Kadın hakları
Haklar |
---|
Kuramsal ayrımlar |
İnsan hakları |
Sahibine göre haklar |
Diğer hak grupları |
Kadın hakları, kadınların erkeklerle eşit şekilde sahip olduğu sosyoekonomik, siyasi ve yasal hakların tamamına verilen isim.[1]
Geçmisi
Kadın hakları kavramı özellikle 19.yy'da büyük önem kazandı. Dünya genelinde çok çeşitli kurum ve kuruluşlar kadınların karşılaştığı sorunların ve ayrımcılıkların giderilmesi için çalışmalar yapıyor.
Rönesans öncesi (Antik Çağlarda)
Kadınların eğitimi için sunulan fırsatlar uzun zamanlardan beri olağan karşılanmayan bir konu olmuştur.
Antik Çağ’da ve Ortaçağ öncesinde kadınlar için akademide eğitim görmek ve çalışmak aslında alışılagelmiş bir durum değildi; fakat mümkündü. Antik Mısır’dan, Antik Yunanistan’dan ya da Roma İmparatorluğu döneminden, zamanının önde gelen kadın doktorları, mimarları, filozofları ve diğer kadın bilgeleri hakkında anlatılar, günümüze kadar ulaşmıştır.
Ortaçağ’ın feodal toplumunda okullar ve üniversiteler giderek kilisenin talimatlarına uymaya başladıktan sonra, kadınların eğitim görebilmeleri neredeyse asırlar sonra, aileleri bir manastıra para yardımı ya da herhangi bir mal devrettikleri takdirde mümkün olmuştur. Tıp ve eğitim alanları kadınların akademik olarak çalışabilecekleri en son alanlar olmuştur. Ortaçağ’ın en ünlü kadın doktoru, tahminen 11. yy.da Salerno Tıp Okulu’nda pratisyen hekim olarak çalışan Trotula di Ruggiero’dur. Tıp uygulamaları üzerine birçok makale yazmış, aynı zamanda eşi ve oğullarıyla birlikte tıp ansiklopedisi Practica Brevis üzerinde çalışmıştır. 12. yy.da Salerno Okulu’nun ana metni De Aegritudinum Curatione’de (Tedavi İşlemleri üzerine) okulun yedi büyük ustasının metinleri yer almaktadır ve bunların arasında Trotula’nın öğretisi de bulunmaktadır. Kızların ve kadınların eğitimi için tarihteki en önemli öncülerden birisi, bilginin nasıl yayılacağı konusundaki “Omnes, omnia, omnino” (Herkes her şey hakkında bütün bilgileri öğrenmek zorundadır) ifadesiyle Bohemya Kardeşler Cemiyeti’nin piskoposu Jan Amos Comenius olmuştur.
Batı
Aydınlanma Çağı’yla birlikte devlet okulu ve genel zorunlu eğitim düşüncesi yayılmaya başladığında, kızların bu zorunlu eğitime dâhil edilip edilmemesi tartışmasının başlaması fazla uzun sürmemiştir. Bu zamana kadar kızlar ve genç kadınlar için diploma alabilmek sadece yüksek kız okulunu bitirmekle mümkündü. Bu okullarda kızlar ev kadını ve ev yönetimindeki hayatlarına hazırlık yapıyorlardı. Müfredatta güzel sanatların yanı sıra el sanatları ve ev ekonomisi dersleri de bulunuyordu. O zamanki toplumlarda kızların daha fazla konu hakkında bilgi sahibi olmalarına izin verilmiyordu.
Kadınlar için vatandaşlık hakkının istenmesinden sonra, ilk kadın hareketlerinin talepleriyle birlikte o zamana kadar sadece erkeklerin yararlandığı mesleki eğitime, kadınların da gidebilmeleri istenmiştir. Özellikle kadınların üniversitede eğitim görebilmeleri bir asır boyu tartışılmış ve karşı çıkılmıştır. İzin verilmeden önce kadınların fiziksel yapıları ve düşünsel yetilerinin böyle bir eğitim için yeterli ve uygun olup olmadığı tartışma konusu olmuştur.
1840 yılında ilk kadın öğrenci dinleyicileri Zürih Üniversitesi’ne gelmiş ve 1863’den itibaren kayıtlar artmıştır. Örneğin, 1892 yılında yazar Ricarda Huch tarih konulu çalışmasıyla Zürih Üniversitesi’nden mezun olmuştur. 1849 yılında ilk kadın koleji olan Londra Üniversitesi kurulmuş ve 1870–1894 yılları arasında neredeyse bütün Avrupa genelinde kadın eğitimi çalışmaları devam etmiştir. Yalnızca Prusya ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu bu konuda geç kalmıştır.
Bilim dünyasında isim yapmış bazı kadınlar: nükleer fizikçi olan Chren Sluung Wu (1915) kainatın fiziksel yapısı hakkında mevcut yanlış anlamların kalkmasına yardım etmiş, Hınlıley Quımby (1891) radyasyon fiziğinin doğmasına yardım etmiş, zoolist Jocellyn Crane küçük hayvanların toplumsal davranışlarını etüt etmek için çok zor şartlar altında çalışmış, biyolojist Gadys Anderson Emerson (1903) insan vücudunda vitamin eksikliği hakkında bilgiler toplamış ve Dorotlica Rudnick embriyo parçalarını bir yerden başka bir yere nakletme tekniğinde usta olan bilimcilerdendir.
Kadınların politikaya katılımlarının ilk adımları Fransız devrimi sırasında, 1791 yılında Olympe de Gouges’in Kadın Hakları Bildirgesi’ni yayınlamasıyla atılmıştır. 1831 ve 1848 devrimleri esnasında da Fransa’daki kadınlar seçme hakkını talep ederken, İngiltere’de de Kadın Hakları için ilk çıkışlar 1832’de gelmiştir. Bunlardan başka da İskandinav devletlerinde kadınlar 1880’li yıllarının başlarında politik haklarını ilan etmişlerdir. Buna karşın Orta Avrupa’daki ilk talepler 1900’lü yıllardan sonra, bazı Akdeniz ülkelerinde de Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra ortaya çıkmıştır.
Kadın Hakları hareketinin oluşumunu başlatan;
- Sadece erkeklerin işine yarayan ve kadınları göz ardı eden seçim hakkı düzenlemeleri
- İngiltere ve Avusturya’da olduğu gibi ayrıcalıklı kadınlar azınlığının sahip olduğu seçme haklarını düzenleyen seçim yasası
- Sadece vatandaşlık haklarını değil, aynı zamanda da politik hakları elde etmeye çalışan kadın hareketlerinin güçlendirilmesi olmuştur.
Rusya, Avusturya ve Prusya devletlerinin hükmettiği Doğu Avrupa ülkelerinde, bağımsız bir kadın hareketi gelişememiştir. Buralarda, kadın haklarından daha çok bağımsızlık savaşı öncelik kazanmıştır.
Seçme ve seçilme hakkı gelişimi
18. yüzyılda başlayan Kadın Hareketleri’nin uzun mücadelesi kadınların seçme hakkını elde etmesinden önce başlamıştır. Fransız Devrimi sırasında Kadın ve Kadın Yurttaş Hakları Bildirgesi’nin yayınlayan ve sonra da yayınladığı bir yazının kralcı görülmesi nedeniyle de idam edilen Olympe de Gouges kadınların seçme hakkı için mücadele veren ilk modern savunucudur. Kadınlar ilk olarak 1776 yılında Amerika’nın New Jersey eyaletinde seçme hakkını elde ettiler; ancak bu hak 1807 yılında geri alındı. Güney Pasifik’te bir adada İngiliz kolonisi Pitcairn’de ilk olarak 1838 yılında kalıcı kadın hakları elde edildi.
İlk modern devlet olarak da Amerika Birleşik Devletleri’nin Wyoming eyaleti 1869 yılında kadın haklarını tanıdı. 1871 yılında da Paris kadın haklarını tanıdı. 21 Mayıs’ta aynı yıl Fransız hükümet askerlerinin bastırması ile bu hak tekrar geri alındı. Bir zamanlar kısıtlı yönetimiyle İngiliz bölgesi olan Yeni Zelanda’da 1893 yılında kadınlar aktif seçim hakkını elde etmiştir. Pasif seçim hakkını da ilk olarak 1919 yılında elde etmişlerdir. Daha sonra 1894 yılında o zamanlar koloni olan Güney Avustralya aktif ve pasif seçme haklarını kabul etmiştir. Ardından bir sene öncesinde Britanya’dan ayrılarak resmen bağımsızlığını ilan eden, yeni kurulmuş Avustralya devleti bu hakkı tanımıştır. Böylece Avustralya kadın haklarını kabul eden ilk modern egemen devlet olmuştur.
