Antik çağda savaş
Savaş |
---|
Dönemler
Savaş alanları
Askeriye Portalı |
Antik çağlarda savaş yazılı tarihin başlangıcından antik dönemin sonuna kadar geçen dönemdeki savaş tarzıdır. Avrupa'da Eski Çağ'ın sonu genellikle Batı Roma İmparatorluğu'nun yıkılmasıyla (476) eş tutulur. Çin'de de aynı şekilde beşinci yüzyılın sonu sayılabilir.
Genel bakış
Tarih öncesi çağda savaş ile antik çağda savaşı birbirinden ayıran, teknolojiden ziyade örgütlenme farklılığıdır. İlk şehir-devletlerin ve imparatorlukların kurulmasıyla savaşlar önemli değişikliklere uğramıştır. Başta Mezopotamya olmak üzere yeteri kadar tarımsal artı ürün sağlandığından, tam zamanlı yönetici elitler ve asker sınıfı ortaya çıkmıştır. Askerî kuvvetlerin çoğunluğunu hâlâ çiftçiler oluştursa da, topluluk yılın bir bölümünde bunların tarlada çalışmaktan çok savaşmasını destekleyebiliyordu. Böylece ilk düzenli ordular ortaya çıkmıştır.
Bu yeni ordular devletlerin büyümelerine ve merkezîleşmelerine yardımcı olacak ve Mezopotamya'da ilk imparatorluk olan Akkad İmparatorluğu kurulacaktı. Antik çağdaki ilk ordular, tarih öncesi çağda avlanmak için geliştirilen yayları ve mızrakları silah olarak kullanmaya devam edecekti. Eski Mısır ve Çin'deki ilk ordular da aynı şekilde gelişerek yoğun piyade kuvvetlerini yay ve mızraklarla donatacaklardı.
Antik çağ savaşlarında özellikle atlı orduların yaya ordular karşısında ki üstünlükleri, ve bu yüzden atın savaşlarda kullanımı bu dönemde hızla yayılmış olduğu dikkati çekmektedir.
Askeri strateji ve taktikler, beklenenin tersine doğrusal bir gelişme göstermiş değildir. Antik çağları izleyen dönemlerde -erken modern dönem olarak tanımlanan 15. ve 17. yüzyıllar arası- dönemlede bu strateji ve taktikler terk edilmiş görünmektedir. Antik çağ savaş strateji ve taktikleri, (bakınız, altbaşlık Strateji 18. yüzyıldan itibaren yeniden uygulamaya girmiştir. Erken modern dönem, müstahkem mevkilerde görülen patlamayla karakterize edilebilir ve dönemin genel çatışma tarzı, birkaç yüz kişilik akınlara dayanır. Bununla birlikte savaşlar daha sık görülür. 18. yüzyıl Avrupasında en uzun barış süresi 16 yıldır. 16. yüzyılda barış dönemleri 10 yıldan azdır ve 17. yüzyılda 4 yıldır.
Antik çağ strateji ve taktiklerine dönüş 18. yüzyıldan itibaren başlamış ve modern dönemlere kadar geliştirilerek sürdürülmüştür. Bu bağlamda bu strateji ve taktikler, özellikle 20. yüzyıl savaşlarının strateji ve taktiğin temel çıkış noktalarını oluşturmuştur. Clausewitz'in düşmanı savaşmaktan vazgeçirmek ya da düşman kuvvetlerini savaş alanında imha etmek tezleri, daha sonra yıldırım savaşı stratejisi ile geliştirilmiştir.
Savaş arabaları
Devletler büyüdükçe askerî hareketlerde hızın önemi de arttı, çünkü merkezî otorite isyanlar hızla bastırılmazsa dizginleri elinde tutamıyordu. Buna getirilen ilk çözüm MÖ 2000 yıllarında Orta Doğu'da kullanılmaya başlanan savaş arabalarıdır. Bunlar önceleri yaban eşekleri, öküzler ve eşekler tarafından çekiliyordu ve Orta Doğu'nun görece düz arazilerinde hızlı yol almayı sağlıyordu. Savaş arabaları nehirleri yüzerek geçecek kadar hafifti. Kuvvetli atların yetiştirilmesiyle savaş arabaları atlar tarafından çekilmeye başlandı. Atların hızı savaş arabalarını daha da etkin hale getirmiştir.
Savaş arabalarının hem ulaşımda hem de savaş alanındaki gücü, MÖ ikinci binyılda Antik Yakın Asya'daki halklar tarafından ana silah olarak kullanılmasını sağlamıştır. Tipik bir savaş arabasında iki kişi bulunurdu: Biri okçuluk yaparak düşman kuvvetlerine saldırır diğeri de arabayı sürerdi. Zamanla, beş savaşçıyı taşıyacak savaş arabaları geliştirildi. Bu araçların yeterince etkili olup olmadığı hâlâ tartışma konusudur. Çin'deyse savaş arabaları Shang hanedanı'nın ana silahı olmuş ve hanedanın büyük bir alana hâkim olmasına olanak sağlamıştır.
Savaş arabaları savaşlarda oynadıkları rol açısından günümüzün tanklarına benzetilse de, asıl katkıları, yaya okçulara taktik manevra sağlama yeteneğidir. Bu devirlerde generallerin savaş sırasında sevk ve idareyi elde tutabilmek ve ortak korunmayı sağlamak için seçtiği sık saflı piyade düzenine karşılık uzak mesafeden piyadelere ok yağdıran savaş arabaları bu birliklere karşı koyabiliyordu. Hızları nedeniyle piyade saldırılarından kaçmaları mümkün oluyordu. Öte yandan, oklardan gelen zararı azaltmak için dağınık düzene geçen piyade birlikleri ortak korunma avantajlarını kaybediyor ve savaş arabaları tarafından kolaylıkla ezilebiliyordu.
Taktik açıdan bakılırsa savaş arabalarının karşısına çıkan kuvvetler bir ikilem karşısında kalıyor, bu da savaş arabalarını ordular için elzem kılıyordu. Savaş arabaları bakım için özel zanaatkâr gerektiren karmaşık yapılı araçlardı. Bu da savaş arabalarını pahalı kılıyordu. Savaş arabaları, Homeros'un İlyada'sında görüleceği gibi bir topluluk içindeki bireyler tarafından sahip olunduğunda savaşçı sınıfının ve feodal sistemi destekliyordu. Pahalı olan bu silahlar ancak zengin aristokrat kesim tarafından sahip olunabilecek silahlardı. Kısa sürede aristokrat sınıf tarafından benimsendi ve savaş arabası kullanımı, Bronz Çağı Orta Doğu toplumlarının bir çoğunda Mayrannu olarak bilinen bir askeri kastı yarattı. Kamu malı olduğu yerlerde ise, Yeni Mısır Krallığı gibi güçlü merkezî devletlerin kurulmasına olanak sağlıyordu.
