Osmanlı döneminde Sırbistan
Sırbistan tarihi |
Antik Çağlar
Orta Çağ
Yeni Çağ
Yakın Çağ
|
Bugünkü Sırbistan olan bölge 14. yy'dan 19. yy'a kadar Osmanlı hakimiyetinde kalmıştı.
14. ve 15. yüzyıllarda Sırbistan
Sırbistan 1331-55 arasında Stefan Dušan döneminde büyük bir gelişme göstermişti. 1346'da Sırpların ve Yunanların çarı unvanını alan Sırbistan hükümdarı Dušan, Balkan Yarımadası'nda bir imparatorluk kurup batıda Korinthos Körfezine ve Arnavutluk'a kadar yayıldıysa da, Selanik ve İstanbul karşısında başarısızlığa uğramıştı. Dušan bu imparatorluğa bir yasalar derlemesi (Dušan Yasası) kazandırdı. Yine onun döneminde Kilise bir patriklik durumuna gelirken, Ortaçağ'ın Sırp devleti en parlak dönemine erişmişti.[1]
Onun ölümünden sonra Dušan'ın oğlu, son Nemanjić ve ikinci çar olan V. Stefan Uroš (1355-1371), soyluların yol açtığı anarşiye ve son derece farklı öğelerden oluşan imparatorluğun parçalanmasına karşı koyamadı. Osmanlılar, 1371'de Makedonya soylularına karşı giriştikleri Çirmen Savaşı'nı kazandılar. V. Stefan aynı tarihte ölünce, Sırbistan kralsız kaldı. Bunun üzerine çeşitli bölgelere bölünen Sırbistan'da güç, en büyük bölgesel gücü elinde bulunduran bir soylu olan Lazar Hrebeljanović geçti. Ancak bölgede birbirlerine komşu olan taht mücadelesi içinde farklı Sırp soyluları Dejanović Hanedanı, Mrnjavčević Hanedanı, Vuk Branković ve Radoslav Hlapen gibi isimler de kendi hükümdarlıklarını sürdürmekteydiler. Kosova Savaşı'nda (1389) Sırbistan, Osmanlılar'a yenilince, Lazar da Osmanlılarca öldürüldü.
1389 Kosova Savaşı, Sırp tarihinde ve kültüründe çok özel bir konuma sahiptir. Bu savaşla Sırplar’ın Hristiyan dünyasını Türkler’e karşı korumak için kendilerini feda ettikleri, Sırp Kralı Lazar’ın dünyevî hâkimiyet yerine cennetin hükümdarlığını tercih ettiği gibi inanışlar ve efsaneler mevcuttur. Bu motifler, modern Sırp ulusal kimliğinde olduğu gibi Sırplar’ın Türkler’e ve genel olarak İslâm dünyasına bakışında da önemli rol oynamıştır.[2]
Kuzey Sırbistan'da birkaç prenslik varlığını sürdürdü, ancak Lazar’ın oğlu Stefan Lazarević (1389-1427) ve Đurađ Branković (1427-1456) Macarlar'dan sağladıkları himayeye rağmen haraca bağlanmaktan kurtulamadılar. Ancak Stefan Lazarević Macarlar'dan, ilk kez bir Sırp prensliğinin başkenti durumuna gelen Belgrad'ı bile aldı (1412), ancak Macarlar Belgrad'ı geri aldılar ve Osmanlılar, fetihlerine yeniden başladılar. II. Murad Sırbistan’da önemli yerleri ele geçirdi, 1441'de Sırbistan'ın çok büyük bir bölümü boyun eğdi. İstanbul'un Fethini (1453) takip eden yıllarda Fâtih Sultan Mehmed, Sırbistan’a yönelik akınlarını hızlandırdı. 1459'da başkent Smederevo'nun (Semendire) teslim olmak zorunda kalmasıyla Sırp Despotluğu ortadan kaldırıldı ve Sırbistan Osmanlı topraklarına katıldı.[3] Belgrad ise Macarlar’ın idaresi altındaydı ve daha önce II. Murad döneminde (1439) olduğu gibi II. Mehmed tarafından da ele geçirilemedi.
Osmanlı Yönetimi
Osmanlı egemenliği altına giren Sırplar, tımar rejimine bağlandılar ve genç çocukların devşirilerek İslamlaştırılmaları ve yeniçeri birliklerine yazılmaları yoluyla Osmanlı ordusunda görev yapmaya başladılar. Osmanlı Devleti bölgeyi merkezî yönetim altına alarak Semendire Sancağını kurdu. 1521’de Belgrad fethedilip Rumeli Eyaletine bağlı Semendire Sancağına bağlandı ve sancağın merkezi yapıldı. Böylece başta Semendire olmak üzere Belgrad, Jejne (Zezna), Rudnik, Koyluca (Kulič), Haram (Ram), Güvercinlik (Golubac), Resava, Öziçe (Užice) ve Niş nahiyeleri Semendire sancağını meydana getirdi. Zamanla Semendire Sancağının merkezi Belgrad oldu ve burası büyük önem kazandı. Burada oturan kale muhafızı aynı zamanda paşa unvanını taşıyan sancak beyi idi. Belgrad’ın merkezî konumu XIX. yüzyıla kadar devam ederken bu sancak için Belgrad Paşalığı adı da kullanılmıştır.