1 Haziran 1906 tarihli eyalet meclisi tüzüğü ile Finlandiya kadın haklarını kabul eden ilk Avrupa ülkesi olmuştur. Finlandiya o zamanlar Rusya'ya bağlı bir beylik idi. 1915 yılında Danimarka anayasasının değişmesi ile de kadınların seçme hakkı Danimarka’da kabul edilmiştir.
12 Kasım 1918 yılında Alman Avusturya’sının devlet ve yönetim biçimi yasası ile kadınlar Avusturya’da genel seçim haklarını elde etmişlerdir. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun yıkılıp Cumhuriyet rejimine geçilmesiyle de, Anayasalarındaki 9. maddede de kurulan ulusal meclisin gerçekleşecek seçimleri için de “Bütün yurttaşların cinsiyet ayrımı gözetmeksizin genel, eşit, direk, saklı oy hakkı”ndan bahsedilmiştir. Sonraki maddede de “Ülke, bölge, semt ve belediye temsilciliği seçimi ve seçim hakkı” olarak bu bilgi açımlanmıştır. Aynı gün milletvekilleri komisyonu tarafından Alman halkı için bir bildiri yayınlamıştır. Bu bildiride “Alman Kasım Devrimi” sırasında iktidara gelen hükümet yasaların verdiği güç ile bundan sonra her bir resmi kurum için yapılan seçimlerde 20 yaşını doldurmuş bütün kadın ve erkeklerin dengeli seçim sistemine dayanarak eşit, saklı, direk ve genel seçim hakkına sahip olduğunu ilan etmiştir. Kısaca burada 30 Kasım 1918 tarihinde yasaları belirleyen Alman ulusal meclisinin seçimler üzerine yaptığı düzenleme ile seçim hakkı yasal olarak verilmiştir. Böylelikle Almanya’daki kadınlar 19 Ocak 1919 tarihinde Alman ulusal meclis seçimlerinde ilk defa ulusal seçim haklarını kullanmışlardır. Nasyonal sosyalistlerin gücü ele geçirmesiyle 1933 yılında pasif seçim hakkı kadınların elinden tekrar alınmıştır.
Amerika’da kadınlar 1920 yılında 19. anayasa değişikliğinin ardından ülke çapında tam bir seçim hakkı elde etmişlerdir. İngiltere’de ise kadınlar 1919 yılında kısıtlı bir şekilde bazı özel durumlarda oy kullanabilme hakkını elde etmişlerdir. Daha sonra ise tam oy hakkını 2 Temmuz 1928 tarihinde elde etmişlerdir. Türkiye’de kadınlar 1930 yılında aktif, 1934 yılında da pasif seçme hakkını elde etmişlerdir. Fransa 1944 yılında Alman ordusunun müttefikleri sayesinde özgürlüğüne kavuştuğunda Fransa’daki kadınlar, 1944 yılında da Belçika’daki kadınlar ve hatta aynı yıl İtalya’daki kadınlar seçim hakkını elde etmişlerdir. (İtalya’daki kadınlar daha önce 1925 yılında genel seçim hakkını elde etmişlerdi.) Hindistan’da da kadınlar seçme hakkına 1950 yılında ulaşmışlardır.
İsviçreli kadınlar ülke çapında bir seçim hakkı için 2 Şubat 1971 tarihine kadar beklemek zorunda kalmışlardır. Appenzell Innerrhoden kantonu da bu hakkı ilk olarak 1990 yılında kabul etmiştir. Buna ek olarak 1984 yılında Lichtenstein, 2003 yılında da Afganistan bu hakkı kabul etmiştir. 2005 yılında da Kuveyt’teki kadınlar hem aktif hem pasif seçme hakkına sahip olmuştur. Dünya çapındaki farklı ülkelerin son 230 yıl boyunca kadın haklarını elde etmelerinin kronolojik tablosu bulunmaktadır.
Türkiye
Osmanlı dönemi
Osmanlı (İslam-Türk) Devleti, birçok yönden farklı olan iki topluluğun, Hristiyan Roma İmparatorluğu’nun sınırlarına uzanan Arabistan ve Çin sınırlarından Orta Asya bölgesinin gelenekleriyle harmanlanmıştır. Bu iki farklı topluluk birbirleriyle sürekli etkileşim içindeydi. Müslümanlıktan önceki çeşitli Türk devletlerinde kadın-erkek eşitliği görülmektedir.
Dr. Halit Fikret Kanat’ın Pedagoji Tarihi adlı eserinde: “Bir emir, hakan diyor ki şeklinde başlarsa makbul sayılmazdı. Hakan ve hatun emrediyor ki diye başlarsa makbul olurdu.” ; “ Hakan yalnız başına yabancı devletlerin elçilerini kabul edemezdi. Elçiler hakan sağda, hatun solda olmak üzere ikisinin karşısına çıkabilirdi. Bundan anlaşılıyor ki halka ait hizmeterde kadının rolü hakan derecesinde büyüktü.” ; “ Aile içinde velilik hakkı yalnız babaya değil, her ikisine de aitti.” ; “Eski Türkerde harem, peçe ve yaşmak yoktu. Kadın her meclise girebilirdi.”
İslamiyet’in Arap tesirinin az oduğu Hindistan Ortaasya bölgelerinde kadın hükümdarlar oldukça çoktu. Bunlardan bazıları; Delhi Müslüman Türk Devleti Sultanı Raziyye Hatun, Müslüman Mısır tahtında Eyyübi soyundan Melik Salik’in eşi Şecerüd-Dür, İran’ın Kutluk Bölgesi’nde kurulmuş olan Kutluk Deveti’nde Türkan Hatun’dur.
Osmanlı Devleti’nde eğitimin ilk basamağı sübyan mektebleriydi. Genellikle mahalle aralarında ve cami yakınlarında kurulurdu. Kız ve erkek çocukların karma olarak devam ettiği okulların yanı sıra bazı yerlerde yalnız kız çocukları için açılanlar da bulunuyordu.
Belli makamlarca düzenlenmiş belirli bir programları yoktu. Kız okullarının kadın hocaları Kur-an’ı ezberleyerek hafız olmuş ve o devrin klasikleşen birkaç kitabını okumayı bilen yaşlı kadınlardı. Kız çocukları 8-9 yaşına geldiği zaman okuldan alınırlar ve evlerine kapanırlar ve kaderlerine boyun eğerlerdi.
Tanzimat devrinden sonra ilk defa Osmanlı Devleti erkek eğitimi yanında kadın eğitimine önem verilmesi gerektiğini ve bu konuda örgütleşmeye gidilmesi gerektiğini kabul etmişlerdir. Kadın eğitimi, devletin genel eğitiminde yer almaya başlamış ve 1858’de kız rüşdiyeleri açılmıştır.
Bu genel eğitim hareketleri dışında sarayda kadınlara Batı musikisi eğitimi verilmekteydi. 1870’de “Darülmuallimat” açılarak kız rüşdiyeleri için kadın öğretmenler yetiştirilmeye başlanmış ve böylece büyük şehir ve kasabalarda giderek yayılmaya başlamıştır.
Tanzimat Dönemi (1839-1908) ile birlikte Batı’da görülen etkiler, Türk kadını açısından da bazı yenilikler getirmiştir. Maarif Nazırı Saffet Paşa tarafından, 1869’da Fransa Fransa'nın Duruy Kanunu (1867)'ndan yararlanılan Maarif-i Umumi Nizannamesi hazırlanmış, eğitim düzenimize hukuki bir yön verilmiş ve batılılaşma devrinin başlangıcından itibaren yapılan eğitim ıslahatları bir nizamnameye bağlanmıştır. Eğitim tarihimiz için bu olay dönüm noktası olmuştur. Bu nizamnamede, kadın eğitimi hakkında, okuma-yazma çağındaki çocukların tümüne ilk öğrenim mecburiyeti konulmuş, uygun yerlerde kızlar için orta okul (Rüşdiyeler) açılması düşünülmüş ve İstanbul’da Kız Öğretmen Okulu açılması düşünülmüştür.
Kız Öğretmen okulu açılmış, hem kız rüştiyelerine hem de kız sübyan okulları için öğretmen yetiştirilmeye başlanmıştır. 1914’de kızlara özel Darülfünun açılmış ve kızlar için en yüksek eğitim müessesesi olmuştur.
II. Meşrutiyet yıllarında, arka arkaya gelen harplerin değiştirdiği sosyal ve ekonomik ortam, kadın eğitiminin batı toplumlarının evvellki devirlerine nazaran önemle ele alınmış ve gelişen milliyetçilik etkisi ile eski Türklerdeki kadınının hayatı incelenip, yazılmış ve kadınların da çeşitli dernekler kurup faaliyette bulunmasıyla kadın hak ve eğitimi ile ilgili şartlar değişmeye başlamıştır.