Piyade
Savaş arabası çok yararlı olsa da Akdeniz'in kuzey kıyılarında yani Anadolu, Yunanistan ve İtalya'daki engebeli ve dağlık arazide çok etkili değildi. Bu nedenle Eski Yunanlar daha çok piyade taktikleri kullanıyordu. Etrafa kapalı kalan Mısır'ın aksine Yunanistan dışarıdan gelen kuvvetlerin sürekli tehdidi altındaydı. Dağlık arazi, birlik olasılığını azaltıyor ve dolayısıyla da şehir-devletler birbirleri ile sürekli çatışma halinde oluyorlardı. Bu yüksek baskılı ortamda piyade silah ve taktikleri hızla gelişti. Yaratılan falanks düzeni, birlikte hareket eden bir grup insandan oluşan bir duvarın tek başına hareket edenlerden daha etkili olduğunu göstermiştir. Eski Yunanlar daha önce kullanılandan daha uzun mızraklar kullanıyor ve daha çok zırh kuşanıyorlardı. Pers Savaşlarında Perslerin çok sayıda piyadeyi kitlesel olarak kullanma ve dalgalar halinde taarruz etme taktikleriyle karşı karşıya kalan Eski Yunanlar daha az olsalar da bu savaşlardan zaferle çıkmışlardır. Ama Romalılar, Eski Yunanlara benzer Falanks taktikleri kullanan Makedonyalılarla karşılaşınca, Roma Lejyonerlerinin taktik esnekliği, Falankslara kanat açıklarından saldırıp yenmelerine olanak verdi. Falanks Eski Yunan savaşlarında hüküm sürdü ancak daha hareketli bir rakibi yenmek için yeterli esnekliğe sahip değildi.
Pers İmparatorluğunun hâkimiyetinde olan Orta Doğu'da savaş arabaları giderek önemini yitirmeye başladı. Bu arada atlar artık tepeden tırnağa silahlı bir adamı kolaylıkla taşıyabilecek kadar güçlenmişti. Böylece savaş arabalarındaki okçular, at üstündeki okçular ve mızrak taşıyan hafif süvarilerle yer değiştirmişti.
Bu gelişme, düzlüklerde yaşayanlara büyük bir dezavantaj getiriyordu. Yalnızca piyadelerden oluşan bir çatışmada tarımsal bölgelerdeki daha büyük insan gücü her zaman galip çıkabiliyordu. Savaş arabaları için gerekli olan altyapı ve eğitim ise yalnızca şehirlerde bulunuyordu. Yalnız gezen atlı savaşçılar kendilerini tarımsal alanlardan çok bozkırlarda evinde hissediyordu. Daha güçlü atlar ve eyer gibi donanımlar yayıldıkça, tarımın mümkün olmadığı ancak hayvancılıkla uğraşılan yerlerdeki göçebeler tarafından kısa sürede kullanılmaya başlandı. Bu göçebeler zamanlarının çoğunu at sırtında geçirdiklerinden savaş sırasında atları daha etkin kullanabiliyorlardı. Yüzyıllar boyunca, Avrupa, Orta Doğu, Çin ve Güney Asya'daki devletler Avrasya bozkırlarından gelen atlılar tarafından tehdit altında kalacaktı.
Süvari
MÖ 4. yüzyılda II. Philip ve oğlu Büyük İskender yönetimindeki Makedonyalılar atlı savaşçılarla kuvvetli Yunan piyade birliklerini başarıyla birleştirerek eşi görülmemiş güçte bir ordu yarattılar. Yunanistanı fetheden Büyük İskender dikkatini görkemli Pers İmparatorluğu'na çevirdi.
Bu sırada Persler savaş arabasından tamamen vazgeçmişlerdi ancak Büyük İskender'e karşı giriştikleri MÖ 331 yılındaki Gaugamela savaşında tek tük de olsa kullanılmıştı. Savaş arabası sadece imparatorun tören aracı olarak kullanılıyordu ve Pers ordusu piyade ve süvariden oluşan bir karma orduydu ve savaş filleri gibi egzotik birlikler de bulunuyordu. Yine Makedonların saldırı gücü karşısında bu ordu pek işe yaramadı ve arka arkaya yapılan üç savaşta da Persler bozguna uğradılar.
Bu sırada Çin'deki vadi imparatorlukları kuzeyde bulunan Doğu hunlar devletin'deki Türkler ve diğer halklar tarafından gittikçe artan bir şekilde taciz ediliyorlardı. Krallıklarını korumak için insan gücü ve örgütlenme üstünlüklerini kullanan Çinli hükümdarlar süvari güçlerinin önünü kesmek için Büyük Çin Seddini inşa ettiler. Bu bile yeterli olmadığından Çin ordusuna süvari birliklerini de katmak ve doğu hun ordularının savaş yöntemlerini taklit etmek zorunda kaldılar. Doğu hunların saldırılarına karşı daha etkili olabilmek için, Çin'in Zu-dönemi'nin MÖ 325-MÖ 298 yılları arasında hükümdarı olan Wu-ling, ordularına ata binmeyi ve ok atmayı öğretmiş, ve hatta onları Doğu hunlar gibi giyindirmiştir. Bu gelişme sayesinde bazı başarılar elde etmiş olsalar da, Doğu hunların Hiung-nu devletinin nihai sonunu getirmeyi, daha geç bir zamanda ancak onları entrikalar ile ayırıp, onların bir bölümünü kendileri için savaştırarak başarmışlardır.
Avrasya'nın büyük bölümünde süvari ve piyade karmasından oluşan ordular standart hale gelse de Avrupa ve Kuzey Afrika'da farklı bir savaş tarzı gelişiyordu. Akdeniz bölgesi atların bile kullanımını zorlaştıran dağlarla çevrilidir. Üstüne üstlük piyade deniz yoluyla daha kolay taşınabiliyordu. Dolayısıyla süvari gücünden aşağı kalmayacak bir piyade gücüne sahip olabilen topluluk bölgeyi yönetimi altına alabilecekti.
Bu kuvvet Roma şehrinde geliştirilecek ve Roma daha önce eşi görülmemiş şekilde Akdeniz bölgesinde yayılmaya başlayacaktı. Roma orduları teknolojik yeniliklere sahip değildi, ama yoğun örgütlenme ve eğitim sayesinde başarılı oluyordu. Roma orduları profesyonel askerî güç oldu. Hayatlarını bu yola adayan askerler disiplinleri, yetenekleri, müstahkem bölgeleri ve sayıları ile bölgedeki diğer tüm kuvvetleri yenebiliyordu. Piyadenin yavaş ilerleme hızını çözmek için önemli derecedeki kuvvetlerin hızlı hareket etmesini sağlayan yüksek kaliteli ve düzenli bakılan yollarla tüm imparatorluğu birbirine bağladılar. Süvari sadece izcilik ve destek kuvvetler olarak kullanılıyordu.
Romalıların başarısı imparatorluğun yaygın yapısına ve örgütlenmesine bağlıydı. Bu yapı sallanmaya başladığında ordu da yıkılmaya başladı. Bozkırlardan gelen atlılar olan Hunlar sürekli ilerliyordu. Atlar güçleniyor, yaylar daha ölümcül, sürüş ekipmanları daha etkili oluyordu. 4'ncü yüzyıldan itibaren ordudaki merkezî rolü ağır piyade değil, süvari birlikleri almaya başlamıştı. Destek kuvveti olarak piyade görev yapıyordu.
