz gerilere gidip 1950 li yıllara bir göz atmakta yarar var.

O yıllarda köyde ulaşımda at, öküz ve manda arabaları kullanılır, binit olarak yine at, katır ve eşeklerden yararlanılırdı. Yaz günleri Doğdu düzlüklerine çıkan bir sığır sürüsü, Aytaç Fabrikasının kurulu olduğu çayırlara giden bir manda sürüsü ve dört adet keçilerle karışık koyun sürüsü vardı. İlkbahardan yaz sonlarına kadar annelerinden ayrı tutulan kuzulardan oluşan dört adet de döl sürüsü vardı. Bu hayvanlar her sabah kırlara gider akşama kadar kızgın güneşin altında dolanır, bunalır, güneşten yanardı. Davar ve döl sürüleri kuşluk vakti köye gelir, evlerin avlularındaki gölgelere sığınır, sağıldıktan sonra ikindi vakti tekrar kıra giderlerdi. Sığırlar doğdu düzlüklerini aşar arkadaki yamaçlarda serin tepelerden ayrılmadan Gürleyük, Yassıkaya, Kümes Pınarı gibi yerlerde sulanır ve serinlerdi.

Harman zamanı köyün insanları hayvanları kadar bile şanslı değildi. Yazın önce burçak, mercimek, keten, fiy olgunlaşır, arkadan arpalar sonra da buğdaylar sararır ve hasat edilme sırasını beklerdi. Buğdaylar boylu olduğu için çoğunlukla tırpanla biçilir, diğerleri orakla yolunurdu. Kızgın Temmuz güneşinin altında tırpanla ekin biçmek insanları kavurga gibi kavurur, nedamet getirtirdi. Elde orak, iki büklüm yolma yolmak daha zor ve bıktırıcıydı. Mercimek, burcak orakla yolunacak kadar bile boylanmadıkları için elle yolunur, yolanların avuçlarını çatlatır, kanatır ve türkülere konu olan "aman da ne zorumuş burçak yolması, burçak tarlasında gelin olması" türküsünü söylemeye bile hal bırakmazdı. Bu cefa en az üç dört hafta, bazı yıllar Temmuz başından Ağustos ayı sonuna kadar iki ay sürerdi. Tarlaların sürülmesinde pulluğun yeni yeni kullanıldığı, işlerin genellikle karasabanla yapıldığı ve ekilen tohumda bire beş, altı alındığında bolluk yılı sayıldığı göz önüne alnırsa fakirliğin kaynağı ve işlerin zorluğu daha iyi anlaşılır. Bedil köyünün güz (harman) işleri köy çevresindeki ekinlerin biçilip harmana getirilmesi, harmanda yaylıda yayılıp düvenle sürülmesi, toplanıp tınaz yapılması, tınazın savrulması, çecin hambara , samanın samanlığa taşınması işleri atalarımızın belini büker, moralini bozar, başka çıkış yolları olmadığı için zorunlu olarak ya sabır çektirirdi. Köy çevresindeki ekinlerin biçilmesi sonrası bu defa Doğdu tarlalarındaki ekinler olgunlaşırdı. Oradan da fiylerin, arpaların, gerniklerin biçilmesi ve destelerinin köye indirilmesi için sabahın köründe kalkılır, bir saat yol yürünür güneş ısıtıp çiğ yaşı kurumadan iş başı yapılırdı.

Bedil köyündeki yaz güneşi, hasat- harman işleri, süt sağım, ürün değerlendirme işleri üzerine yazılı bir kaynak hatırlamıyorum. Ancak Bedil Köyü bu aletlerin saklanması, gelecek nesillere aktarılması konusunda çok ileri, Türkiye'ye örnak bir köydür. O yıllarda kullanılan aletlerini satmamış, atmamış Köylerinin Müzesinde koruma altına almışlardır.

O yıllarda, köy çevresinde (Çiğdemlik'te, Çamaltı'nda, Ahlatlariçi'nde,) bir tarlada olduğunuzu tasavur edin. Elinizde orak ya da tırpan olsun. Önünüzde kavrulan ekininiz var. Siz çoluk çocuğunuzun rızkını hazırlamak ya da babanızın zoru ile işleri yapmak zorundasınız. Ekin destesinin altında ılıyıp abdest suyuna dönmüş suyunuz var fakat terinizi kurutacak, nefes aldıracak bir gölgeniz yok. Çevrenize bakıyorsunuz en yakın ağaç bir kaç kilometre uzağınızda ne yaparsınız? Çaresiz kaderinize razı olur dişinizi tırnağınıza takar işleri bitirmeye bakarsınız. Eğer tarlanız Karamuk (Garamuk), Kaynar Deresi ya da Çayırda çay kenarında ise kendinizi şanslı sayabilirsiniz. Çünkü saydığım bu üç mevkide gölge vardır. Bunların dışında gölge ya yoktur, ya da tek ağaç gölgesi birileri tarafında işgal edilmiş size yer kalmamıştır.

O yıllarda Bedil Köyü arazisi içinde nerelerde ağaç vardı?

Köy çevresinde ağaç bakımından en zengin olan yerler yukarıda da belirtildiği gibi Karamuk, Kaynar Deresi ve devamı olan Basmul Çeşmesi ve Yüksek Mezarlık ile Köse Hamamı arasındaki Ulusu kenarlarıdır. Ulusu kenarında birbirinden kopuk dört beş ağaç adası vardı. Buralardaki ağaç kümeleri (Yüksek Mezarlık'ın karşısı hariç) küçük boylu, gölgesi zayıf söğüt ağaçlarıydı. Bazı ağaçlar da çayın karşı geçesinde olduğu için yeşili ile göz doldurur fakat gölgesinden yararlanılamazdı. Tren yolu ile karayolu arasındaki çayırda üç adet eşme (bu yazıda su kaynakları oluklu (yalaklı) ise çeşme, oluksuz ise eşme olarak belirtilmiştir.) vardı. Bu eşmelerden sadece Yüksekmezarlık'a en yakın olanın ayağında bir kaç bodur söğüt ağacı bulunuyordu. Şibil çeşmesinde bile tek bir ağaç yoktu.