I. Dünya Savaşının başlamasıyla, erkeklerin silah başına çağrılmalarıyla, kadınlar devlet hizmetlerinde onların yerlerini almışlardır. Halide Hanım, Nuriye Hanım, II. Mahmud’un kızı divan sahibi, şair Adile Sultan, şair ve bestakar Leyla Hanım, Cevdet Paşa’nın kızları Fatma Aliye, Emine Sebihe Hanım, bestekar Cavide Hayri, Kadınlar Dünyasına sahip ve yazar Ülviye Mülan Hanım, kadın hak ve duygularını veznile yazan şair Yaşar Nezihe Hanım ve Fitnat Hanım bunlardan bazılarıdır. Hanımlara Mahsus Gazete, Kadınlar Dünyası, Hanımlar Alemi adlı gazete ve dergilerde kadın hakları savunulurdu. Kadın hakları üzerine bu gelişmeler, kadınların eğitimi üzerinde etkili olmuştur.
14 Ekim 1911’de üç rüştiye ve iki idadi sınıftan kurulu İstanbul İnas İdadisi adıyla ilk kız idadisi kurulmuştur. 1913’de İstanbul İnas Sultanisi adı altında ilk kız lisesi açılmıştır. Ayrıca, Kız Teknik, Kız Sanayi Mektepleri açılmıştır.
1916’da 14 Mart İstanbul İnas İdadisi’nin aynı öğrenci ve öğretmen kadrosu ile “Leyli ve Nehari İstanbul Sultanisi” adı altında Aksaray’da ilk kız lisesi açılmıştır.
1917’de eğitim süresi bir yıl olan “Ameli Ticaret İnas Şubesi” adı altında Ticaret Okulu Kızlar Şubesi açılmıştır. 1918’de, 17 Mart Erkek ilkokullarında kadın öğretmenlerin de ders verebileceği hakkında Maarif Nezaretince alınan karar yayımlanmıştır.
Cumhuriyet dönemi
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasından sonra 1924 yılında Tevhid-i Tedrisat Kanunu’ nun kabul edilmesiyle eğitim tek sistem altında toplanmış ve kadınlarla erkeklere eğitimde eşit imkanlar sunulmuştur. 1925 yılında Kıyafet Kanunu ve 1926 yılında kabul edilen Türk Medeni Kanunu ile kadınların yasal statüsü değişmiş, hem aile içinde hem de bir birey olarak eşit haklar tanınmıştır. Kadınlara 1930’da yerel, 1934’de genel seçimlerde seçme ve seçilme hakkı tanınmıştır.
Konulara göre
Ocak 2009 itibariyle Dünya nüfusu yaklaşık 6.8 milyar.[2] Bunun yüzde 49.7'si kadın. Yani kadın nüfusu 3 milyardan fazla. Dünyadaki yaşlıların çoğunu kadınlar oluşturuyor.[2]
Siyaset
- Suudi Arabistan'da kadının oy hakkı 2011 yılında verildi. Kadınların araba kullanmasına ise izin verilmemektedir.[3]
Seçme ve seçilme hakkı
Kadınların seçme hakkı, bir ülkenin yetişkin kadınlarının en azından politik oylamalara katılma imkânına sahip olmaları anlamına gelmektedir. Başka bir deyişle de erkeklerle eşit ölçüde seçme hakkına sahip olmalarıdır.
- 1945 ila 1995 yılları arasında Dünya'daki kadın milletvekili sayısı 4 kat arttı. Bazı ülkelerde meclisteki kadın milletvekili sayısını artırmak için kadınlara pozitif ayrımcılık uygulanıyor.[2]
Karar mekanizmaları (Politik)
Politik kararlar alma ya da başka şeylerde, kadınların cinsiyetleri ve buna bağlı olarak da bağımlılıkları ve toplumsal faktörlerle üstünde:
- Toplumdaki oranlarına bakılarak güç ya da gelirleri kıyaslanmamalı
- Kadınların ilgi alanları, az sayıdan dolayı, politik ve ekonomik anlamda kötü durumda. Bu yüzden de karar oturumları ya da toplantılardaki kadın sayıları arttırılmalı. Bu da asıl olarak, kadınların erkeklerden daha iyi ilgi alanları edinebileceğini kavrayıp, bunu elde etmekle mümkün.
- Bunun dışında, karar oturumları ve toplantılardaki kadın katılımcı sayısının doğal yollarla artması mümkün değil, çünkü kadınlar erkeklere oranla bazı işlerde özellikle de geleneklerine bağlı batı kültürlerinde daha az şansa sahipler.
Hukuk
- Birçok devletin hukuki düzenlemelerinde kadın erkek ayrımı yapılması ve bilhassa miras hukuku ve medeni hukuk düzenlemelerinde kadınlara negatif ayrımcılık uygulanması.
- Dünyada birçok bölgede, kadınların eş seçme, evlilik, boşanma ve diğer temel medeni haklarının tanınmaması.
Kadın erkek ilişkileri
- Kadınlara yönelik fiziki şiddet ve psikolojik baskının en çağdaş ülkelerde bile tam anlamıyla önlenememiş olması.
- Her 5 kadından 1'i hayatının bir döneminde taciz veya tecavüz girişimi kurbanı oluyor.
Taciz
- Kadın cinayet kurbanlarının yüzde 70'i eşleri ya da sevgilileri tarafından öldürülüyor.
- Dünyada her 3 kadından 1'i hayatının bir döneminde şiddete maruz kalıyor.
- ABD'de her 90 saniyede 1 kadın tecavüze uğrarken, Irak'ta Nisan 2003'ten bu yana savaş sırasında ve sonrasında, en az 400 kadının tecavüze uğradığı İnsan Hakları İzleme Örgütü'nün raporlarında yer alıyor.[4]
Şiddet
- Dünyada, ağırlıklı olarak Afrika kıtasında 135 milyondan fazla kadın sünnet ediliyor.
- Dünyada 54 ülkede kadınlara yönelik ayrımcı yasalar bulunurken, 'namus savunması' Peru, Bangladeş, Arjantin, Ekvator, Mısır, Guatemala, İran, İsrail, Ürdün, Suriye, Lübnan ve Venezuela'nın ceza yasalarında yer alıyor.
Dünya kadınlarının 3'te 1'i hayatlarında en az bir kez evde şiddete maruz kalıyor. Bu şiddetin kaynağı genellikle eş veya sevgili oluyor.
Türkiye'de kadına karşı şiddet oranı gelişmiş devletlere oranla oldukça yüksek. Özellikle varoşlarda şiddete maruz kalan kadınların oranı %97'lere kadar çıkıyor.[5]
Kadının şiddete maruz kalmasının önüne ekonomik ve kültürel gelişme de engel olamıyor. Kadınlar kültürel düzeyleri ne olursa olsun fiziksel ve cinsel şiddet başta olmak üzere, tacizler, fuhşa zorlanma, zorla evlendirmeler, töre cinayetleri, zorla çalıştırma, eğitim özgürlüğünün kısıtlanması vs gibi birçok erkek şiddetine maruz kalmaktadır. Türkiye'de yapılan bir araştırmada kadınların yüzde 49,9’ unun aile içi şiddete maruz kaldıklarını göstermektedir.[6]
Evlilik
Gelişmekte olan bazı ülkelerde töre ve namus cinayetleri halen işleniyor ve normal kabul ediliyor. Namus cinayetleri özellikle güney Asya ve Ortadoğu ülkelerinin kabile hayatı süren toplumlarında yaygın. Namus cinayeti genellikle İslam ile özdeşleştirilse de özellikle Arap ülkelerindeki bazı Dürzi ve Hristiyan toplumlarında da namus cinayetlerine rastlanıyor. Namus cinayetleri en başta zina nedeniyle işlenirken, evlenmek istemeyen ya da boşanmak isteyen, hatta tecavüze uğrayan kadınlar da eşleri veya akrabaları tarafından öldürülebiliyorlar. Bu toplumlarda kadına hak görülen zulüm ve cezalar aynı "kabahati" işleyen erkeklere uygulanmıyor.
Başta Bangladeş olmak üzere Hindistan, Pakistan, Afganistan, Kamboçya gibi Güney Asya ülkelerinde erkeklerin öç almak için kadınların yüzlerine asit atması suçu çok yaygın. Bangladeş'teki Asit Kazazadeleri Derneği'ne göre, asit saldırısına uğrayanların yüzde 70'ini kadın ve çocuklar oluşturuyor. Yüzde 70'lik kesimin yüzde 30'u da 18 yaş altı genç kızlar. Asit atmanın "gerekçeleri" ise kıskançlık, aile içi şiddet, çeyiz ve toprak anlaşmazlıkları. Ucuza kolayca bulunabilen asit, kurbanlarda ağır yanıklara yol açıyor, yüzleri ve bedenlerinde ağır tahribat yaratıyor. Suçluların hemen hepsi erkeklerden oluşuyor ancak sadece yüzde 10'u kanun önüne getirilebiliyor.[7]
- İran'da çok istisnai durumlar haricinde kadının boşanma hakkı yok.