Deniz savaşları
Tarihte kaydedilmiş ilk deniz savaşı MÖ 1210 yılında geçmiştir. Hitit kralı II. Şuppililiuma Kıbrıs'tan gelen bir filoyu yenmiş ve tüm gemilerini yakmıştır.
İlk geniş çaplı deniz harekâtları Pers Savaşları sırasında görülmüştür. Yalnızca her iki taraftaki düzinelerce trireme'in birbiriyle mücadelesi değil aynı zamanda kara ve deniz harekâtları da bağlantılı olarak yapılmıştır. Antik çağlarda gemiler yalnızca sakin sularda ve ırmaklarda kullanılabiliyordu. Okyanuslar sınır ötesiydi. Donanmalar kara kuvvetlerine destek veriyor ve erzak taşımacılığı da yapıyordu. Kendi başlarına nadiren saldırıda bulunuyorlardı. Menzili sınırlı silahlar kullanıldığından deniz savaşları da aslında kara savaşları gibiydi ve çarpışmanın çoğu gemiye çıkan gruplar tarafından gerçekleştiriliyordu.
Pön savaşları ile birlikte açık denizlere de çıkılmaya başlandı. Roma o güne kadar daha çok İtalya yarımadası ile ilgilendiğinden deniz savaşlarına çok fazla eğilmemişti. Ticaret uygarlığı olan Kartaca ise geniş bir donanmaya sahipti. Romalılar Kartaca gemilerinin kalıntılarını inceleyerek etkili bir donanma kurmuşlardır. Düşman gemisine borda iskelesini yerleştirmek için corvus adlı bir alet de geliştiren Romalılar büyük avantaj sağladılar. Yakın döğüşte üstün olan Lejyonerler, kolaylıkla Kartaca gemilerine bordalayıp mürettebatı öldürebiliyordu.
Taktikler ve silahlar
Strateji
Antik çağda strateji kabaca iki ana kolda uygulanmıştı: bir stratej, genellikle savaş alanında karşı tarafın ordusunu yenmekten geçiyordu. Ancak karşı tarafın kral ya da imparatoru savaş alanından hazinesiyle birlikte kaçmayı başarabilirse yeni bir ordu düzenleme şansına sahip olacaktır. Bu durumda karşı tarafın ordusunu savaş alanında imha etmek tek başına yeterli olmuyor, tercihan kral ya da imparatoru da, hiç olmazsa hazinesini ele geçirmek gerekiyordu.
Bu strateji en belirgin biçimiyle İskender'in Pers İmparatorluğu'na karşı giriştiği savaşta ortaya çıkmaktadır. Pers ordusunun merkez bölümü üzerinden imparatorun ordugahına yapılan ani akın, Pers hazinesinin ele geçirilmesi yanı sıra ordunun başsız kalarak dağılmasını sağlamıştır. Hemen ardından bir süvari görev kuvveti oluşturularak imparator, ele geçirilinceye kadar izlenmiştir.
İkinci bir strateji ise, savaşa devam etmenin teslim olmaktan daha çok kayba neden olacağına düşmanı inandırmak ve savaştan mümkün olan en büyük kazançla çıkmak. Bu, düşmanı teslim olmaya zorlamanın bir yoludur. Düşman bir kere bozguna uğratıldıktan sonra, kuşatma tehdidi, sivil ölümler ya da köle olarak alınıp götürülmesi ve benzeri tehlikeler, çoğunlukla pazarlık masasına oturmayı sağlıyordu. (örneğin Hitit-Antik Mısır arasındaki savaşlar) Tabii ki bunu sağlamanın başka yolları da vardı. Düşman tarlalarını yakmak, süravi ya da savaş arabalarıyla ezmek, karşı tarafa iki seçenek bırakıyordu: Ya teslim olmak ya da baskı altında savaşmak. Hasat sezonunun başlaması ya da paralı askerlere verecek para kalmaması nedeniyle düşmanın karşısına çıkmayı geciktirmek de aynı seçeneklere itiyordu.
Her iki strateji de ya ayrı ayrı savaşlarda ya da her ikisi birlikte uygulanmıştır.
Her iki strateji de sadece antik çağladaki savaşlara özgü değildir. 18. yüzyılın son çeyreğinden itibaren de aynı stratejiler uygulanagelmiştir. Clausewitz, Savaş Üzerine adını verdiği çalışmasında her iki stratejiyi de incelemiştir.
Bu savaş kurallarına uyulmadığında ortaya antik çağın istisna çatışmaları çıkmıştır. Spartalılar ve Atinalıların uzun yıllar süren Peloponnez Savaşı'nda neredeyse iflas etmelerine rağmen teslim olmayı kabul etmemesi böyle bir örnektir. Başka bir örnek de II. Pön Savaşları sırasında gerçekleşen Cannae savaşı'ndan sonra Romalıların teslim olmayı reddetmesidir.
Daha kişisel bir amaç da kâr etmekti. Gallilerin yağma kültüründe görüldüğü gibi bu kâr genellikle parasaldı. Başarılı komutanlar hükümette görev aldıkları için siyasî kârdan da söz edilebilir. Bu "stratejiler" genellikle savaşa katılan devletlerin sağlayacağı fayda ile çatıştığından günümüz anlayışı ile çelişir.
Taktik
Geçerli taktikler bazı kriterlere bağlı olarak değişiyordu:
- Generalin emri altındaki kuvvetin büyüklüğü,
- Karşı kuvvetin büyüklüğü,
- Arazi koşulları,
- Hava durumu.
Eğer general büyük bir güç avantajı olduğunu biliyorsa, sıklıkla piyadeleriyle düşmanın cephesine saldırır ve süvarisini kanatlarda tutardı. Bu manevra piyadenin gerisinde güven altında tutulan okçular ve kuşatma araçları tarafından düşman üstüne birkaç vole atıştan sonra yapılırdı. Bu atışlar düşmanı yumuşattıktan sonra piyade ilerler ve düşman hattına hücum ederdi. Piyade yakın dövüşe girip düşmanın dikkatini üzerine topladıktan sonra sağ-sol kanatlardan saldıran süvari düşmanı kuşatma altına alır ve geri çekilmek için bile olanak vermeden kırıp geçerdi.
Eğer generalin avantajı çok değilse düşmanı bozguna uğratmayı seçebilirdi. Bozguna uğrayan birlikler daha az örgütlü olduğundan öldürülmeleri daha kolay oluyordu. Bunu sağlamak için düşmanın zayıf birliklerine güçlü piyade birlikleri ile saldırılıyor, içlerinden çoğu katlediliyor ve bozguna uğraması sağlanıyordu. Bir birliğin bozguna uğradığını gören diğer birlikler paniğe kapılıp kaçmaya daha meyilli oluyordu. Daha büyük bir başarı ise düşman generalinin iradesini kırmak ve hatta onu öldürmekti. İradesi kırılan düşman generali ve fedaisi kaçmaya başlıyor, geride kalan birliklerine de onu izlemekten başka seçenek kalmıyordu. Bu taktik, domino etkisi başlatarak karşı kuvvetin tamamının savaş alanından kaçmasıyla sonuçlanıyordu. Düşman kuvvetinin tamamı bozguna uğratıldıktan sonra süvari kullanılarak kaçan kuvvetlerin çoğu yokediliyor ve düşman daha da zayıflatılıyordu.