Bedil Köyünün ağaç bakımından en zengin yeri Karamuk çeşmesinin çevresi idi. Karamuk'a giderken yol köy çıkışındaki kuşburnu çalısının yanından ikiye ayrılır. Sağdaki yol Çerkeş'e giden yoldur, soldaki yol Karamuk Çeşmesine uğrayıp Kınık Köyüne kadar gider. Günümüzde bu yolların bazıları kulanılmadığı için körlenmeye yüz tutmuştur. Karamuk çeşmesine varmadan sağ kolda, herkesin serbestçe kulanabildiği çayırlık alanda yirmi otuz kadar, çeşmenin ayağında Şaban (Şen) dedenin bahçesinin kenarında boydan boya bir sıra, Kınık yolu üzerindeki bostan sulama gölü kenarında bir iki adet, Şaban dedenin bostan yerinden Pazar (Çerkeş) yoluna kadar yine on, on beş adet kavak ve söğüt ağacı vardı. Yolun altında da dört beş tane kalın gövdeli kavak ağacı vardı. Gerek yolun altındaki, gerekse Pazar yolu ile Şaban dedenin bostanına kadar olan yerdeki ağaçlardan dipleri ekili olduğu için serbestçe yararlanılamazdı. Pazar yolu takip edilip sırt aşıldığında Ahlatlariçi tarlaları başlardı. Ahlatlariçi tarlalarında hiç ahlat ağacı yoktu. Pazar yolunu takip edip Ahlatlariçi'ni geçince yolun çayıra doğru inişe geçtiği yerde Çingen Pınarı vardı. Çingen pınarının ayağında da beş altı adet ağaç vardı. Bu ağaçlar nispeten köyden uzak, gözden ırak olduğu için rağbet görmezdi. Yine de sıcak yaz günlerinde köyün bir iki sürüsü Karamuktaki ağaçların gölgesine sığınırken bir iki sürüsü de Çingen Pınarına giderdi. Karamuk yakın olduğu için döllere uygun olduğu kabul edilir, koyun sürülerinin Çingen Pınarına gitmeleri istenirdi.

Karamuk çeşmesinin kuzeyindeki tepe aşıldığında Hacıeşmesi bulunur. Hacıeşmesi'nin etrafı fırdolayı Aydınlar (o zamanki adı Kızıllar idi) köyünün tarlaları olduğu için ekin zamanı sürüler yararlanamazdı. Tarlalarda çalışıp yorulan, terleyen, bunalanlar suyundan serinlemek için kullanırdı. Hacıeşmesinden çıkan su Bedil Köyünün en önemli içme suyu kaynağı idi. Köydeki Nihat Kaynar'ın evinin üst tarafındaki Aşağı Pınar, Celal Tarhan'ın evine yakın olan Yukarı Pınar'ın suyu Hacıeşmesi kaynağından alınır köye kadar getirilirken su yolunun eğimi yeterli olamadığı için çok sık tamir gerektirirdi. Hacıeşmesi ayağına dikilen bir kaç söğüt ağacı hiçbir zaman gölgesinde küçük bir döl sürüsünü barındıracak kadar bile gelişmemişti. Doğdu tepelerinin başladığı dere ağzındaki Kadiroğlu Kavakları davar yatağında çobanlar huzurlu olmazdı. Çünkü Kadiroğlu Kavaklarındaki su kaynağı tarih boyu Aydınlar Köyü ile Bedil Köyü arasında anlaşmazlığın kaynağıydı. Bedilliler kaynağı içme suyu olarak kullanmak üzere köylerine getirmeyi arzu ederler, Aydınlar (Kızıllar) köylüleri sudan hiçbir şekilde yararlanmadıkları halde Bedillilere engel olurlar, iki köyün anlaşmazlığı yıllarca sürer giderdi.

Gölgesinden en çok yararlanılan yerlerden birisi Kaynar Çayırındaki söğüt ağaçları idi. Arkasındaki geniş otlakların ve biçilmiş ekin tarlalarının yolu üzerinde bulunması, su oluğunun olması değerini artırırdı. Çeşmesinin suyu her ne kadar bazı yıllar ağustos ayı ortalarında kurusa da daha aşağıdaki eşmelerden çıkan su her zaman serinletici olurdu. Üç yüz metre kadar batıdaki Basmul eşmesinin suyu İlkbahar aylarında olağan üstü gür olur, dere boyu akarak aşağıdaki Basmul Bahçesi bostanlarının sulanmasında kullanılırdı. Basmul Bahçesi bostanları Bedil Köyünün patates, fasulye ihtiyacını karşılardı. Basmul eşmesinin ayağındaki bir kaç kavağı saymazsak Kaynar eşmelerinden çayıra kadar olan derede tek bir ağaç yoktu. 

Doğduya giden sığır yolunun tepeye tırmanmaya başladığı yerde yine bol suyu olan Zorseyin Pınarı olsa da burada hiçbir ağaç yoktu. Adı Üççam olsa da hiç ağacın bulunmadığı tepenin başlangıcında bir çeşme ve çeşmenin ayağında yaşlı bir kavak ağacı vardı. Doğduya yayılmaya (otlamaya) giden daha çok davar sürüleri bu çeşmenin suyunda ve kavak ağacının gölgesinde kurtarıcı değeri bulurlardı. O yıllarda köy çevresinde başka bir yerde ağaç yoktu denebilir. Çiğdemlikteki (sonradan kurulmuş) çeşmenin tepe tarafındaki tek alıç ağacı da kayda geçirilir ise sıfır hata yapılmış olur. 

Köyün mezarlıklarında, Sarıkız Tepesinde (şimdiki çamlık), tek bir çalı yoktu. Hatta köyün çevresinde on, on beş Km yakınında bile orman denebilecek ağaçlık yoktu. Bedil ormanlarının değerini anlatabilmek için ekin biçenlerden, yolma yolanlardan; ağaç, gölge, koyun sürülerinden yararlanarak geçmişe kısa bir yolculuk yapıldı.

Köy İçi Ağaçları:

Köy çevresinin ağaçlık alanları yazılır da köy içindeki ağaçlar yazılmaz ise Bedil arihine düşülen not noksan kalır.