- İslam Şeriatıyla idare edilen ülkelerde bazı durumlarda zina yapan kadın ve erkeklere recm cezası uygulanmaktadır.
İş ve çalışma hayatı (Ekonomi)
- 1.2 milyar yoksulun %70'ini kadınlar oluşturuyor.[2]
- Dünya çapında kadınların eğitim - öğretim hakkından yoksun veya ikinci planda bırakılması.
- İş ve çalışma hayatında kadınlara yönelik negatif ayrımcılık.
- 280 milyonluk Arap dünyasında her 2 kadından 1'i okuma yazma bilmiyor.[8]
Kadınlar gerek iş bulma, gerek işten çıkarılma konusunda haksızlığa uğruyorlar. Birçok işyerinde kadın çalışanlara, aynı işi yapan erkeklerden daha az maaş ödeniyor.
Örneğin 2009 yılında yaşanan küresel ekonomik durgunluk en çok kadın çalışanları etkiledi. Ekonomik durgunluk karşısında işyerlerindeki çalışan sayısının azaltılmasına gidilirken, öncelikli olarak kadın çalışanlar işten çıkarıldı.[9]
Kadının konumunun daha düşük olduğu bazı toplumlarda kıdem tazminatı ödenmesini engellemek adına kadınlara işten çıkartma anlaşmaları imzalatılmaktadır.[9]
Asya ve Güney Amerika'da 10 ülkede yapılan araştırmaya göre, kadınlar genelikle iş güvencesi olmayan alanlarda iş bulabiliyor ve kırsal alanlardan büyük şehirlere gelmiş göçmen çalışanlar, gündelik işlerden aldıkları ücretlerle geçinmeye çalışıyor.[9]
Kadın kontenjanı
İşyerlerinde ya da heyetlerde, kadın muhataplı kazanç payı düzenlemesi gibi konular anlamında kullanılmaktadır. Elde edilmek istenen amaç; toplumda, politikada ve ekonomide erkek ve kadının hak eşitliğidir. Bu, özellikle 80’li yıllarda kadınların temsil oranlarıyla politik verileri kıyaslama taleplerine bir araç olarak anlaşılmıştır; ancak bu kavram genel olarak negatif anlamda anlaşılmıştır.
Sıkı (katı) oran; kadınların oranı % 50 ise erkeklerinki de en fazla bu kadar olabilir. Örneğin; kadınlar için ayrılmış beş tane yer ve beş tane de ayrıca boş yer, yani toplamda on boş yer vardır. Eğer beş kadın seçilecekse, en fazla da beş tane erkekler için yer ayrılmaktadır. Sadece dört kadın seçilmişse, beş boş yer olsa bile dört erkek seçilebilmektedir. Bir sonraki seçime kadar o boş yer, bir tane de kadınlara ayrılmış boş yer o şekilde bırakılmaktadır.
Yumuşak oran; % 50 den fazla kadın hâkimiyetidir. Örnek: on kadın yeri ile açık beş yer söz konusu olsun; kadın yerlerine sadece dört kadın seçilmiş olsa bile, tüm beş boş yer erkeklerle doldurulabilir. Bu durumda boş kalan bir kadın yeri bir sonraki seçime kadar açık kalmaktadır. Bu tür istisnalar durumda genelde bir kadın kurulu karar verir.
Sağlık
- Tüm dünyada sağlık çalışanlarının yüzde 75'i kadın.
- Afrika'daki hamile kadınların ölüm riski, Batı Avrupa'dakilerden 180 kat daha fazla.[2]
Genel
- Gelişmekte olan ülkelerdeki kadınlar günde ortalama 20 litre suyu 6 km taşıyorlar.[2]
- Mültecilerin %80'ini kadınlar oluşturuyor.[2]
- Dünya'daki arazilerin sadece %1'i kadınlara ait.[2]
- Siyasette ve iş dünyasında da kadınların oranı gelişmiş ülkelerde bile epey düşük.[4]
- Okuma-yazma bilmeyen ve eğitim hakkından mahrum 1 milyardan fazla yetişkinin 2/3'ü kadın.[2]
- İnternet kullanıcılarının %42'si kadın.[2]
- OECD ülkelerindeki bilimsel ve teknik alanlardaki üniversite mezunlarının %30'u kadın.[2]
- ABD'deki mucitlerin %10'u kadın.[2]
- Dünyadaki mal varlıklarının 14 trilyon dolarlık kısmı kadınlara ait.[2]
- Sadece Japonya ve Peru'da iş kuran kadın sayısı erkeklerden fazla.[2]
- Haber veya röportajlara konu olanların %21'i kadın.[2]
- Gazetecilerin 1/3'ü kadın olmasına rağmen, bölüm şefi, editör ya da patronların sadece %1'i kadın.[2]
- Avrupa Birliği'ndeki cinsiyetler arası en yüksek gelir adaletsizliği yaklaşık %25 farkla, Kıbrıs, Estonya ve Slovakya'da görülüyor.[2]
- Yeni üniversiteyi bitirmiş kadınlar, erkeklerden %20 daha az para kazanıyor. Bu fark 10 yıl içerisinde %31'e yükseliyor.[2]
Tartışmalar
Konu üzerine tartışmalar aşağıdaki başlıklar altındadır:
Oran ve adalet
Bu konunun yandaşları, bu tartışmayı; kadınların ilgili işlerdeki azlığını, oranların yumuşatılması ya da aceleye getirilmesinin sonucu olarak görerek başlatmışlardır. Bunun tam olarak karşıtı da erkek ayrımıdır. Bu nokta, toplam çoğunluktaki kadın oranı, amaçlanandan az olduğunda güçlenmiştir.
Oran ve nitelik
Çok merkezi önemde bir tartışma noktası da elemanların, sadece ve sadece nitelik veya artı ölçütler (örneğin kadın oranı durumundaki cinsiyet gibi) doğrultusunda yapılan seçime yönelik taleplerdeki kavgadır. Bu bağlamda yine adalet önemli bir rol oynamaktadır. Diğer yandan kurulun veya makamın işlevsel etkinliği düşebilir diye kaygı dile getirilmektedir, örneğin bu durum daha az nitelikli adayların oran (biçimsellik) yüzünden daha nitelikli erkek adaylara tercih edildiğinde ortaya çıkmaktadır.
Oran ve demokrasi kuralı Temel seçme hakkıyla kadınlar da erkeklerle eşit hakka sahip olmalı, böylece de kadınların da erkekler gibi daha çok başarı şansı olmalıdır. (Bu tartışmaların asıl amacı da budur zaten.) Ayrıca temel seçme hakkı prensibi, belirli bir iş ya da mevki belli bir grup için ulaşılamaz olduğunda genel seçme hakkıyla karıştırılabilir. Bunun bir örneği Lübnan’dır. Orada devlet başkanı Hristiyan, hükümet başkanı sunni Müslüman olmalıdır gibi kesin kurallar vardır.
Oran ve anlaşma özgürlüğü/mülkiyet hakkı
Yasa yoluyla kadın oranları özel kuruluşlar için de geçerli olması halinde, akit yapma özgürlüğü ve özel mülkiyet kanununa bir sınırlama getirilmiş olmaktadır. Örneğin Norveç’te yönetim kurulları bağlamında bir kadın oranı söz konusudur. Böyle bir işleyiş ile bir girişimci için, kendisinin güvendiği bir yönetim kurulu üyesini belirleme hakkı somut olarak elinden alınmış olmaktadır. Bu kısıtlama esasen Almanya’da geçerli olan katılımcı belirleyim hakkı ile kıyaslanınca nispeten yumuşak sayılabilir; zira söz konusu bu yasal hüküm gereği yönetim kurulu üyeleri sendika ve çalışanlar tarafından belirlenmesi gerekmektedir.
Sınıf ve cinsiyet ayrımlarının iptali
Genel kadın hakları, erkekler için seçme hakkının bozulmasına paralel olarak yolunu kaybetmiştir. Sadece çok az ülkede, o zamanlar Rusya’ya bağlı büyük bir prenslik olan Finlandiya’da 1906’da olduğu gibi, her iki cinsiyete de seçme hakkı verildi. Erkekler ne kadar çok sınırsız seçme hakkına sahip olursa, kadınlar da buna bağlı olarak o kadar uzun süre bunun için mücadele etmek zorunda kaldılar. Fransa ve İsviçre daha önceleri, erkek egemen Avrupa’ya dâhil olsalar da bu gruptan aynı Yunanistan ve Bulgaristan gibi ayrıldılar.