Silahlar
Antik Çağ silahları arasında ok ve yay, mızrak ve cirit, kılıç, sopa, balta, topuz, gürz ve bıçak sayılabilir. Mancınık ve koçbaşı kuşatmalar sırasında kullanılan araçlardı. Antik Türklerde basit maddelerle cok etkili silahlar gelistirmislerdir. Örnegin Türklerin keci bagirsagindan üretikleri bir yay ile attiklari oklarin 800 metre mesafede bile hala öldürücü olmus oldugu bilinmektedir.
Kuşatmalar
Antik çağda Yakın Asya’da bulunan ilk şehir surları ve müstahkem yerler savunma için gerekliydi. Bu surlar toprak tuğla, taş, odun kullanılarak ya da yörede bulunma imkânlarına göre bunların karışımından yapılıyordu. Bilinen en erken kuşatma savaşları MÖ 3000 yıllarında Eski Mısır’ın hanedanlar öncesi dönemine rastlar. MÖ 24'üncü yüzyıla ait Eski Mısır mezar rölyeflerindeki tekerlekli merdivenler, resmedilmiş ilk kuşatma araçlarıdır. MÖ 9'uncu yüzyıldan 7'nci yüzyıla kadar olan Asur saray rölyefleri değişik Yakın Asya şehirlerinin kuşatmalarını resmeder. Basit koçbaşları bir önceki binyılda bulunmuş olsa da Asurlular kuşatma savaşlarını çok geliştirdiler. Kuşatma savaşında uygulanan en yaygın uygulama, kuşatmayı başlatmak ve içeride kalan düşmanın teslim olmasını beklemekti. Lojistik problemler nedeniyle az sayıda birlikle yapılan kuşatmalar dışındakiler nadiren sürdürülebiliyordu.
Kültürler
Antik Mısırlılar
Uzun tarihinin büyük bölümünde Antik Mısır uygarlığı tek hükümet tarafından yönetilmiştir. Ulusun ana askerî hedefi düşman işgalini önlemekti. Mısır’ı çevreleyen kurak topraklarda ve çöllerde yaşayan göçebe kabileler verimli Nil vadisine yerleşmek için sık sık akın ve yağma yapıyordu. Mısırlılar Nil Deltası’nın doğu ve batı sınırları boyunca, Doğu Çölü’nde ve güneydeki Nubya’da kaleler ve ileri karakollar inşa etmişlerdi. Küçük garnizonlar ufak çaplı ayaklanmaları engelleyebiliyordu. Büyük kuvvetler ortaya çıktığında gönderilen mesajlarla asıl ordu kuvveti çağırılıyordu. Birçok Mısır şehrinde şehir surları ve diğer savunma yöntemleri bulunmuyordu.
İlk Mısır askerleri, temreni bakır mızrak ile deri kaplı büyük tahta kalkandan oluşan basit silahlarla donatılmıştı. Eski dönemlerdeki taş topuzun yerine bronz savaş baltası geçmiş ve taş topuzlar sadece törensel amaçlarla kullanılmıştır. Mızrakçılara destek olarak çakmaktaşı ya da bakır uç taşıyan okları kullanan ve bileşik yaylara sahip okçular da bulunuyordu. MÖ üçüncü binyıl ile ikinci binyılın başlarında hiç zırh kullanılmamıştır. Silah teknolojisinde ve savaş tarzındaki en önemli gelişme MÖ 1600 yıllarında Mısırlıların kendilerini Aşağı Mısır’ın hâkimi ilan eden Hyksos halkıyla savaşıp yenmesiyle başlamıştır. At ve savaş arabaları bu dönemde Mısır’a girmiştir. Diğer yeni aletlerin arasında orak kılıç, gövde zırhı ve geliştirilmiş bronz döküm sayılabilir. Bir sonraki sıçrama Geç Dönem’de (MÖ 712-332) atlı birliklerin ve demirden yapılmış silahların kullanılmasıyla gerçekleşmiştir. Büyük İskender tarafından fethedildikten sonra Mısır Yunanlaştırılmış ve ana askerî güç falanks olmuştur. Eski Mısırlılar silah teknolojisinde büyük yenilik yapmamış, silah konusunda tüm gelişmeler Batı Asya ve Eski Yunan dünyasından alınmıştır.
MÖ ikinci binyılda Mısır toplama ordudan, profesyonel askerlerin oluşturduğu iyi örgütlenmiş orduya geçmiştir. Nubya gibi yabancı toprakların fethi, ülke dışında sürekli bir garnizon tutmayı gerektirmiştir. Mitanniler, Hititler ve sonraları da Asurlular ile Babilliler gibi yakın doğunun güçlü krallıklarıyla olan karşılaşmalar nedeniyle Mısırlılar kendi vatanlarından uzakta sefere çıkma gereksinimi duymuşlardır.
Bu askerlere ailelerinin istihkakı için toprak verilerek ödeme yapılıyordu. Hizmet süresini bitiren kıdemli askerlerin emekliye ayrılmasına izin veriliyordu. Generallerin saray üzerinde büyük nüfuzu olmasına karşılık diğer feodal devletlerin tersine Mısır ordusunun kontrolü tamamen krala aitti. Yabancı paralı askerler de bulunduruluyordu. Bunlar ilk olarak Nubyalılar (Medjay), sonraları da Yeni Krallık'ta Libyalılar ve Sherdenlerdi. Persler döneminde, Eski Yunan paralı askerler başkaldıran firavunların emrine girmiştir. Elephantine'deki Yahudi paralı askerler MÖ 5'inci yüzyılda Mısır'ın yöneticileri olan Perslere hizmet etmiştir. Aynı paralı askerler MÖ 6'ncı yüzyılda da Mısır Firavunlarına hizmet etmiştir.
O zamanın kraliyet propagandasına bakıldığında Mısır birliklerine savaşa giderken kralın ya da veliaht prensin şahsen önderlik ettiği görülür. Ordu onbinlerce askerden oluşabilir, dolayısıyla 250 askerden oluşan ve bir subay tarafından önderlik edilen küçük taburlar idarenin anahtar noktasını oluşturur. İzlenen taktik, önce yoğun ok atışı ardından bozulan düşman hatlarına piyade ile birlikte savaş arabalarının hücum etmesiydi. Mısır askerî sefer kayıtlarına göre düşman büyük Mısır kuvvetine karşı pusu kurarak ya da yolları bloke ederek şaşırtmacaya kalkışabiliyordu.
Nil vadisinde gemi ve mavnalar önemli askerî elemanlardı. Gemiler askerî birliklere erzak sağlamak için vazgeçilmez unsurlardı. Nil nehrinde sığ geçişler olmadığı için mavnalar kullanılıyordu. Nehirde hüküm sürebilmek için kuşatma yapabilmek gerekliydi, aynı Hyksos başkenti Avaris'in Mısırlılar tarafından fethi gibi. Geç Dönem'den önce Mısırlıların denizde savaşmak için donanmaları yoktu. MÖ 12'nci yüzyılda III. Ramses ile Deniz halkı arasında Mısır kıyılarında gemilerin de yeraldığı bir savaş geçmiştir.