Köy içinde en ağaçlı, gölgesi en bol olan yer Ümürşe'den Derebahçe'de Takışgilin samanlığın altına kadar olan kısımdır. Burada da çoğunlukla kavak ve söğüt ağaçları vardı. Buradaki ağaçlar kırsaldaki ağaçlara göre sık, sağlıklı, kesintisiz gölge yapmalardı. Yine köy içinde Yukarı Çeşme'nin ayağında Karabıçakgil ile İbişgil'in evi arasındaki kavakları, Cami çeşmesinin ayağındaki kavağı, cami bahçesindeki dut ağacını, okulan bahçesinin şimdiki imam evine yakın köşesindeki selvi ağacını da notlara eklemek gerekir,.

Baştan beri hep söğüt ve kavak ağaçları yazıldı. Diğer kır ağaçları ve köy içindeki bahçelerde bulunan meyve ağaçlarının çeşidi bir elin, her bir bahçedeki ağaçların sayısı da iki elin parmaklarından fazla değildi. Bunlardan bir tanesi Musa Yalçınların bahçesindeki ceviz ağacı bir tanesi Aşağı Hacıgilin (Muammer, Çetin-Metin Kaynarların dedeleri) evlerinin bahçesindeki armut ağacıydı. Her iki ağaç da yaşlı ve yorgundular. Yine de köy çocukları için birer hazine değerinde meyve verirlerdi. Fakat meyveleri hiç olgunlaşmaz, olgunluk akı düşmeden sopayla, taşla dokunur; dallar her yıl defalarca kırılır, hasar görürdü. 

Meyve bahçesi olarak Büyük Pınarın suyu ile sulanan Şaban dede (Oğlu İhsan, İhsan'ın oğlu Şaban) ve Şükrü Tarhan'ın (Sefer ve Kemal Tarhan'ın babaları) bahçeleri rağbetteydi. Bu bahçelerdeki meyveler köyün çocuklarının iştahını kabartır, ağızlarını sulandırırdı. Şükrü Tarhan'ın bahçesi azgın köpekle, Şaban dedenin bahçesi yüksek taş duvarlarla korunduğu için yasak bölge olarak kalırdı. Yasak sadece sevilen komşu çocuklarına ve akraba çocuklara açılırdı. (Yakın akrabalığı olmadığı halde öz çocuğu gibi sevildiği için Şaban Dedenin bahçesi bu satırların yazarına her zaman açıktı. Bu satırların yazarı gördüğü sevgi ve yediği meyveler için Şaban dedeye ebediyen minnettardır.)

Köy içindeki bahçelerde çoğunlukla erik ve armut ağaçları vardı. İlaçlanmayan, olgunlaşması beklenmeden tüketilen bu ağaçların meyvelerinde hiç kurt yoktu. Meyveler olgunlaşıp kurtlanmadan kapışılıyordu, arz az talep çok olduğu için hiç kimse içini açıp kontrol etmeyi gerekli görmüyordu! 

Köyde içinde meyve kıtlığına karşılık Doğdu Dağının arkasından fındık, kızılcık, Dereköy ve Belören köylerinin alıç ve ahlatlarından, komşu Aydınlar köyünün tarlalarındaki ağaçlardan meyve topanırdı. Toplanan meyvelerden kızılcık ekşisi, ahlat pestili ve gavut yapılırdı.

O yıllarda ağaç fakiri olan köyde kömür de olmadığı için ısınma tamamen odunla karşılanıyordu. Daha eski yıllarda (1950 öncesi) Köyün kuzeyindeki tepelerin ormanla kaplı olduğu söylenir. Hatta sürülerin Doğdu'ya çıkış yolu üzerindeki tepeye "Üççam" tepesi, aşağıdaki tarlalara "Çam Altı" tarlaları denmesi buraların daha önceleri orman olduğunun kanıtıdır. Yine 1950'li yıllarda köyün yaşlıları "biz Doğdu tarlalarından deste indirirken Yayla Evleri'nden çam ağacı keser, deste arabasının arkasına bağlar, kızak yapardık" diye anlatırlardı. Yıllar içinde bu ağaçlar kesilip yok edildiğinden yeteri kadar nem (yağış) da olmayınca üstüne üstlük keçi koyun sürüleri yeni çıkanları yiyip körletince yeni fidanlar büyüyememş ve köy orman fakiri olmuştur. O yıllarda 400/500 nüfuslu köy odun ihtiyacını her yıl kış başlangıcında Çit Ormanından (Karataş Ormanı) Belören ve Örenli köylerinden geçerek karşılamaya çalışırdı. Köyün odunu için bir diğer kaynak Doğdu Dağının arkasında bulunan baltalık meşe ağaçlarıydı. Meşe dalları da kesile kesile tükendiğinde insanlar ormana baltanın yanında bir de kazma ile gitmeye başlamıştı. Balta ile meşelerin dibi kazılır, kökleri açığa çıkarılır, kesilip hayvanlara yüklenir köye getirilirdi.

Sonraki yıllarda göçler nedeni ile nüfusun azalması, kömür kullanımının yaygınlaşması; köydeki ağaçlandırmaların başarılı olması yakıt sorununu çözdü. Davar sürülerinin olmaması tarlalardaki alıç, ahlat ve diğer fidanların büyümesine olanak sağladı. Sadece ormanımız değil tarlalarımız da günümüzde daha bol ağaçlıdır. Yeni nesillerin eşeğini, kazmasını, baltasını alıp Doğdu arkasına oduna gitmesi; kış başlangıcında ilk karın yağdığında ikinci/üçücü gün dönmeyi göze alarak Çit Ormanına gitmesi gibi bir duyumları da sorunları da yoktur.

Kurak, kıraç, yeşilliksiz, gölgeliksiz toprakların, tarlaların ızdırabını; bir sobalık odun için çekilen zorlukların yaşandığı yıllarda Bedil Köyünde ilkokul açıldı ve öğretmen Hulusi Gökçe öğrencileri ile okul bahçesine ilk kavak ağaçlarını dikerek ağaçlandırmayı başlatmış oldu. Bedilliler ağaç dikmeyi sevdiler ve köylerine her yıl yeni fidanlar diktiler. 