Bazı ülkelerde sosyal demokratlar, kadınları taleplerinde ilk destekleyen grup oldular. Ancak bu görüşteki yöneticiler kadınların seçme hakkı için sadece genel bir seçme hakkı çerçevesinde mücadele etmiştir, yani erkeklerin seçme hakkının genişletilmesi bağlamında irade göstermişlerdir, özellikle de bu yöndeki mücadelede kadınların desteğine ihtiyaç duyulduğunda bu söz konusu olmuştur. Buna karşı genelde, kadınların seçme hakkının toplu iş hakkını elde etme yönünde bir engel oluşturabileceği kaygısını taşımaktaydılar.
Birçok ülkede liberaller, kadınlara seçme hakkı verilmesi konusunda ılımlıydı. Ancak önemli olan şudur: Liberal siyasetçiler çoğunlukla seçme hakkında direttikleri gibi siyasi katılımcılığı sosyal durum veya eğitim durumuna bağlı olarak değerlendirmişlerdir. Burjuva sınıfına mensup kadınların sınırlı seçme hakkı alma durumu artmaya başladı. Bu ilk olarak, kadın hakları savunucularının ilk adım olarak gördükleri, cinsiyetler arasındaki sınırların kaldırılmasıyla, genel seçme hakkıyla takip edilecek bir süreçti.
Avrupa genelinde tartışılan sorun ise, işçi sınıfı ya da dişi cinsiyete öncelik verilip verilmeyeceğiydi. Her politik görüşün negatif sonuçlar getirmesinden korkuluyordu.
Sosyalistler ve liberaller, her şeyden önce tutucu ve dincilerin kadınların seçme hakkından faydalanacaklarını düşünüyorlardı ve bu yüzden de tutucu partiler, kadınların oylarıyla sol ve liberal partileri güçlendireceğinden korkuyorlardı. Ayrıca kadınların seçme hakkı ilk adımda tam olarak emansipasyon olarak görülmekteydi. Bu, sınıflar arası sınırların çok geçmeden kaldırılmasına sebepti aslında.
Stratejiler (ve metodlar)
Bütün ülkelerde kadınlar, ilk olarak talepleri konusunda seslerini, gazeteler ve el ilanlarıyla yükselttiler. Sonraları ise lobileşme ve halka açılmanın dilekçe ve yasa teşebbüsleriyle olabileceğini anladılar.
Protestan ülkelerdeki kadın hakları savunucuları ise imza kampanyalarını tercih ettiler. Bu yüzden de İzlanda’da 11000 imzayla 1907’de kadınlara seçme hakkı verildi. Sadece bazı ülkelerde (Büyük Britanya ve Hollanda gibi) 20. Yüzyıla kadar sokaklarda eylemler ve protestolar devam etti.
Bu konudaki aydınlanma hareketleri, hikâyeler ve tiyatro oyunlarıyla İsveç’te yayılmaya başladı. İsveç 20. Yüzyılda filmler ve reklâmları bu konuda yayın aracı olarak kullandı.
En yaratıcı yöntemleri İngiliz süfrajetler ortaya koymuştur; onlar kendi dükkânlarını açıp mor, beyaz ve yeşil renkli “kimlik birliği”ni geliştirmişlerdir.. Fransız aktivistler, vergi boykotu ve Fransız Medeni Kanununu yok saymak gibi sivil itaatsizlikler denediler ancak hiç taraftar bulamadılar.
Sadece İngilizler bu konuda kitlesel hareketlerde bulundular. Büyük çoğunluk buna katılırken, 40–50 yaşlarının üzerindeki azınlık kitle bunu dışında kaldı. Milletvekillerini esir aldılar, pencere camlarını yerlerinden çıkarıp fırlattılar ve ateşler yaktılar. Tutuklanmalarından sonra bunu, bir grubun açlık grevi takip etti.
Toplam olarak bakıldığında bunlar kadınlara seçme hakkı verilmesi için yapılan hareketler bakımından önemliydi. Üstün cinsiyet tutumu kadınlar açısından planlanmaya başlandığında, Güney Avrupa’da olduğu gibi yeni özgünlükler/kişilikler ortaya çıktı. Bu yüzden de yasal bir politik düzenlemeye gidilmek zorunda kalındı.
Uluslararası örgütlenme ağı
1904’te Berlin’de, kadınlara oy hakkı için milletler arası bir birlik kuruldu. Amaçlarından biri de, oy hakkı konusunda cinsiyetler arasındaki uzaklığı azaltmaktı.
Hem bazı yasakların taraftarlarını hem de kadınlara seçme hakkı verilmesi durumunu genel olarak bir arada ele aldılar. Birçok üye, seçme hakkına kavuşmak için üye oldu. Bu milletlerarası birlik, birçok ülkedeki kadın gruplarını, haklarını savunmak için bir ağda toplamayı amaçlıyordu.
Sadece bazı ülkelerin ana örgütlerini kendilerine dâhil ettiler. Bundan dolayı; Polonya, Çek Cumhuriyeti ya da Baltık ülkeleri bu birlikte yer almadı ve kadınlar ve erkekler için politik haklar konusundaki bağımsızlık talepleri kimse tarafından duyulamadı.
Sosyalist kadınlar, “Uluslararası Kadınlar” çatısında birleşti. İlk sosyalist kadın kongresi Stuttgart’ta 1907’de Clara Zetkin başkanlığında gerçekleşti. Sosyal alt tabakalar için (genel) seçme hakkı gibi aciliyet taşıyan konular, kadınlar için seçme hakkıyla beraber ele alındı. 1910’da Kopenhag’daki ikinci buluşmada, uluslararası kadın günlerinin başlangıcı sayılan, kadınlara seçme hakkı için ilan edilen “mücadele günü”ne (8 Mart günü) karar verildi.
Kadın ayrıcalıklı sınırlamalar
Hemen hemen bütün ülkelerde erkekler, politik konularda yer alma bakımından, kadınların isteklerine aynı isteklerle karşılık vermişlerdi. Bu yüzden de kadınların kaderinde sadece evde çalışmanın olduğu ve politikanın erkek dünyasına ait olduğu “doğal” kural tekrar ortaya çıkmıştır.
Erkeklerin büyük bir bölümü, iş yerlerini kadınlarla, özellikle de eşleriyle paylaşmak istememekteydi. Ayrıca kadınların, sosyal rollerini bağımsız olarak belirleyemeyecekleri de düşünülmekteydi.
Kadınlar, cinsiyetlerle yaratılan sınırlarla, erkekleri bulaştırmadan mücadele ettiler. Belçika ve İtalya gibi bazı Katolik ülkelerde ve Ortodoks Bulgaristan’da, evli ve çocuk sahibi kadınlar, çocuksuz kadınlara göre daha değerli sayıldıklarından seçme hakkını daha önce elde ettiler. Bu yüzden de doğurganlık, erkekler tarafından bağımsızlık simgesi olarak düşünülmeye başlandı.
Amerika Birleşik Devletleri Anayasası 19. Ek Madde
Amerika Birleşik Devletleri Anayasası’nın 19. Ek Madde’si 1 Haziran 1919 tarihinde kurultayda sunulmuş ve 18 Ağustos 1920’de ABD Anayasası’na eklenmiştir. Kabul edilmesindeki en önemli etken 36. eyalet olarak imzalayan Tennesse’nin onaması olmuştur. Dışişleri Bakanı Bainbridge Colby 26 Ağustos 1920’de onamayı tasdik etmiştir. Bu ek madde hükümetin ve ülkelerin, kişinin cinsiyeti nedeni ile seçim hakkını kullanamamasını yasaklamaktadır. Ek madde özellikle kadınların oy hakkını genişletmiştir.
İngilizce Metin The right of citizens of the United States to vote shall not be denied or abridged by the United States or by any State on account of sex. Congress shall have power to enforce this article by appropriate legislation.
Türkçe “Birleşik Devletler vatandaşının seçme ve seçilme hakkı, cinsiyeti nedeniyle ne Birleşik Devletler ne de herhangi bir eyalet hükümeti tarafından reddedilebilir ya da kısıtlanabilir. Kongre bu ek maddeyi geçerli yasalarla yürürlüğe sokmada yetkilidir.”
Tarihi
Ek madde birçok kadın savunucunun çalışmasıyla ortaya çıkmıştır. The Silent Sentinels adlı bir grup 1917 yılında 18 ay boyunca dikkatleri çekmek için Beyaz Saray önünde protesto yapmıştır.
9 Ocak 1918 tarihinde Başkan Woodrow Wilson Anayasa Ek Maddesi için desteğini bildirmiştir. Bir sonraki gün ABD Temsilciler Meclisi ek madde tasarısını kabul etmiş; fakat Senato ekim ayına kadar bu konunun tartışılması için kabul etmemiştir. Senato oylama konusunda fikir birliğine varmış; ama ek madde iki oyla reddedilmiştir.