Türkler
Bu maddenin tarafsızlığı konusunda kuşkular bulunmaktadır. Ayrıntılar için lütfen maddenin tartışma sayfasına bakınız. Şablonu maddeden çıkarmadan önce lütfen şablonun yardım sayfasını inceleyiniz. (Nisan 2009) |
Antik çağın Göktürk toplulukları dünya üzerindeki hakimiyetin Göktanrı tarafından kendi Türk hükümdarlarına buyrulmuş olduğu inancı ile çok kez "gök'ün altındaki bütün topraklara" sahip olmak için harekete geçmiştir, ve bu hedeflerine ulaşamamış olsalarda atlı orduları ve iyi gelişmış savaş yöntemleri ile çok kez kısa ömürlü büyük devletler kurmuş ve tarihte önemli rol oynamışlardır.Antik Türklerin hakkında bulunan en eski kalıntılar bile iyi organize edilmiş ordulara sahip olduklarına işaret eder.
Göktürk ve Moğol boyları , bu dönemde ilk olarak Hun Hükümdarı Teoman Yabgu önderliğinde Hiung-nu İmparatorluğu'nu kurarak, büyük bir devlet örgütlenmesine girmişlerdi. Daha önceki İskit ya da Saka yönetimi, daha çok boylar birliği idi.
Sakalar, İran'da Medler ve daha sonra Perslerle sürekli savaş halinde olmuştur. Ayrıca Sakaların, Kuzey Karadeniz kolu da, İllirya, Makedonya ve Yunanistan'a sürekli akınlarda bulundu. Sakaların Medlerle olan savaşları, Türklerde "Alp Er Tunga", İranlılarda ise "Şehname"nin oluşumunu sağlamıştır. Saka Hükümdarı Alp Er Tunga'yı tuzak kurarak öldüren Medlere karşı, onun yerine tahta geçen Tomiris (Demir), Med ülkesini istila ederek, intikamını almıştır. Ayrıca yine Saka Hükümdarı Şu ile Makedonya Hükümdarı İskender arasındaki ilişki de önemlidir. Türkeli'ne yönelen İskender, düşmanının gücünü belirlemek için birkaç öncü birlik göndermiş, ancak iki tarafta, denk olduklarını anlayınca savaşmamışlardır.
Sakaların bölgeden çekilmesinin ardından bölgede çeşitli Türk boyları egemen olmaya başlamıştır. MÖ 1000'li yıllardan beri Çin ile ilişki içinde olan Hunlar, Teoman Yabgu zamanında bir devlet örgütlenmesine girmişlerdir. Her ne kadar, MÖ 1558 yılında Çin'e elçi de göndermiş olsalar, devlet örgütlenmesi çok sonraları olmuştur.
Motun Tanhu (Mete) (MÖ 209-180) zamanında gücünün zirvesine çıkan Hunlar, Çin'i vergiye bağlamış ve bütün Türk boylarına egemenliklerini kabul ettirmişlerdir. Ordularda "onlu" sistem kurulmuş, savaş teknolojisi geliştirilmiş ve dünyada dönemin en büyük gücü olmuştur.
Hunların zayıflaması ile birlikte Çin'in etkisi artmış ve bir süre sonra ikiye bölünmüşlerdir. Kuzey ve Güney Hunları adı ile bölünen Hunlar, daha sonra Çi-çi Yabgu önderliğinde göç etmiş ve bugünkü Aral Gölü bölgesinde Batı Hun Devleti'ni kurmuşlardır. Ancak Çin baskını ile bu devlette tarihe karışmıştır.
Çinliler
Shang Hanedanı zamanındaki antik çağ Çin'i savaş arabalarından oluşan ordularıyla bir Bronz Çağı uygarlığıydı. Anyang yakınlarındaki Shang sitlerindeki arkeolojik çalışmalarda, çok sayıda savaş arabasına ve bronz silahlara rastlanmıştır. Shang hanedanının Zhou Hanedanı tarafından devrilmesiyle askerî açıdan soylu savaş arabaları savaşçıları (士) sınıfına dayanan bir feodal sosyal düzen kurulmuştur.
İlkbahar ve Sonbahar Döneminde savaşlar önemli derecede artmıştır. Zuo zhuan bu dönemde feodal lordlar arasındaki savaşları tanımlar. Savaş hem daha şiddetli ve kesin sonuca götüren hale gelmiş hem de törensel ögelere bürünmüştür. Askerî hükümran kavramı (霸) ve onun "etkileme tarzı" (霸道) Çin toplumuna egemen olmuştur.
Savaşan Beylikler Dönemi'nde savaş daha da yoğun, acımasız ve kesin hale gelmiştir. Büyük sosyal ve siyasi değişikliklere, savaş arabalarından vazgeçilip yoğun piyade gücünün kurulması eşlik etmiştir. Elbise giyen Çinli erkekler bir kültürel meydan okuma olsa da kuzey sınırlarının etkisiyle süvariler de ortaya çıkmıştır. Askerî strateji artık kandırmaca, haberalma ve Sun Tzu'nun Savaş Sanatı kitabında düzenlendiği üzere savaş hilelerine dönüşmüştü.
Hintler
MÖ 1500-500 yılları arasındaki Vedalar dönemi’nde “Vedalar” da ve diğer bağlantılı yazılarda savaşlardan bahsedilir. Belirli bir savaşa ait ilk kayıt Rigveda’nın 7'nci Mandala’sında bahsedilen On Kral Savaşıdır. Savaş fillerinin ilk askerî kullanımı da eski Hindistan’da MÖ 1100 yıllarındadır ve birçok Sanskrit Veda ilahisinde bahsi geçer. .
Hindistan’ın iki büyük destanı Ramayana ve Mahabharata (MÖ 1000-500 yılları) anlaşmazlıklar üzerine kurulmuştur ve askerî düzenlere, savaş teorilerine ve ezoterik silahlara değinir. Valmiki'nin Ramayanası Ayodhya'nın ordusunu, saldırgan olmaktan çok savunmaya yönelik betimler, şehrin çok iyi korunduğundan ve derin bir hendek ile çevrelendiğinden bahseder. Ramayana Ayodhya’yı şu sözlerle tanımlar: "Şehir korkusuz, silah kullanmakta becerikli, dağ inlerindeki aslanlara benzeyen yenilmez savaşçılarla doludur. Mahabharata Chakravyuha gibi değişik askerî tekniklerden sözeder.
Savaş filleri Hindistan’dan Pers İmparatorluğu’na geçti. MÖ 331 yılında Büyük İskender’e karşı Gaugamela Savaşı’nda Pers kralı III. Darius yaklaşık 50 savaş fili kullanmıştır. Hydaspes Nehri Savaşı’nda Pencab’ta hüküm süren Hint kral Porus 200 savaş fili, 2.000 süvari ve 20.000 piyadeden oluşan küçük ordusuyla Büyük İskender’in 4.000 süvari ve 50.000 piyadeden oluşan güçlü ordusuna büyük zorluk yaşatmış olsa da sonunda Porus yenilmiştir. Aynı zamanlarda daha kuzey ve doğuda bulunan Magadha İmparatorluğu 6.000 savaş fili, 80.000 süvari, 200.000 piyade ve 4.000 silahlı savaş arabası ile muazzam bir orduya sahipti. Eğer Büyük İskender Hindistan seferini sürdürmeye karar verseydi bu büyük ordunun güçlü karşı koymasıyla yüz yüze kalacaktı.