Ormanının kuruluş yıllarında her Bedilli boş bulduğu, sulanabilir her yere ağaç dikmeye başladı. Karamuk'ta boş olan çayırlığa su yolları açılıp ağaçlar dikildi. Ağaç dikimi çayırdan yakın tarlalara taştı. Söğüt ve kavakla yetinilmedi meyve bahçeleri kuruldu. Kaynar çayırında başlayıp Basmul Bahçesine kadar olan dere sıra sıra söğüt, kavak ağaçları ile ormanlık oldu. Çay kenarlarındaki ağaç adaları birbirine ulandı. Zorseyin çeşmesinin ayağına fidanlar dikildi. Tepe yamaçlarında hiç kimsenin aklına gelmeyen yerlere ağaç dikenler (Misdilli, Mustafa Doğan) oldu. Üççam çeşmesindeki tek kavak onlarca yeni arkadaşa kavuştu. Bu kadar ağaçlandırmanın şampiyonları Şevket Evkaya ve İsmail Karapınar oldu , mekanları cennet olsun.

Ağaçlandırmanın ilk yıllarında gittikçe zorlaşan yakacak temini, kereste ihtiyacı, yazın tarlalarda bunaltan sıcaklık ağaç dikmeye ilgiyi artırdı. İlgi, idealist öğretmenlerin girişimi ile daha da verimli oldu. O yıllarda çayın öte geçesindeki köy tarlasına yapılan kavaklığın kuruluş öyküsü "Tutku Pınarı" kitabında şöyle anlatılıyor.

( Kısaltılmıştır)

"Köyümüzün ortak malı bir tarlası vardı. Köy arazisinin sınırında, Ulusu çayının karşı yakasında kalan bu tarla iyi korunamıyordu. Komşu köy sınır ihlali ile her yıl tarlayı biraz daha küçültüyordu. Çay da tarlanın düşmanıydı. İlkbaharda suları çoğalıp coştukça tarlanın bir yanından giriyor, topraklarını yalayıp öte yanından çıkıyordu. Sulanması kolay olan bu tarlaya kavaklık yapabilirdik. Köy muhtarı ve Dernek yöneticileri ile toplanıp konuştuk, hesap kitap yaptık. Kavak fidanları on beş yılda büyüyüp kesilebilir hale geliyordu. On beş yıl sonra köyün 10 - 15 milyon lira parası olacaktı. Köy bütçesi için hatırı sayılır bir meblağ, hatta çok çook paraydı. Karar verdik bu tarlaya kavak dikecektik.

İlçemizde Devlet Orman Fidanlığı yeni kurulmuştu. Orman fidanlığına gittim. Fidanlık müdürü çalışmalarımdan haberdardı. Fidanları alacağımdan emindim. Ancak bürokratik engelleri aşmamız gerekiyormuş. Derneklere bedava fidan verilemiyormuş, bizim derneğimizin de parası yoktu. Fidanlık yetkilileri yol gösterdi. Muhtarlıklara bedelsiz fidan dağıtımı yapılıyordu. Yol açılmıştı. Kavakları köyün tarlasına dikecektik, dikilen fidanlar köyün malı olacaktı. Öyle olunca engel kalkıyordu. Kavak fidanlarını dilekçe ile köy muhtarı istedi. On gün sonra 450 kavak fidanı geldi. Fidanları imece usulü ile aynı gün belirlediğimiz tarlaya diktik. Tarlanın yarısı boş kalmıştı, bir kaç ısrardan sonra dikim mevsiminin son günlerinde 650 adet kavak fidanı daha diktik. İkinci yıl 350 fidan daha dikerek fidanlığımızı tamamladık."

Köy tarlasına yapılan kavaklıktan üç yıl sonra şimdi Aytaç Fabrikasının sularının çaya akıtıldığı kanala yakın, yine Köyün tasarrufunda olan cami tarlası da yaklaşık 1200 kavak dikilerek fidanlık yapıldı. Çayın karşı geçesine dikilen kavaklar kumsal toprakta çok çabuk büyüdüler. Tren yolu ile çay arasındaki Aytaç Farikasına komşu tarladaki kavaklar killi, sıkı toprakta oldukları için daha uzun zamanda yetişkin ağaç oldular. Bu kavaklar zaman içinde kesilip ihale ile satıldılar. İhalenin getirisi parça bölük olarak Köy odasının, köy camisinin tamirinde kullanıldı. İmam evine kereste oldu. En son Köyün kanalizasyonunun yapılmasına harcandı. Israrla söylenmesine rağmen maalesef gelirin bir kısmı tekrar fidan dikimi için harcanmadı ve kesilen fidanların kökleri yoz olarak, tarlası boz olarak kaldı.(2015)

Zaman kendi yasalarını uyguluyor.

Yıllar içinde köyde rağbet olmadığı için önce keçi, sonra koyun sürüleri satıldı. Keçi ve koyunların yokluğunda tarlalarda ahlat, alıç, ekşi elma ağaçları yetişti. Köy içinde evlerin arasında meyve bahçeleri çoğaldı. Köyde çocuk sayısı da azalınca her çocuk rahatlıkla meyve yiyebilir oldu. Ne var ki meyveler eski tadını ve saflığını kaybetti.

Köyde çevre köylere, hatta tüm Türkiye'ye örnek olan Bedil Ormanı kuruldu. Bu örnek Orman Bakanlığı'na "Her Köye Bir Orman" projesi için ilham verdi.

Bedil Ormanının Kuruluşu.

"Bedil Tarihine Not Düşmek 1" kitapçığında anlatılan, gurbete birinci göçün etkisi silinmiş ikinci göç dalgası henüz gelmemişti. Köyde nüfus, toprakların besleme kapasitesinin üzerine çıkmış, bölgeye henüz hiçbir fabrika kurulmamış, işyeri açılmamıştı. Köyde fakirlik diz boyu, cahillik yaygındı. Köyün sorunları ile dertlenen, sevinci ile coşmak isteyen, çözüm bulamadıkça uykuları kaçan kitabın yazarı öğretmen çıkış için bir çare arıyordu. Çareyi, cehaletin yok edilmesini öncelerken verimin yükseltilmesini, çevrenin yeşilliklerle çevrelenmesinde görüyordu. Sorun sadece kendi köyünün değildi. Öteki köyler de aynı sorunlarla boğuştuğu için Devlet "kardeş köy" projesi ile askeri birliklerin köylere yardım eli uzatmasını teşvik ediyordu. Yakınlarda köyü kardeş edinecek bir askeri birlik yoktu. Azim varsa çare de bulunurdu...