Bunun üzerine Ulusal Kadınlar Partisi (National Woman’s Party) kadınların oy kullanmalarına karşı olan senatörlerin tekrar seçilmemesi için 1918 yılı sonbahar seçimlerinde bir araya toplanmışlardır. Seçimlerden sonra kurultaydaki çoğu üye kadınların oy kullanmaları taraftarıydı. 21 Mayıs 1919 tarihinde ABD Temsilciler Meclisi ek maddeyi 340’a karşı 89 oy ve iki hafta sonra da senato 56’ya 25 oyla kabul etmiştir.
27 Şubat 1922‘de ek maddenin temyizi istenmiş; fakat önerge ABD Yüksek Mahkemesi tarafından geri çevrilmiştir. Anayasa’nın 19. Ek Maddesi (Kadınların Oy Hakkı) - 1920
Bazı tarihi adımlar
19. yüzyılın sonlarında kadınların oy verme hakkına kavuşabilmesi konusu kadın hakları hareketi için önemli bir aşama temsil etmiştir.[10]
- Yeni Zelanda'da kadınlara seçme hakkı 1893 yılında, seçilme hakkı 1918'de verilmiştir. Bu yasa tüm kadınları kapsar.
- 1902'de Avustralya'da kadınlar seçme hakkı kazanmıştır.
- 1906 yılında Finlandiya kadın vatandaşlarına seçme ve seçilme hakkı tanıyan ilk Avrupa ülkesi olmuştur. O yıllarda Rusya büyük çarlığına bağlı bir düklük olan Finlandiya, dünyada ilk kadın milletvekillerinin meclise girdiği ülke unvanını da taşır. 1907 yılında 19 kadın milletvekili meclise girmeyi başarmıştır.
- Norveç 1913'te, Danimarka ve o zaman Danimarka'ya bağlı olan Izlanda da 1915'de kadınlara oy hakkı vermiştir.
- Kanada'da Quebec bölgesi hariç, kadınlar 1917'de seçme ve 1920'de seçilme hakkı elde ederken, Quebec'de kadınlara seçme ve seçilme hakkı 1940 yılında verilmiştir.
- 1917'de Rusya ve eski Sovyet cumhuriyetlerinden bir kısmında da kadınlar seçme ve seçilme hakkı elde etmişlerdir. Bu hak 1918 yılı genel seçimlerinde ilk defa kullanılmıştır.
- 12 Kasım 1918'de Avusturya kadınlarına oy hakkı vermiş, onu takip eden günlerde 30 Kasım 1918'de Almanya'da kadınların seçme ve seçilme hakkı yasayla garantilenmiş ve 19 Ocak 1919 seçimlerinde kadınlar ilk defa oy kullanmıştır.
- Amerika Birleşik Devletleri'nde 1920 yılında yürürlüğe giren anayasa değişikliği ile ülke genelinde kadınlara oy verme hakkı tanınmış, Kasım 1920'de kadınlar ilk parlamento seçimlerine katılmışlardır.[10]
- 1918 yılında 30 yaşının üstünde olup, bazı özel durumlarda oy kullanabilme hakkını elde etmiş olan, Birleşik Krallık kadınları için tam oy hakkı 1928 yılında sağlanmıştır [10].
- Güney Afrika Cumhuriyeti ırklarlarına göre kadınlara 1930'da beyaz ırka, 1984'de Hint ırkına , 1994'de de siyah ırka, oy hakkı tanımıştır.
- Türkiye'de kadınlar 20 Mart 1930'da belediye seçimlerinde seçme hakkı kazandılar. 1933'te Köy Kanunu'nda muhtar seçme ve köy heyetine seçilme hakkı düzenlendi. Milletvekili seçimlerinde seçme ve seçilme hakkına ise 5 Aralık 1934'te yapılan anayasa değişikliğiyle kavuştular. 8 Şubat 1935'de ilk defa meclis seçimlerine katılan Türk kadınları mecliste 18 sandalye elde ettiler.[11]
- Fransa'da 4 Ekim 1944'de yapılan yasa değişikliğiyle kadınlara seçme ve seçilme hakkı verildi. 29 Nisan 1945'te ilk defa belediye seçimlerine katılan kadınlar 21 Ekim 1945'te de ilk defa parlamento seçimlerinde oy kullandılar.
- 1925'de belediye seçimlerinde oy kullanmaya başlayan İtalyan kadınları 1946'da ilk genel seçimlere katıldılar.
- Brezilya'da 1934'de, Filipinler'de 1937'de, Arjantin ve Meksika'da 1946'da, Japonya'da 1945'te, Çin'de 1947'de, Liberya'da 1947'de, Uganda'da 1958'de ve Nijerya'da 1960'da kadınlar oy verme hakkına sahip oldular.[10]
- İsviçre'de kadınların seçme ve seçilme hakkıni elde etmesi 7 Şubat 1971'de gerçekleşirken İsviçre'ye bağlı Appenzell kantonunda ise 1990'ı bulmuştur.
8 Mart Dünya Kadınlar Günü
1857 yılında, ABD'de dokuma işçisi kadınların daha insanca bir yaşam isteğiyle, eşitsizliğe ve ayrımcılığa, uzun ve insanlık dışı çalışma koşullarına karşı mücadeleye başladıkları 8 Mart, ilerleyen süreçte, tüm dünya kadınlarının kutladığı bir gün haline geldi. 1857’den beri dünyanın birçok ülkesinde kutlanan bu gün 1977 yılındaki Birleşmiş Milletler genel toplantısında Kadın Hakları ve Uluslararası Barış günü olarak kararlaştırılmış ve kadınların haklarının verilmesinin dünya barışını güçlendireceği kabul edildi. Böylece 8 mart Birleşmiş Milletler'e üye ülkelerde 'Uluslararası Kadın Günü' olarak kutlanmaya başladı.
8 mart, 19'uncu yüzyılın sonlarından bu yana kadınların talep ve özlemlerini dile getirmedeki kararlılıklarını sergiledikleri ve bu güne dek hiç de küçümsenmeyecek haklar elde ettikleri bir gün oldu. Kadınların daha eşit ve daha yaşanılır dünya için başlattığı mücadele, toplumların her kesiminde yankısını bulbuldu ve destek gördü. Günümüzde uluslararası insan hakları belgelerinde her insanın eşit ve özgür doğduğu, herkesin insan haklarına ve temel özgürlüklerine hiçbir ayrım gözetilmeksizin fırsat eşitliği çerçevesinde sahip olduğu ve cinsiyete dayalı ayrımcılığın kabul edilemezliği ilkeleri yer aldı.
Hareketleri
Stratejiler ve yöntemleri
Bütün ülkelerde kadınlar, taleplerini ilk olarak gazetelerde ve bültenlerde duyurmuşlardır. Daha sonra da dilekçe ve yasama girişimi ile lobileşme ve halkla ilişkilere yönelmişlerdir. Protestan ülkelerde kadın hakları savunucuları imza listeleri oluşturmakla uğraşmışlardır. Böylece 1907 yılında İzlanda’da Kadın Hakları Birliği 11.000 kadının imzası ile kadınların da seçme hakkına sahip erkeklerin sayısı kadar olduklarını gösterebilmişlerdir. Sadece İngiltere ve Hollanda gibi devletlerde, 20. yüzyılın başlarında sokak protestoları ve gösteriler yapılmıştır.
Kurgusal hikâyeler ve tiyatro eserleri aracılığıyla eğitim çalışmaları İsveç’te yaygınlaşmıştır. İsviçre’de de 1920’lerde film ve ışıklı reklâmlar gibi modern reklâmlar kullanılmıştır. Daha sonraları kadın hakları talep ederken yüksük, kurşun kalem, sofra takımı ve cep aynası gibi günlük öğeler popüler olmuştur. En hayalperestleri de İngiliz Süfrajet’ler olmuştur; onlar kendi mağazalarını açmış ve erguvan, beyaz ve yeşil renkli “Corporate Identity”i (kimlik birliği) geliştirmişlerdir. Fransız eylemciler vergi boykotu ve medeni kanunun yakılması gibi isyancı eylemlerini yürütmüşlerdir. Ancak kendilerine taraftar bulamamışlardır. Bu olay, sadece İngiltere’de kitle hareketine dönüşmüştür. Büyük bir çoğunluk, eylemleri ılımlı bir şekilde düzenlerken, küçük bir azınlık 40–50 yıl sonra milletvekillerine saldırmak, pencere doğramalarını kırmak ve yangın çıkarmak gibi başarısız protestolar yapmışlardır. Yakalandıklarında da açlık grevi yapmışlardır.