Chanakya (MÖ 350-275 yılları) Takshashila Universitesi’nde bir siyasal bilgiler profesörüydü ve sonraları Maurya İmparatorluğu’nun kurucusu imparator Chandragupta Maurya’nın başbakanlığını da yapmıştır. Chanakya Arthashastra adlı, eski Hint savaş tekniklerini ve savaş stratejilerini detaylı anlatan bir kitap yazmıştır. Arasında casusluk ve suikastin ilk örnekleri de bulunan bu teknikler Chanakya’nın öğrencisi olan Chandragupta Maurya ve sonraları da Büyük Aşoka (MÖ 304-232) tarafından uygulanmıştır.
Chandragupta Maurya Magadha İmparatorluğu’nu fethetti, sınırları Arap Denizi’nden Bengal Körfezi’ne kadar uzanan ve tüm kuzey Hindistan’ı içine alan Maurya İmparatorluğu’nu kurdu. MÖ 305 yılında Seleucid İmparatorluğu’nu yöneten Seleucus I Nicator’u yenen Chandragupta, Büyük İskender'in fethettiği ülkelerin büyük kısmını idaresi altına almıştır. Seleucus sonunda güney Afganistan dahil olmak üzere Güney Asya’daki topraklarının tamamını Chandragupta'ya kaptırmıştır. Seleucus İndus nehrinin batısındaki toprağı 500 savaş filiyle değişmiş ve kızını da Chandragupta ile evlenmek üzere sunmuştur. Bu evlilik ile oluşan ittifak sonucu düşmanlık dostluğa dönüşmüş ve Seleucus, Pataliputra’da ki Mauryan tahtına Megasthenes’i elçi olarak göndermiştir. Bu antlaşmanın sonucunda Maurya İmparatorluğu Eski Yunan Dünyası tarafından büyük bir güç olarak tanınmış ve Mısır ile Suriye kralları da kendi elçilerini göndermiştir. Megasthenes’e göre Chandragupta Maurya 30.000 süvari, 9.000 savaş fili ve 600.000 piyadeden oluşan ve Antik Çağ’da bilinen en büyük orduyu kurmuştur. Büyük Aşoka, Maurya İmparatorluğunu genişletmiş, Afganistan ve İran’ın büyük kesimiyle tüm Güney Asya’yı idaresi altına almıştır. Aşoka Budizmi seçtikten sonra savaşmayı bırakmıştır.
Persler
Eski Persler ilk defa Büyük Keyhüsrev zamanında önemli askerî güç olarak ortaya çıkmışlardır. Savaş tarzları, hafif zırhlı piyadenin yoğun saldırısıyla düşmanı hareketsiz kılıp süvarinin ölümcül darbeyi indirmesini sağlamak şeklindeydi. Ağır zırhla donatılmış süvariler muazzam sayıdaydı. İlk dönemlerde kullanılan savaş arabalarının yerini Pers İmparatorluğu’nun son zamanlarında atlılar almıştır. Pers İmparatorluğu’nun zirvede olduğu zamanlarda Kuzey Afrika ve Hindistan’dan gelen savaş filleri de kullanılmıştır. Pers ordusunun seçkin kuvvetleri mızrak, kılıç ve yay ile donatılmış 10.000 profesyonel askerden oluşan ünlü Pers Ölümsüzleridir. Okçular da Pers ordusunun önemli bölümünü oluşturur.
Taktikleri oldukça basitti. Geriden düşman üzerine yoğun ok atışından sonra muazzam sayıda piyade ve süvariyle saldırılırdı. Pers okçularının güneşi kapatacak kadar çok ok attığı söylenir. Bu kadar çok asker kullanılmasının nedeni korku uyandırmaktı. Yüzbinlerce askeri gören düşmanın cesaretini yitirip teslim olması kaçınılmazdı. Eğer düşman teslim olmazsa Pers komutanı herhangi bir gücü yenebilecek sayıda askerden oluşan ilk dalgayı düşman üstüne sürer, eğer bu başarılı olmazsa ikinci dalgada daha kaliteli birlikleri gönderir, bunun da başarısız olması durumunda önderliğini şöhretli Ölümsüzlerin yaptığı üçüncü dalgayı gönderirdi. Bu taktikler Orta Doğu’da genellikle başarılı oluyordu ancak Persler batıya doğru ilerledikçe karşılarına çıkan Eski Yunanların daha iyi eğitilmiş ve daha ağır zırhla donatılmış 300 Spartalılar sayesinde cesaret bulup ‘’Hoplite’’leri tarafından katledildiler.
İlliryalılar
İllirya askerî taktikleri hakkında çok az şey bilinmektedir. İllirya kralı Bardyllis MÖ 4'üncü yüzyılda İllirya'yı zorlu bir yerel güç haline getirmiştir. İllirya krallığının başlıca şehirleri Lissus ve Epidamnus'tu. Şiddetli rekabet ve kıskançlık nedeniyle güçleri zamanla yok olmuştur.
Genel olarak hiçbir zaman birleşmeyen ve herhangi bir işbirliğine girmeden dövüşen savaşçı kabileler olarak tanınırlar. Dövüş teknikleri örgütlü bir birlikten çok kişisel başarıya dayanıyordu. MÖ 359 yılında Makedon Kralı III. Perdiccas İlliryalılara saldırırken öldürülmüştür. MÖ 358 yılındaysa Büyük İskender'in babası II. Philip İlliryalıları yenmiş ve Ohri Gölü'ne kadar olan toprakları yönetimi altına almıştır.
İllirya uygarlığı Romalılar, Makedonyalılar ve daha sonraları Osmanlılar (artık bu bölge halkına Arnavut deniyordu) tarafından fethedilmiştir.
Eski Yunanlar
Eski Yunan askerî teknolojisi ve taktikleri, tarlalarda ihtiyaç duyulmadığı zaman savaşa gidebilecek olan çiftçi yurttaşlara dayanarak oluşturulmuştur. Bu askerler zırh ve mızrak taşıyarak, birbirine geçen kalkanlarla korunan sık bir düzende savaşmaktaydılar. Bu düzenin adı falankstır.
Çoğu Yunan şehri çok iyi tahkim edilmiş olsa da, Yunan teknolojisi bu korumayı aşmaya yetmediğinden savaşların çoğu açık alanda yapılırdı. Bunun bir diğer nedeni Yunan askerlerin tarlalarına dönmeden önce ancak sınırlı süre için askerlik yapabilmeleriydi. Bir şehri savunanları dışarıya çıkarabilmek için tarlaları yakıp yıkma tehdidi yapılırdı. Kışı kıtlık içinde geçirmek istemeyen savunmacılar teslim olmak ile savaşmayı kabullenmek arasında seçim yapmak zorunda kalırlardı.