Bedil Ormanın kuruluşu Bolu 20. Piyade Alayının getirdiği fidanlarla başladı. 

Kuruluş öyküsü yine "Tutku Pınarı" kitabından...

"Belki bir yolu bulunurdu.

Genel Kumay Başkanlığına bir mektup yazdım. Özetle 'Çerkeş'in Bedil Köyünde öğretmenim. Köyümde köylülerimle birlikte ... şu, şu çalışmaları yaptık. Köyümüzün kalkınması için daha yapacak çok işimiz var. Askeri birlikler yakınlarındaki köyleri 'kardeş Köy' seçip yardımcı oluyorlar. Köyümüze yakın askeri birlik yoktur. Bize de bir askeri birlik sağlayın, onların kardeş köyü olalım. Bizim de bir ağabeyimiz olsun, elimizden tutsun... 

Mektubuma beklemediğim kadar kısa zamanda yanıt aldım. Gelen yanıtta mektubumun Bolu 20. Piyade Alayı'na gönderildiği, onların bizimle ilgileneceği bildiriliyordu.

Ben daha Bolu ile ilgi kurmaya fırsat bulamadan bir gün (11 Kasım 1966) askeri ciple bir subay köye geldi. Mektubum ellerindeydi. Genel Kurmay Başkanlığından yazı aldıklarını köyümüzü kardeş köy seçtiklerini bildirdiler....

Ben şimdiye kadar yaptığımız çalışmaları anlattım, subay isteklerimizi sordu. Köyümüzün üstündeki tepeye çam dikmek istediğimizi, köy konağının tamire ihtiyacı olduğunu, okuma odasının yeniden açılması gerektiğini, okulda ikinci bir dersliğe daha ihtiyacımız olduğunu... sıraladım. Subay isteklerimizi, ihtiyaçlarımızı not edip, ilkbaharda tekrar geleceklerini söyledi.

İlkbaharda (18 Nisan 1967) tekrar geldiler. Bu defa daha teşkilatlı, daha kalabalıktılar. Alay Komutanı Kurmay Albay Münacettin Şensin, Albay Zeki Ünalan, Dr. Üsteğmen Yılmaz Başer, Teğmen Ertan Yaramanoğlu vardı. Ayrıca doktorlarını, dişçilerini de beraberlerinde getirmişlerdi. Bütün köylüyü sağlık muayenesinden geçirdiler. Okul bahçesinde köylülerin çürük dişlerini çektiler. Sanki bir daha gelemiyeceklerini biliyorlarmış gibi öyle çok öyle çok diş çektiler ki okul bahçesi dişlerle kumlanmış gibi oldu.

O gün köyümüzde bayram havası esti. Köylülerim sevinçliydi, neşeliydi. Ben uçuyordum.

Getirdikleri tahtalarla köy konağının tavanını onardık, küçük odasını toplantı salonu olarak düzenledik...

Bedil Ormanına İlk Fidanların Dikilmesi.

20 Piyade Alayı köyü ziyaretlerinin üzerinden bir hafta geçmeden alaca karlık bir günde çam fidanlarını gönderdiler. Dört bin adet taze can, dört bin tane körpecik, iki yaşlarında tüplü çam fidanı cemselerle köyümüze geldi. Fidanları dikilecekleri Sarıkız tepesine yine cemselerle çıkardık, dikkatlice indirdik. Askerler gibi sıra sıra dizdik. Soğuktan donmasınlar diye üzerlerine eski çuvallar, naylon örtüler örttük. Umutlarımızdı onlar. Köyün en zengini, ağası, imamı Topal Hacı (İsmail Tarhan) çok önceleri 'şu köyün cami avlusunda bir çam fidanının yetiştiğini görmeden ölürsem gözüm açık gider' demişti. (Bu söz tam böyle değildir) O günlerde henüz hayattaydı. Gözü açık gitmesin, hem de bize engel olmasın diye en iyilerinden 10/15 tane çam fidanı da ona verdik. Cami avlusuna fidanları dikti, gözü açık gitmedi.

Ancak fidanların dikimi sorun oldu. Ertesi gün tüm erkekleri topladık, fidanların bulunduğu tepeye çıktık. Kazmalarımız, küreklerimiz ellerimizde işe başlayacağız başlayamıyoruz. Köyde her zaman muhalif olan birkaç aile dikim alanının otlak olarak kalması gerektiğini bahane ederek dikime engel oluyorlar. Çoğunluk çamların dikilmesinden yana. Bir münakaşadır gidiyor. Sanki köy ikiye ayrılmış, tartışma büyüyor. Yüz yıldan beri cinayet olmamış köyde kan davası bile başlayabilir. Aramızda kadınlarımız da yok ki tartışmayı önlesinler.

Tam bu sırada hep gerilerde duran, köy işlerine az karışan pehlivan yapılı Sabri Ceylan ortaya atıldı. Kazmasını eline aldı, üç beş adım açıldı. 'Çamlar buraya dikilecek, hiç biriniz katılmazsa ben tek başıma dikeceğim. Mani olan varsa çıksın karşıma, yiğitse dikilsin yamacıma' dedi. Muhalefet sustu, hiç kimseden çıt çıkmadı. Sabri Ceylan ilk fidanın çukurunu kazdı ve dikti. Arkadan köydeki tek traktörün sahibi, Topal Hacının yeğeni Mahmut Tarhan traktörüne atladı, marşa bastı. 'Engel olmak isteyen varsa karşıma çıksın' dercesine traktörünü çamların dikileceği alana sürdü. Arkadan öteki köylüler hareketlen-diler. Kazmasını küreğini alan dikim alanına yürüdü. Muhalif olanlar bozkırdaki ahlat ağaçları gibi dikilip kaldılkar.