Genel olarak onların endişelerini kültürel kabul çerçevesinde gidermek, seçme hakları hareketleri için önemli bir olgu olmuştur. Yerleşik cinsiyet ortamının, kadınlara resmi bir çıkış yolu önermediği anlaşılınca, güney Avrupa’da olduğu gibi siyasal hayata katılıma taleplerin meşruiyeti yönünde yeni kimlikler oluşturulmuştur.
Uluslararası Ağ
1904 yılında Berlin’de kadınların oy hakkı için bir dünya federasyonu kurulmuştur. Bu federasyonun amaçlarından birisi cinsiyetler arası oy hakkı mesafesini azaltmaktır. Bu federasyon hem kısıtlanmış taraftarların hem de bütün kadınların haklarını birleştirmiştir. Bütün yurttaş üye dernekleri oy hakkı için girişimde bulunmuşlardır. Dünya federasyonu, dünya çapında bir ağ için kendi düzenli kongrelerini yapan ve birçok ülkeden hakları için gelen kadınları destekleyen önemli bir araç olarak bir çatı organizasyonu oluşturmuştur.
Sosyalist kadınlar Uluslararası Kadınlar Konferansı’nda birleşmiştir. İlk sosyalist Kadınlar Kongresi 1907 yılında Clara Zetkin önderliğinde Stuttgart’ta düzenlenmiştir. Zetkin’in yoldaşları erkek vatandaşlara tanınan genel oy hakkının aynısını tüm sosyal tabakaları kapsayacak şekilde kadınlar için de etmişlerdir. 1910 yılında Kopenhag’daki ikinci buluşmalarında kadınların seçme hakkı için mücadele günü olarak uluslararası bir kadınlar günü kararlaştırmışlardır (8 Mart). Birçok ülkede kadınların seçme hakkı için, ilk gösterileri düzenlemişlerdir.
Sınıf ve cinsiyet ayrımının kaldırılması
Genel kadın haklarını elde etme uğraşı, erkeklerin seçim hakkının kaldırılması uğraşı ile iç içe girmiştir. 1906 yılında, o dönemlerde Rusya’ya bağlı olan Finlandiya Grandüklüğü gibi çok az devlette her iki cinsiyet için genel seçme hakkı yürürlükte olmuştur. Erkekler kayıtsız şartsız seçme hakkına sahip oldukça kadınlar da bunun için daha uzun süreli mücadele etmek zorunda kalmışlardır. Avrupa’nın tıpkı Yunanistan ve Bulgaristan’da gibi, erkek egemenliği önde olan en eski devletleri olmaları nedeniyle Fransa ve İsviçre sonradan bu hakkı elde etmişlerdir.
Bazı ülkelerde kadınların istekleri doğrultusunda ilk destekleyenler sosyal demokratlar olmuşlardır. Erkeklerin seçme hakkının genellenmesine duydukları ilgiye bağlı olarak ve kadınların desteğine ihtiyaç duydukları zaman, kadınların oy kullanma hakkıyla yakından ilgilenmişlerdir. Sık sık işçilerin seçme hakkını kabul ettirmek için kadınların seçme hakkının bir engel olabileceğinden endişe etmişlerdir.
Birçok devlette liberaller kadın seçme hakkı ile ilgilenmişlerdir. Ancak sonuç olarak liberal politikacılar bir ortak kabul diretmişlerdir ve sosyal durumun veya eğitimin bağlı olduğu bir politik katılımda bulunmuşlardır. Bu durumda kadın vatandaşların çoğunluğu sınırlanmış olsa da hemcinsleri için bir seçme hakkı talep etmişlerdir. İlk etapta, bir kısım kadın hakları savunucuları tarafından ilk adım olarak görülen, cinsiyet ayrımının kaldırılması gerçekleşmiştir; bunu daha sonra genel seçim hakkının elde edilmesi takip etmiştir.
Bütün Avrupa’da bir soru oluşmaya başlamıştır: İşçi sınıfına mı yoksa kadınlara mı öncelik verilmeli? Her bir taraf bu sorunun kendisi için olumsuz sonuçlar doğurmasından korkmuştur. Sosyalistler ve liberaller her şeyden önce kadınların oy haklarından tutucuların ve aşırı dincilerin fayda sağlamasından endişe etmişlerdir ve tutucu partiler kadınlara tanınacak oy hakları sayesinde sol ve liberal partileri güçlendirmesi tehlikesinden korkmuşlardır.
Kadınlara özgü kısıtlamalar
Neredeyse bütün devletlerde erkekler kadınların politik katılım talebine aynı şekilde itiraz ederek mesafeli durmuşlardır. Böylelikle politika erkeklerin dünyasına ait iken evdeki işlere uygun görülen kadınların “doğal” oylama hakları ileri sürülmüştür. Erkeklerin büyük bir çoğunluğu yetki alanlarını kadınlarla, özellikle de ilk olarak eşleriyle paylaşmak istememişlerdir. Erkekler kadınların sosyal rolleri yüzünden bağımsızca karar veremeyeceklerini düşünmüşlerdir. İngiliz reformcular, ailede eşler arasında politik ayrımlara sebep olabileceğinden, “1867 Reform Eylemi”ne dair kadınların seçme hakkını önlemişlerdir. Bu sebeple İskandinavlarda ve İngiltere’de ilk olarak bekâr ve boşanmış/dul kadınlar seçme hakkını elde etmiş ve idari gerekçelerle evli kadınlar da eşleri ile temsil edilmişlerdir.
Kadınlar cinsiyetlerinden kaynaklanan engellere karşı mücadele etmişlerdir, erkekler bu engellerle hiç karşı karşıya kalmamışlardır. Anneler Belçika, İtalya ve Ortodoks Bulgaristan’da yerel seçme hakkını elde etmişlerdir, bu ülkelerde annelerin bu ayrıcalığı elde etmesinin sebebi de çocuğu olmayan kadınlara nazaran toplumda daha değerli olmalarıdır. Bu düşünceye erkekler de hiçbir zaman karşı çıkmamışlardır.
Parlamenterler kadın seçme hakkının sözde beklenmeyen sonuçlarını en aza indirmek için kadınlara özel oylamayı olanaklı kılacak tüm biçimleri üzerine tartışmışlardır. Yunanistan gibi bazı ülkelerde kadınlar için sağlam bir eğitim oylama koşulu konulmuş; kadınlar, erkek seçmenlerin tam tersine okul eğitimlerini kanıtlamak zorunda kalmışlardır. İngiltere, Macaristan ve İzlanda’da ara sıra kadınlar için yaş koşulu uygulamışlardır. Böylece 30 ile 40 yaş arasındaki kadınlar seçme haklarını kullanmışlardır. Başka bir biçimi de ahlak koşuludur. Avusturya, İspanya ve İtalya’daki “sokak kadınları” ağır bir ayrımcılıkla karşı karşıya getirilerek seçme hakkından mahrum bırakılmıştır. Bu sırada bu kısıtlamaya dâhil olmayanlar seçme haklarını kullanmışlardır.
Kadın ve kadın yurttaş hakları bildirgesi
Kadın ve Kadın Yurttaş Hakları Bildirgesi (frans. Déclaration des droits de la femme et de la citoyenne) Eylül 1791’de Fransız yazar Olympe de Gouges tarafından Fransız Millet Meclisinin yasa çıkarması için yayınlanmıştır. Bu bildirgede kadınların hukuki, politik ve sosyal alanda eşit kılınmasından bahsedilmiştir.
Bu yazı, 26 Ağustos 1789’da Fransız Devrimi sırasında ilan edilen, İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi’ne bir tepki olarak yayımlanmıştır. İlk bildirgenin içerdiği hak ve yükümlülükler sadece reşit vatandaşlar için geçerli olmuştur. Reşit vatandaşlar da o zamanlar erkekler olarak tanımlanmıştır. Kadınların seçme, resmi dairelere girme, çalışma özgürlüğü, mülkiyet hakları verilmemiştir ve onlara askerlik yükümlülükleri verilmemiştir.
İçerik:
- Kral’a mektup
- Kadın hakları
- Kadın ve Kadın Yurttaş Hakları Bildirgesi (Millet Meclisi’ne)
- Önsöz
- I ve XVIII arası maddeler
- Son ekleme
- Kadın ve erkek arasındaki sosyal anlaşma formu
- İki dipnot
Kadın ve Kadın Yurttaş Hakları Bildirgesi’nin Özeti
Madde I: Kadın özgür doğar ve erkeklerle haklar bakımından eşittir. (…)
Madde II: Her siyasi derneğin amacı, kadın ve erkeğin, doğal ve daimi haklarını korumaktır. Bu haklar; özgürlük, mülkiyet, güvenlik ve özellikle baskıya karşı koymaktır.