Bu tarz Peloponnez Savaşı sırasında işe yaramamıştır. Tarlaları yakıp yıkmakla tehdit eden Spartalılara karşı Atinalılar, deniz hâkimiyetine sahip olduklarından, gemilerle Kırım'dan tahıl getirmişlerdir. Bu, anlaşmaya varmaksızın her iki tarafın tekrar eden baskınlarla birbirine saldırmak zorunda kaldığı bir tarza dönüşmüştür. Aynı zamanda deniz savaşını da önemli bir noktaya taşımıştır. Yunan deniz şavaşları triremeler arasında geçerdi. Bunlar uzun ve hızlı gemilerdi ve birbirlerine saldırarak bordalama ile savaşırlardı.
Makedonyalılar
Eski Makedonyalılar o zamanlar dünyanın en düzenli ve örgütlü askerî kuvvetine sahipti. Büyük İskender'in zaferleriyle tanınsalar da, bu mükemmel dövüş gücünü tasarlayan ve hayata geçiren babası II. Philip (Makedonya)'tir. Eğer bu ordu daha önce hazırlanmış olmasaydı, Büyük İskender'in fetihlerinin hiçbiri gerçekleşmeyebilirdi.
Philip Falanks düzenindeki askerlerine 6 metre uzunluğundaki sarissa denen mızrağı verdi. Sarissa, falanksın arka sırasındakiler tarafından (genelde sekiz sıra olurdu) dik bir şekilde yukarıya doğru tutulduğunda gerideki manevralar düşman tarafından görülmezdi. Ön sıradakiler tarafından ileri doğru uzatıldığında ise, uzaktan düşmanı delip geçecek acımasız bir silah oluyordu.
MÖ 358 yılında tekrar örgütlenen Makedonyalı phalanxlarla İlliryalılarla karşılaşan II. Philip, onları yenilgiye uğratmıştır. İlliryalılar, savaş alanında 7.000 ölü (kuvvetlerinin dörtte üçünü) bırakarak kaçtılar. Dolayısıyla, bir gecede sayısal olarak büyümüş gibi görünen Makedonya ordusu tüm İllirya’yı fethetti ve Makedonya’nın sınırları Adriyatik Denizi’ne kadar ilerledi.
İlliryalıların yenilmesinden sonra Makedonya daha da saldırgan davranmaya başladı. Paeonia Philip zamanında zorla Makedonya yönetimi altına girmişti. MÖ 357 yılında Philip Atinalılarla olan antlaşmayı bozarak iktidara geldikten sonra Yunanlara teslim etmek zorunda kaldığı Amphipolis’e saldırdı. Yoğun bir kuşatmanın ardından şehir tekrar Makedonyalıların eline geçti. Bundan sonra, gelecekteki savaşları finanse edecek olan hemen yakındaki Pangaeus Dağı altın madenlerini de güvence altına aldı.
MÖ 356 yılında daha da doğuya ilerleyen Makedonya ordusu günümüzdeki Drama şehrinin yakınlarında Traklar’ın elinde bulunan Crenides şehrini ele geçirdi ve Philip kendi ismini şehre vererek adını Philippi olarak değiştirdi. Makedonya’nın Trakya ile olan sınırı artık Nestus nehriydi.
Philip daha sonra kuzey Yunanistan’a doğru yürüdü. Thessaly’de düşmanlarını yendi ve MÖ 352 yılında tüm kuzey Yunan bölgesini kontrolü altına aldı. Makedonya ordusu Yunanistan’ı ikiye ayıran Termopylae Geçidi'ne kadar ilerledi. Ancak burayı ele geçirmeye çalışmadı çünkü, Atinalılar, Spartalılar ve Akalardan oluşan ortak bir güçle çok sıkı olarak korunmaktaydı.
Makedonya’nın sınır bölgelerini güvence altına aldıktan sonra büyük bir ordu toparlayan Philip uzun sürecek bir fetih seferi için Trakya’ya girdi. Bir dizi savaşta Trakları yenilgiye uğrattıktan sonra MÖ 339 yılında en doğudaki Byzantium ve Perinthus kıyı şehirleri haricinde Trakya’nın tamamı Makedonya’nın kontrolü altına girmişti. Eğer bu iki şehir değişik Yunan şehirlerinden ve Pers İmparatorluğu’ndan destek görmeseydi kesinlikle düşeceklerdi. Pers kralı Makedonların yükselişini ve doğuya doğru yayılışını endişeyle izliyordu. En az bir yüzyıldır Yunanistan’da en nefret edilen halk Persler olmasına rağmen, Yunanlar Makedonya’ya karşı savaşmak üzere Persleri davet edip ittifak teklif etmiştir. Yaklaşık 150 yıl kadar önce Persler tarafından işgal edilmiş olmalarına rağmen Yunanların Makedonlara karşı nefreti bunu unutturmuştur.
Daha sonraları oğlu Büyük İskender Yunan savaş tarzını geliştirerek bir süvari savaş tarzı yaratacak ve fetihler yapacaktı. Büyük İskender, bu tarzla uzun süre askerlik yapacak insanları toplayarak Perslere karşı seferlerde kullanmıştır. Özellikle elit Yoldaşlar (süvariler) Büyük İskender’in savaş tarzında önemli yer tutmaktadır.
Romalılar
Roma ordusu dünyanın ilk profesyonel ordusudur. Bu ordunun temelinde, Roma için zorunlu hizmet yapan yurttaşların oluşturduğu Roma Cumhuriyeti ordusu yatmaktadır. Gaius Marius'un MÖ 100 yılındaki reformları orduyu profesyonel bir yapıya oturttu. Askerler hâlâ yurttaşlardan oluşuyordu ama ordudan ayrılmadan önce 25 sene hizmet ediyorlardı.
Romalılar aynı zamanda destek kuvvetlerini kullanan ilk ordudur. Bunlar Romalı olmayanlardan oluşan ve geleneksel Roma ordusunun dolduramadığı boşlukları dolduran hafif çarpışma birlikleri ile ağır süvari gibi birliklerdir. İmparatorluğun sonraki dönemlerinde, yabancı paralı askerlerle bu destek birlikleri Roma ordusunun belkemiğini oluşturmuştur. İmparatorluğun son dönemlerinde ise Vizigotlar gibi kavimler paralı asker olarak dövüşmek için ayartılmıştır.
Roma donanması geleneksel olarak pek önemli değildi. Ancak birliklerin ve erzakların taşınmasında önemli rol oynuyordu. MÖ 1'inci yüzyılda Büyük Pompey tarafından Akdeniz'in korsanlardan arındırılmasında önemli rol oynamıştır. Roma savaşlarının çoğu karada geçiyordu. İmparatorluk zirvede iken Akdeniz bir Roma gölü haline gelmişti, çünkü çevreleyen toprakların hepsine Roma İmparatorluğu hâkimdi.
Dikkate değer istisnalar da vardır. MÖ üçüncü yüzyılda Roma ile Kartaca arasındaki önemli bir çatışma olan I. Pön Savaşı genel olarak bir deniz savaşıdır. Actium Savaşı da Roma'yı Augustus'un idaresine sokmuştur.