Çam fidanlarının dikileceği alana ikişer metre arayla 60 karık açtık. Her haneye bir karık. Bazı yaşlı ve güçsüzlerin karığını da Mahmut Tarhan traktörüyle açtı. Yağan yağmur suları toplansın diye karıkların içlerini derinleştirip hendek haline getirdik. Hendeklere ikişer metre arayla çamları diktik. Yıllarca boz toprak olan tepe tarla halini almıştı. Dört bin çam fidanını bir günde dikmiştik...." (27 Nisan 1967)

İlk yıl dikilen fidanlarda başarı oranı yüzde yüz oldu. Başarının sebebi ertesi günü cansuyu yerine gecen yağmurun yağması, yılın yağışlı geçmesi, fidanların (belki) bir orman mühendisine danışılarak bilinçli olarak karaçam ve iki yaşlı, tüplü fidanlar olarak seçilmesi ve dikimde sevginin katık edilmesi gösterilebilir. Mevsimin yağışlı gitmesine rağmen ilk yılda bakımın özenle yapılması, okul öğrencilerinin toplu olarak çeşmeden su taşıyıp çam fidanlarını sulamaları şimdi dede, nine olan o günün ilkokul öğrencileri tara-fından tatlı bir anı olarak anlatılmaktadır.

İlk yıl dikilen fidanların tutma başarısı Bedillilere cesaret verdi. Dikimde muhalefet edenler sindi, yeni dikimleri desteklemeseler de seslerini yükseltemediler. Ağaçlandırma benimsendi. Fidanlığa zarar veren hiç kimse çıkmadı. Hayvanların zarar vermemesi için de zorluklar aşılarak etrafı dikenli tellerle korumaya alındı. 

İlk yılı takip eden otuz yıl boyunca bazı yıllar atlansada neredeyse her yıl yeni fidanlar dikildi. Bu arada Ankara, İstanbul ve Karabük gibi şehirlere ve Almanya'ya göçler nedeniyle köy boşaldı. Köyde güçsüzler ve yaşlılar kaldı. Köyde yaşayan erkekler için ağaç dikimi ne kadar istekle yapılsa da külfet olmaya başladı. Yevmiyesi verilse de ağaç dikecek elaman bulunmuyordu. Başlanılan iş devam etmeliydi. Ağaç dikimi onlarca yıl devam ettiği için gelenekselleşmişti, gelenek bozulmamalıydı. Köyün çevresinde ağaçlandırılacak daha çok yer vardı. Orman genişlemeli, köyü çevrelemeliydi... Nasıl?

Köyün sözlüğünde küsmek, karamsarlığa kapılmak yoktu. 2000 Yılında köyden göçmüş tüm Bedillilere bir mektup yazıldı: "Nisan ayının son hafta sonu köyümüzde toplanacağız. Cumartesi günü tanışıklık tazeleyecek, unutulmaya yüz tutmuş geleneklerimizi yaşatacak pazar günü önce atalarımızın mezarında fatiha okuyacak, sonra ağaç dikecek, topluca aynı sofraya oturacak ve yemek sonrası vedalaşıp, helalleşip yine doyduğumuz şehirlere dağılacağız." Mektup umulanın üzerinde karşılık buldu. Verilen tarihte köyde yaklaşık sekiz yüz kişi toplandı. Davette belirtildiği gibi cumartesi günü temsili düğün, kına gecesi yapıldı. Sinsin ve geleneksel oyunlar oynandı. Pazar günü dikim sahasında toplanıldı. Bu defa yediden yetmişe, kadın erkek herkes ellerinde kazma kürekle toplandı. Toplantı sunumunu Öğrt. Fahri Tarhan üstlendi, Dernek başkanı Akif Kaynar, Muhtar Satılmış Çetin konuştu. Sunum işi Fahri Tarhan'a yapıştı kaldı. O'da bu görevi yüksünmeden yıllarca başarı ile yerine getirdi. Yapılan konuşmalarda Köyün sönmekte olduğu, çare olarak yardım edilmesi gerektiği anlatıldı. Herkesten gönlünden kopan yardımı ortaya konan çantaya atması istendi. Sıranın en başına ağaç dikme onuru için açık artırma ile Sırabaşı seçildi. Fakir olduğu için Almanya’ya gitmiş, sonra köye kesin dönüş yapmış birisi tüm isteklileri geride bırakarak Sırabaşı oldu. Sırabaşına bir sertifika ve bir seneliğine bakır bir sini verildi. Sırabaşı açık artırmasında ve yardım çantasında toplanan para ile o gün ikram olarak yenilen yemeğin masrafı ve köy bütçesinin bir yıllık gideri karşılanmış oldu.

Davet mektubunda hem toprakların ağaçlandırılması, hem ata mezarlarının ziyaret edilmesi düşünülerek Toprağa Saygı Günü dendi. Gün içinde "Üçüncü Bayram", "Ağaç Dikme Şenliği" olarak yeni tanımlamalarla anıldı. Şenliğimiz olağanüstü benimsendi ve yayıldı. Her yıl daha da kalabalık olmaya başldı. Her Bedilli için şenlikte bulunmak Hacca gitmek gibi algılanmaya başlandı. Komşu köylere örnek oldu. Sınırları Çankırı'yı aştı, Ankara, Sivas köylerinde tekrarlandığı duyumlarını aldık. Bununla da kalmadı ulusal basında yer buldu. 2001 yılından sonraki gelişmeleri Tek Rumeli Televizyonu, Gülay Tuncel'in söyleşisinden bir bölümle kayda geçirelim. (Aynı Söyleşi "Çerkeş Haber Sitesi"nde, Mustafa Karaoğlanoğlu imzası ile yayınlanmıştır.)

"Anayolların köy sapaklarında genelde köyün adını yazan tek bir levha vardır. Yoncalı Köyü, Bayındır Köyü gibi. E80 (İstanbul – Samsun yolu 365. km) üzerinde Bedil Köyü sapağında birden çok levha vardır. Zagor Ormanı, Kemal Sunal Ormanı, Müze … gibi. Bu levhaların gösterdiği yöne baktığınızda çıplak tepelerle çevrilmiş kıraç arazinin ortasında gelin tacı gibi bir orman görülür.

Bu ormanın öyküsü sarar sizi. Nasıl olmuş da bu kıraç tepelerde bu ormanlar oluşmuştur?