Madde III: Her bir devlet gücünün esası kadın ve erkeklerin birliğine ve onların ulustaki varlıklarına dayanmaktadır. (…)
Madde IV: Özgürlük ve adalet diğerine ait olan her şeyin iadesinden oluşmaktadır. Böylelikle erkeğin daimi zulmüne karşı çıkma haklarını uygulamanın sınırı olmamaktadır. Sınırlar doğa ve akıl çerçevesinde düzenlenmelidir.
Madde V: Doğa ve akıl yasaları toplum için zararlı olabilecek tüm davranışları yasaklar. Bu yasaların izin verdiği ve ilahi yasaların yasaklamadığı hiçbir şey engellenemez. (…)
Madde VI: Yasa genel iradenin ifadesi olmalıdır. Bütün kadın ve erkek vatandaşlar şahsen veya bir vekil aracılığıyla yasanın oluşumuna katkıda bulunmalıdır. Bütün kadın ve erkek vatandaşlar yasanın önünde eşit olup; bütün rütbe, pozisyon ve resmi dairelere eşit ölçüde kabul edilmelidir. (…)
Madde VII: Hiçbir kadın bu yasaların dışında bırakılmayacaktır. Kadın belirli durumlarda yasalar önünde suçlanacak, tutuklanacak ve hapsedilecektir. Kadınlar da erkekler gibi, hükmü kesin olan bu yasalara bağlı olacaktır.
Madde VIII: Yasa sadece mutlak, açık ve gerekli cezalar vermelidir. (…)
Madde IX: Suçlu bulunan her bir kadına yasanın yaptırımları uygulanır.
Madde X: Kimse genel bir politika olsa bile, mahkûmiyetinden dolayı dava edilemez. Kadın darağacına çıkma hakkına sahiptir, aynı ölçüde konuşmacı kürsüsüne çıkma hakkına da sahiptir. (…)
Madde XI: Fikir ve düşüncelerin özgürce ifadesi kadın haklarının en değerli maddelerinden biridir, çünkü bu özgürlük babaların çocuklarıyla olan babalık bağlarını garanti altına alır. Böylelikle her kadın vatandaş onu gerçekleri gizlemeye zorlayan barbarca ön yargılar olmadan “Ben bize ait olan bir çocuğun annesiyim” diyebilir.
Madde XII: Kadınların ve kadın yurttaşların haklarının güvence altına alınması, daha büyük bir yararı ortaya koyar. Bu güvence, bu hakların tanındığı kişilerin ayrıcalığı olmamalıdır, herkesin yararına hizmet etmelidir.
Madde XIII: Devletin giderleri ve idari giderler için kadın ve erkeklerin katkısı eşittir. Kadınlar bütün yükümlülük ve yorucu işlerde katkıda bulunurlar, bu nedenle görev, iş, talep, onur ve zanaatte de paylaşıma katılırlar.
Madde XIV: Kadın ve erkek yurttaşlar kendileri veya temsilcileri aracılığıyla vergilerin zorunlu olup olmadığına karar verme hakkına sahiptir. Kadın yurttaşlar, sadece varlıklarında değil, aynı zamanda resmi kurumlarda, vergilerin toplanması, bunların kullanılması ve süresinin belirlenmesi sürecine eşit oranda katılabildikleri takdirde bunu kabul ederler.
Madde XV: Vergi ödemesinde erkeklerle bir olan kadınlar, resmi devlet memurundan mali işlerle ilgili bilgi alma hakkına sahiptir.
Madde XVI: Hakların garantisinin olmadığı ve güçler ayrılığının belirlenmediği bir toplumun anayasası yoktur. Ulusu oluşturan bireylerin çoğunluğu yasanın biçimlendirilmesinde katkıda bulunmadıysa, o yasa yoktur ve geçersizdir.
Madde XVII: Birlikte veya ayrı olarak mülkiyet her iki cinsin hakkıdır.[…] Kimse ulusun asıl miras payından yoksun bırakılamaz[…]
Önemi ve etkisi
1789 bildirgesinden hemen sonra ilan edilen ve bir önsöz ile 17 maddeden oluşan, Kadın ve Kadın Yurttaş Hakları Bildirgesi, her ne kadar önsözde cesaret gibi güzelliği de düşünen cinsiyeti tanımlasa da, kadınlar için sadece basit bir karşıt tasarı olmamıştır. Bu bildiride sık sık ulusu oluşturan her iki cinsiyet de ifade edilmiştir. Olympe de Gouges’in “l’homme” (Fr. ilk yaygın anlamı ile “erkek”, ikinci anlamı ile insan/şahıs) kelimesi yerine “kadın ve adam” sözlerini kullanmasıyla da her iki cinsiyet açıkça betimlenmiştir. Madde VII’de de kadınların ayrıcalığının olmadığı belirtilmiştir.
Her iki bildirgede de sürekli olarak özgürlük, eşitlik güvenlik, özel mülkiyet hakkı ve baskıya karşı çıkma hakkı talep edilirken, 1789 bildirgesindeki olumsuz olarak yer alan “özgürlük” kavramı de Gouges tarafından olumlu olarak değiştirilmiştir. Özgürlük, başka birine zarar vermeyen her şeyi yapabilmekte düğümlenmektedir. Madde IV’de “özgürlük ve adalet”; ait olan şeyin iade edilmesi, anlamına gelmektedir.
Eşit hakların ve eşit görevlerin karşılanması gerekliliği de Gouges’un esas görüşü olmuştur. Bu nedenle de Gouges’un bildirgesinin en önemli ve bilinen sözü ortaya çıkmıştır: “Kadın darağacına çıkma hakkına sahip olduğu ölçüde konuşmacı kürsüsüne çıkma hakkına da sahiptir.”
Kadın ve Kadın Yurttaş Hakları Bildirgesi’nin tarihi önemi de kadın ve erkekleri yücelten genel bir istek olan, ilk evrensel insan hakları bildirgesi olmasından kaynaklanmıştır. İçinde var olan toplumsal düzen ile aydınlanmanın kritik tartışması da yansıtılmıştır.
Tarihsel etki olarak da edebiyatta farklı yerler almıştır. Bir taraftan 1791 bildirgesinin sadece beş örnekle yayınlandığı ve siyasi olarak tamamen göz ardı edildiği işaret edilirken, diğer taraftan da bu bildirge tüm Fransa’da ve yurtdışında da heyecan uyandırdığı anlamına gelmiştir. Gouges’un bildirgesi bugün tarihi dokümanların çoğunda ve listelemelerde eksik olarak görülmüştür. 1972’de Fransız ulusal kütüphanesinde fark edilmeden duran metin Hannelore Schröder tarafından tekrar bulunmuş ve 1977 yılında da Almanca olarak yayımlanmıştır.
Ayrıca bakınız
- Osmanlı İmparatorluğu'nda kadının toplumdaki yeri
- Türkiye'de kadın hakları
- Feminizm
- Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Yok Edilmesi Sözleşmesi (CEDAW)
- KAGİDER
- Kadınların Kurtuluşu
Dış bağlantılar
- Kadın Hakları Hakkında Detaylı Bilgi
- Türkiye'de Yaşayan Kadınlara Hakları Hakkında Detaylı Bilgi Veren Platform
- dergiler.ankara.edu.tr
- www.ksgm.gov.tr/Pdf/egitim
- www.ksgm.gov.tr/Türkiye'de Kadının Durumu
- yayim.meb.gov.tr/dergiler
Kaynakça
- ↑ (İngilizce) "women's rights", The American Heritage Dictionary of the English Language: Fourth Edition, 2000 URL erişim tarihi: 23 Eylül 2007
- 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 Cins InternationalWomensday.com
- ↑ "Nine things women can't do in Saudi Arabia". thisweek.co.uk. 29 Temmuz 2016 tarihinde kaynağından arşivlendi. http://web.archive.org/web/20160729143556/http://www.theweek.co.uk/60339/nine-things-women-cant-do-in-saudi-arabia. Erişim tarihi: 19 Ağustos 2016.
- 1 2 CNN Turk Özel Dosyalar
- ↑ Candündar.com
- ↑ sucveceza.com
- ↑ Asit vahşeti hız kesmiyor! TRT Haber. Erişim: 8 Haziran 2009
- ↑ Arap kadınlarının yarısı cahil ntvmsnbc.com. Erişim: 07 Mart 2006
- 1 2 3 Dünya basınında bugün TRT.Haber. Erişim: 30 Mart 2009
- 1 2 3 4 (İngilizce) "woman suffrage", The Columbia Encyclopedia, Sixth Edition, 2001-05 URL erişim tarihi: 23 Eylül 2007
- ↑ "Kadın örgütlerinden çağrı: Kadını yok sayan partilere oy vermeyin", Demet Bilge Ergün, Radikal, 07 Ocak 2007 URL erişim tarihi: 23 Eylül 2007