Cermenler
Ren nehrinin doğusu ve Tuna nehrinin batısındaki Cermen kabileleri hakkındaki tarihsel kayıtlar antik dönemin sonlarına doğru başlamıştır ve ancak MÖ 100 yılından sonraki dönem incelenebilmektedir. Açık olan, Cermen savaş tekniklerinin Roma ve Yunan savaş tekniklerinden çok farklı olduğudur. Cermenler daha çok küçük ya da büyük baskın gruplarıyla savaşmayı tercih ediyorlardı.
Bu tarz savaşmanın amacı toprak kazanmak değil kaynakları ele geçirmek ve prestij sağlamaktı. Bu baskınlar 10 kişilik aile gruplarından 1.000 kişilik köy gruplarına kadar düzensiz gruplarla gerçekleştirilirdi. Olağanüstü kişisel güçleriyle uzun süreler etrafında asker toplayabilen liderler vardı, ama ne asker toplamanın ne de eğitmenin sistematik bir yöntemi olmadığı için karizmatik bir liderin ölümü o ordunun yokolması demekti. Ordular sıklıkla yüzde 50 çarpışmaya girmeyenlerden oluşuyordu. Yerlerinden olan yaşlı, kadın ve çocuklar askerlerle birlikte yolculuk ediyorlardı.
Tarih kitaplarında sözü edilen büyük askerî birlikler antik savaş tarzının genel kuralı değil, istisnasıydı. Dolayısıyla tipik bir Cermen kuvveti 100 kişiden oluşurdu ve hedefleri komşu Cermen ya da başka halka ait bir köyü yağmalamaktı. Eski Roma kaynaklarına göre Cermen kabileleri savaşmak zorunda kaldığında, piyadeler genellikle kama düzeninde hareket eder, her kamanın başını bir klan lideri çekerdi.
Romalılar tarafından sıklıkla yenilmiş olsalar da, Cermen kabileleri Roma kayıtlarında vahşi ve acımasız savaşçılar olarak gösterilmiştir. Cermen halkının başarısızlığının sebebi tek komuta altında birleşmiş tek kuvvet oluşturamamış olmalarıdır. Halefleri en sonunda antik dünyayı yenecek ve fethedecek, böylece modern Avrupa'nın ve ortaçağ savaş tarzının doğmasına önayak olacaklardı.
Japonlar
Yamato döneminin başlarından itibaren Kore yarımadasında sürekli savaşan Japonya sonunda Baekje Krallığı'nın geride kalan kuvvetlerini de alarak çekilmiştir. Bu devirde, İmparatorluğu elde etmek önem kazandıkça birçok savaş olmuştur. Nara dönemi'nde Honshu adası tamamen Yamato klanının kontrolü altına girmişti. Heian döneminin sonlarına doğru samuraylar önemli bir siyasî güç oldular ve böylece feodal dönem başladı.
Önemli antik savaşlar
- Yunan-Pers Savaşları MÖ 500 yıllarında başlayıp MÖ 448 yılına kadar süren ve Yunan dünyası ile Pers İmparatorluğu arasında geçen bir dizi çarpışmadan ibarettir.
- Peloponnez Savaşı MÖ 431 yılında Atina İmparatorluğu ile Sparta ve Corinth'ten oluşan Peloponnez Ligi arasında başlayan savaştır. Savaş Atinalı general Thucydides'in The History of The Peloponnesian War adlı eserinde kaydedilmiştir. Savaş ortasındaki kısa süren ateşkes haricinde 27 yıl sürmüştür.
- Pön Savaşları Roma ile Kartaca şehri (Fenikeliler'in soyundan gelirler) arasında geçen üç savaşa verilen addır. "Pön" (Punic) Savaşları diye bilinmelerinin sebebi Kartacalılara Romalılar tarafından "Punici" denmesidir. ( önceleri ataları Fenikelilere (Phoenician) istinaden "Poeni" denmekteydi.)
- I. Pön Savaşı MÖ 264 ile MÖ 241 arasında geçen esas olarak bir deniz savaşıdır.
- II. Pön Savaşı Hannibal'in Alpleri geçmesiyle ünlüdür ve MÖ 218 ile MÖ 202 arasında geçmiştir.
- III. Pön Savaşı sonucunda Kartaca yıkılmıştır ve MÖ 149 ile MÖ 146 arasında geçmiştir.
Birlik tipleri
- Piyade
- Okçular
- Sapancılar
- Hoplite
- Falanks
- Makedonya Falanksı
- Roma lejyonu
- Süvari
- Cataphract
- Clibanarii
- Atlı okçular
- Savaş arabası
- Savaş fili
- Topçuluk ve kuşatma araçları
- Katapult
- Onager
- Balista
- Scorpio
- Kuşatma kulesi
- Koçbaşı
Kaynakça
- Anglim, Simon, and Phyllis G. Jestice. Fighting Techniques of the Ancient World (3000 B.C. to 500 A.D.): Equipment, Combat Skills, and Tactics. Dunne Books: 2003. ISBN 0-312-30932-5.
- Bradford, Alfred S. With Arrow, Sword, and Spear: A History of Warfare in the Ancient World. Praeger Publishing: 2001. ISBN 0-275-95259-2.
- Connolly, Peter. Greece and Rome at War. Greenhill Books: 1998. ISBN 1-85367-303-X.
- Gabriel, Richard A. The Great Armies of Antiquity. Praeger Publishing: 2002. ISBN 0-275-97809-5
- Gichon, Mordechai, and Chaim Herzog. Battles of the Bible. Greenhill Books: 2002. ISBN 1-85367-477-X.
- Goldsworthy, Adrian. The Complete Roman Army. Thames & Hudson: 2003. ISBN 0-500-05124-0.
- Keegan, John. A History of Warfare. Vintage: 1993. ISBN 0-679-73082-6.
- Kern, Paul Bentley. Ancient Siege Warfare. Indiana University Press: 1999. ISBN 0-253-33546-9.
- Leblanc, Steven A. Prehistoric Warfare in the American Southwest. University of Utah Press: 1999. ISBN 0-87480-581-3.
- Mayor, Adrienne. Greek Fire, Poison Arrows & Scorpion Bombs: Biological and Chemical Warfare in the Ancient World. Overlook Press: 2003. ISBN 1-58567-348-X.
- Peers, Chris J. Ancient Chinese Armies 1500–200 BC. Osprey Publishing: 1990. ISBN 0-85045-942-7.
- Peers, Chris J., and Michael Perry. Imperial Chinese Armies : 200 BC–589 AD. Osprey Publishing: 1995. ISBN 1-85532-514-4.
- Van Creveld, Martin. "Technology and War: From 2000 B.C. to the Present". Free Press: 1991. ISBN 0-02-933153-6.
- Warry, John Gibson, and John Warry. Warfare in the Classical World: An Illustrated Encyclopedia of Weapons, Warriors and Warfare in the Ancient Civilisations of Greece and Rome. University of Oklahoma Press: 1995. ISBN 0-8061-2794-5.
- Grousset, René. The Empire of the Steppes:A History of Central Asia. Rutgers University Press, İngilizceye çeviri: Naomi Walford. ISBN 0-8135-1304-9