Aslında yoldan gördüğünüz sadece ormanın çok küçük bir parçasıdır. Asıl orman tepenin arkasında gözlerden uzaktadır. Yine gözlerden uzakta, yol kenarında levhası bulunmayan, ormanlaşan bir fidanlık ve ormanın kenarında mermer taşa kazınmış anıtsallaşan bir yazıt vardır: “ Yaşar Kaynar Ormanı ”.

Bu ormanların öyküsünü en iyi bilen Yaşar Kaynar'a soruyoruz.

Söz Yaşar Kaynar’da:

İdealimi Köy enstitülerinden aldım. Herkesin kendi kapısının önünü süpürdüğünde tüm şehrin tertemiz olacağı misali, her öğretmen bir köyü kalkındırdığında tüm ülkenin kalkınacağı idealimdi. Benim sevdam, idealim, doğum yerim Bedil Köyü idi.

Bedil Köyünün çevresinde bulunan ve gelinlerin başındaki taç gibi köyü süsleyen ormanın kuruluş ve gelişim öyküsünü anlatmamı istiyorsunuz; anlatayım:

......... (Bu bölümde 1967 - 2000 yılları anlatılmıştır.)

Kemal Sunal Ormanı (2003):

"Kemal Sunal’ın eşi Gül Sunal ile ailece tanışıyoruz. Bir buluşmamızda konu oldu Bedil Köyündeki Müze ve Toprağa Saygı Günleri etkinliklerini anlattık. Çekilmiş videoları ve fotoğrafları gösterdik. Çok ilgilendi, yaptığımız verimli, duyarlı çalışmalardan dolayı bizi kutladı. Merhum eşi "Kemal" adına bir koru kurmak arzu ettiğini, yer verip veremeyeceğimizi sordu. Köylülerimin böyle bir istekten şeref duyacağını, memnun olacağımızı söyledik. Ertesi yıl beş dönümlük bir alana “ Kemal Sunal Ormanı ”nı kurduk. Gül Sunal ve oğlu Ali Sunal bizzat Köyde ilk fidanları dikerek açılışı yaptılar. Köye Türkiye çapında bir folklor ekibi getirdiler. Ekip hala zihinlerden silinmeyen muhteşem bir gösteri sundu."

Zagor Ormanı (2007):

"Yapılan her etkinlik akis yapıyor, sesi yayılıyor. (Hiçbir faaliyet yapmayanın sesi de duyulmuyor.) Daha önceleri hiç bilmediğimiz, haberimizin bile olmadığı EMOK adında bir Motosikletliler derneği varmış. Türkiye’nin her yerinden binlerce motosiklet tutkunu bu derneğe üye imiş. Bu derneğin Zagor lakabıyla anılan Ahmet Feyzioğlu adında çok sevilen bir üyesi trafik kazasında kaybedilmiş. Arkadaşları Zagor adına bir orman kumaya karar vermişler. Orman için yer ararken Babaannesi Bedilli olan bir üyeleri (Mustafa Çelenk) Bedil Köyündeki çalışmaları hatırlamış, öneri götürmüş. Beni arayıp yer verip veremeyeceğimizi sordular. Halen ağaçlandırılacak yerimiz vardı ve “memnuniyetle ” dedik. O yıl da EMOK’lular motosikletleri ile köyümüze geldiler. Biz onlara köyün bir çeşmesinin yanındaki harmanlıkta kamp yeri verdik. Ertesi gün hep beraber Zagor Ormanı'nı kurduk EMOK’lular ağaç dikerek Bedilli oldular, biz onları sevdik, onlar da bizi sevmiş olmalılar ki artık her yıl geliyorlar, köyümüzde kamp yapıyorlar, ağaç dikiyorlar. Bizlerle sinsin oynuyorlar. Temsili kına gecemize katılıyorlar. Senenin birinde bir üyeleri temsili gelin oldu. Kadınlarımızın tanımadığı bir delikanlı kınadan gelini kaçırdı. Misafirlerimize saygıda kusur ettiğimizi düşünerek dertlendik. Allah’tan ki gelini kaçıran nikâhlı eşiymiş de rahat bir nefes aldık. Kısacası EMOK’lular bizlerden oldular. 

1967 yılında dikilen fidanlar büyüdüler yetişkin ağaç oldular. Son yıllarda alt dallarını budanıp sinsin ateşi yakılıyor, köy gençleri dernek odasının sobasında yakıp ısınıyor, köy odasının, caminin yakacak ihtiyacını karşılıyorlar. Gölgesinde piknik yapılıyor. Köye gelen misafirleri zevk alarak gezdiriyorlar. Yaban hayvanları ziyaret eder oldu, avlanmaya çıkanlar oluyormuş. 

Bedil Köyünde çalışmalara başladığım ilk yıllarda kimi köylülerce muhalefet edilmişti. Zamanla çalışmaların değeri muhaliflrce de anlaşıldı. Çocukları, torunları etkinliklerde ön saflarda görev aldılar. Orman genişledikce köyde saygınlığım arttı. Köylülerim ilk dikilen, şimdilerde tam bir orman olan alana adımı verdiler. Adımı taşıyan, çalışmalarımı özetleyen mermer bir anıt dikildi.

G. Tuncel: Bir ormanın yaratılış hikâyesine ev sahipliği yapmak, öncesinde inanmak, sonrasında emek ve sabır isteyen bir süreç… emeğin karşılığını almaya başladığımız zamanda bir o kadar gurur ve mutluluk verici... Herkese nasip olmayan muhteşem bir olay olduğunu, dinlendik sizden, örnek bir isimsiniz… Türkiye’ye ve halkımıza büyük katkınızdan ötürü kutluyorum sizi ve emeği geçen herkesi. Son olarak eklemek istediğiniz;

Y. Kaynar: Biz Bedilliler her yıl 23 Nisan’ı takip eden hafta sonu konuklarımızla birlikte köyümüzde toplanıyoruz. Toprağımıza ağaç diken herkesi Bedilli sayıyoruz. Artık etkinlikler için davetiye düzenlemiyoruz. Bilenler çat kapı, motorlu biniti olanlar düt düt geliyorlar. Yine de ben herkesi sadece bu yıl için değil, gelecek yıllar için de Bedil köyüne ağaç dikmeye davet ediyorum. Müzeyi ziyaret etmelerini, mevcut anı defterine duygu ve düşüncelerini yazmalarını bekliyorum.