Son Peç patriği II. Arsenije 1463 yılına kadar unvanını koruyabildiyse de bu tarihten sonra Sırp Ortodoks Kilisesi Patrikliği ortadan kaldırılarak bölgedeki kiliseler doğrudan İstanbul Rum Ortodoks Patrikhânesi’ne bağlandı. Ancak patrikhane 1557-1765 arasında Osmanlılar tarafından yeniden kuruldu ve böylece Sırp geleneklerini koruyup, Sırplar ve iktidar arasında aracılık hizmetinde bulunabildi. Sırp ulusal bilinci de ancak 1557'de Peć'te Sırp patrikliğinin kurulmasının ardından yeniden canlanmaya başladı. Ancak köylüler, özellikle Avusturyalılar bu bölgeleri istila ettikleri zaman dağa çıkarak (haydutlar) ayaklandılar.
Osmanlı Devleti’nin Sırbistan’daki idaresine ilk büyük darbe “Kutsal İttifak” ile Osmanlı Devleti arasında yaşanan 1683-1699 Savaşı sırasında vuruldu. 1688'de Sırbistan'da, Avusturya'nın girişimiyle Osmanlı egemenliği sona erdiyse de, 1690'da Osmanlılar geri gelerek bu kez Tuna'nın güneyine yerleştiler ve Belgrad bir sınır kapısı durumuna getirildi. Bir kısım halk Avusturya bölgelerine doğru çekildi ve 1690'da 30 bin Sırp aile, patrik Arsenius Crnojević yönetiminde Kosova'dan ayrılarak Voyvodina'ya yerleşti.
Osmanlı-Avusturya Savaşı'nı (1716-18) sona erdiren Pasarofça Antlaşması'yla Banat (bugün Macaristan, Romanya ve Sırbistan sınırı boyunca uzanan bölge), Belgrad ve Sava ile Tuna nehirlerinin güneyindeki Šumadija Avusturya'nın eline geçti. Ama Osmanlılar Sırbistan kuzeyinde kaybettikleri toprakların bir kısmını 1739'da geri aldılar. 1718 (Pasarofça Antlaşması) - 1739 (Belgrad Antlaşması) arasında Sırbistan'ın kuzeyindeki Avusturya işgali Sırplar tarafından iyi karşılanmadı. Avusturyalılar daha sonra Belgrad'ı yeniden işgal ettiler (1789-1791). Bunun üzerine Sırplar, Küçük Kaynarca Antlaşması'ndan (1774) beri koruyucuları olan Rusya'ya yöneldiler.
Sırbistan Prensliği
1793'te Sırbistan, belli bir özerklik elde ettiyse de 1804'te yeniçerilerin aşırılıkları bir ayaklanmaya yol açtı. Osmanlılar ile savaşmakta olan Ruslar, bu ayaklanmayı destekledi. Ayaklanmanın önderi Karayorgi, Osmanlılar'ın elindeki bölgeleri ve Belgrad'ı aldıktan sonra, Ruslar'ın Osmanlılar ile barış yapmaları (Bükreş Antlaşması) üzerine kaçmak zorunda kaldı (1813).
Ancak Miloš Obrenović'in önderlik ettiği yeni bir ayaklanmayla (1815) belli bir özerklik sağlandı. Osmanlılar'a bağlılıktan yana olan Miloš, Osmanlı sultanı tarafından vâris prens olarak tanınmasını (1830), sipahilerin geri çekilmesini ve altı sancağın kendisine geri verilmesini sağladı. Ancak prensin despot mizacı, yerel önderleri incitti. Rusya ve Osmanlılar tarafından desteklenen yerel önderler, ilkin bir anayasa yapılmasını, ardından Miloš'un tahttan çekilmesini (1839) sağladılar; Miloš'un ikinci oğlu Mihailo da (1839-1842), Aleksandr Karayorgiyeviç tarafından devrildi (1842-1858).
Aleksandr'ın hükümdarlık döneminde prenslikte, bir medeni kanun kabul edildi (1844), adalet sistemi ve eğitim yeniden düzenlendi. Dış ilişkiler alanında bakan Ilija Garašanin, öteki Sırplar ile bir dayanışma siyaseti izledi ve III. Napoléon'un Fransası'yla yakınlık kurdu. 1856 Paris Kongresi'nce Sırbistan'a, büyük devletlerin güvencesi verildi. Ancak çok geçmeden Aleksandr, Avusturya ve Osmanlılar karşısındaki siyaseti nedeniyle tahttan indirildi (1858). Bunun üzerine yeniden tahta çıkan Milos, çok geçmeden yerini oğlu Mihailo'ya bıraktı (1860-1868). Mihailo, Osmanlı garnizonlarının bulundukları kentlerden ayrılmalarını sağladı (1867). Karadağ'a yaklaşmaya çalıştı. Ancak hasımları tarafından öldürüldü. Ardılı olan yeğeni Milan Obrenović'in (1868-1889) küçüklüğü sırasında ve Jovan Ristić'in naipliği döneminde, son derece mutlakiyetçi bir anayasa ilan edildi (1869). 1875'te Milan, Bosna-Hersek asilerini destekledi ve Osmanlılar'a karşı saldırıya geçti. Sırplar'ın uğradıkları yenilgilere rağmen statu quo Rus müdahalesiyle korundu (İstanbul Barışı).
1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında Rusya'yı destekleyen Sırbistan, savaşın ardından düzenlenen Berlin Kongresi'yle (1878) tam bağımsızlık kazandı ve güneye doğru (Niş, Pirot) sınırlarını genişletti. 6 Mart 1882'de de Sırbistan Krallığı kuruldu.
Ayrıca bakınız
Kaynakça
- ↑ Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklopedisi
- ↑ Mehmet Hacısalihoğlu, "Sırbistan", TDV İslam Ansiklopedisi
- ↑ Encyclopædia Britannica Fifteenth Edition