Bedil Ormanı Genişliyor

İlk ağaç dikenlerin büyük çoğunluğu yaşamıyor. Onlar dualarla mezarlıkta, fotoğrafları ile köyün müzesinde yaşıyorlar. Ağaç dikimi ilk yılın canlılığı ile devam ediyor. 23 Nisan Çocuk Bayramını takip eden hafta sonları köyde toplanılıyor. Şenliklerin düzenlenmesinde Köyün derneğinde görevli olsun olmasın herkes (İsmail Tarhan, Şükrü Tarhan, Cafer Özbek, Sefer Tarhan, Ahmet Çelik...) seve seve görev alıyorlar. Yer darlığından ya da gözden kaçtığı için burada isimleri yazılmayanların hiç birisinin emeği inkar edilemez, bağışlasınlar.

İskender Pala Ormanı (2013):

Son yıllarda üçüncü nesil görevi severek devraldı ve ilk neslin heyacanını taşıyor demek abartı olmaz. İskender Pala Ormanının kuruluşu üçüncü neslin görevi gönüllü devralmasının bir örneğidir. İ. Pala Ormanı'nın kuruluşunu ilk fidanı dikenlerin arasından Mustafa Doğdu, Oğlu Kadir Doğdu, Oğlu Mustafa Doğdu sağlamıştır. 

Kalem Mustafa Doğdu'da:

Sayın Prof. Dr. İskender Pala kırk yıllık eniştemizdir. Yakın bir akrabamızın damadıdır. 

2013 yılında köyümüzün emekli imamı Ömer Genç’in oğlu Akif Genç’in nişan töreninde bir sohbet esnasında köyümüz derneği eski başkanı Celal Tarhan ve Yönetim kurulu yeni üyesi Kadir Doğdu köyümüzde yapılan etkinliklerden bahsetmiş ve muhatapları İskender Pala ilgiyle karşılamıştır. Akabinde tarafımca köy etkinlikleri ile alakalı bir sunum hazırlanmış ve sayın Pala’ya takdim edilmiştir. Anadolu’da böyle bir organizasyonun yapılmasını taktirle karşılayarak 2013 yılı sponsorumuz olmuştur.

Sayın İskender Pala’nın İstanbul’dan 2013 yılı Ağaç Bayramımıza başta değerli eşi Hülya hanım ve kayınvalidesi Yadigar hanım olmak üzere büyük bir katılımla köyümüzü onurlandırmışlardır. 

İki bin çam fidanını İskender Pala Ormanı ile topraklarımızda buluşturulmuştur.

SIRABAŞI GELENEĞİ

Toprağa Saygı Günleri'nde yapılan açık artırmada köye en büyük bağışı yapan kişi SIRABAŞI olma hakkını kazanır. Sırabaşı köyün onurudur, sıranın en başına ağaç diker. Sırabaşına sırabaşı olduğunu belgeleyen bir teşekkür belgesi (sertifika) ve Sırabaşı Sinisi verilir. Kuruluş yıllarında verilen büyük boy bakır sini köyün tarihini yansıtan bir anı olarak bir yıllığına verilir, üç yıl üst üste sırabaşı olan sininin ebediyen sahibi olur.

Toprağa Saygı Günlerinde toplanan bağışlar ve Sırabaşı bağışları ile

şenlik giderleri karşılanır, köy bütçesine katkıda bulunulur, miktar yeterli olduğunda güçsüzlere yardım edilir.

Sırabaşı bağışı ve Toprağa Saygı Günleri'nde halktan toplanan bağışlarla yapılan önemli çalışmalar:

Köy çevresine geniş bir orman oluşturulmuştur.

Köy Müzesi kurulmuştur. Köye kanalizasyon yapılmıştır. 

Köyün sokaklarına kaldırım taşı döşenmiştir.

Uzun mesafeli iki kaynaktan su getirilmiştir. Köy odası, cami, düğün/yemek salonu, okul binası, çeşmeler tamir edilmiştir.

Yıllara göre Sırabaşı olanlar:

Sadık Göktaş, 2001, 2002, 2003

Mehmet Çelik: 2004

Selahattin Coşkun: 2005

Yılmaz Eraslan: 2006, 2007, 2008

Muhsin Karakaya: 2009

Meliha Eraslan: 2010

İsmail Tarhan (Hasan Oğlu) : 2011, 2012, 2013

Murat Eraslan: 2014

Bedil Köyü Kültür ve Dayanışma Derneği Başkanları:

Akif Kaynar

Celal Tarhan

Naki Tarhan

Bedil Köyü Kültür ve Dayanışma Derneği

Bedil Köyü Kültür ve Dayanışma Derneği Bedil Köyünün tanıtımı ve güzelleşmesi için çalışır. 

Her yıl Toprağa Saygı Günü'nde ağaç diker, Bedillileri biraraya getirerek kaynaşmalarını sağlar, köyün ortak mallarının bakımını yapar.

Coğrafya

Çankırı iline 117 km, Çerkeş ilçesine 7 km uzaklıktadır.

İklim

Köyün iklimi, karasal iklim etki alanı içerisindedir.

Nüfus

Yıllara göre köy nüfus verileri
2007
2000 140
1997 148

Ekonomi

Köyün ekonomisi tarım ve hayvancılığa dayalıdır.

Altyapı bilgileri

Köyde, ilköğretim okulu vardır ancak kullanılamamasının yanı sıra taşımalı eğitimden yararlanılmaktadır. Köyün içme suyu şebekesi ve kanalizasyon şebekesi vardır. PTT şubesi yoktur ancak PTT acentesi vardır. Sağlık ocağı ve sağlık evi yoktur. Köye ulaşımı sağlayan yol asfalt olup köyde elektrik ve sabit telefon vardır.

Dış bağlantılar

This article is issued from Vikipedi - version of the 12/4/2016. The text is available under the Creative Commons Attribution/Share Alike but additional terms may apply for the media files.