Arjantin tarihi

Arjantin tarihi tarihçiler tarafından dört ana bölüme ayrılır; Kolomb öncesi dönem veya erken dönem (16. yy'a kadar olan dönem), sömürge dönemi (1530-1810), ulus inşası dönemi (1810-1880) ve modern Arjantin dönemi (yaklaşık 1880'den günümüze).

Arjantin'in tarih öncesi dönemi yaklaşık 13 bin yıl önce Patagonya'nın güney ucunda kurulan insan yerleşimleriyle başlar. Yazılı tarihi ise 1516'da kâşif Juan Díaz de Solís'in Río de la Plata'yı ulaşmasının (aynı zamanda bölgenin İspanyol hakimiyetine girmesinin sembolü) İspanyol vakanüvisler tarafından kayda geçirilmesiyle başlamıştır.

1776 yılında İspanyol yönetimi bugünkü Arjantin, Bolivya, Uruguay ve Paraguay'ı kapsayan Río de la Plata Kral Vekilliği adlı bir yönetim birimi oluşturdu. 1816'da Río de la Plata Birleşik Eyaletleri adıyla Arjantin'in bağımsızlık ilanı, 1824'te İspanyolların yenilgiye uğraması ve 1853 ile 1880 arasında da ulusal birliğin sağlanmasıyla Arjantin Cumhuriyeti ortaya çıktı.

Kolomb Öncesi Dönem

Bugün Arjantin olarak bilinen bölge Avrupalılar tarafından sömürgeleştirilmeden önce nisbeten az bir nüfusa sahipti. İnsan yaşamına dair ilk izler Paleolitik Çağa değin uzanır, ayrıca Mezolitik ve Neolitik çağlara ait izler de vardır.[1] Ancak, İÖ 4000-2000 arasında yaşanan yaygın kurak dönem nedeniyle iç kesimlerdeki nüfus bir hayli azalmıştır.[2]

Uruguaylı arkeolog Raúl Campá Soler Arjantin'in kızılderili nüfusunu üç ayrı gruba ayırır; avcı ve toplayıcılar, gelişmiş avcı ve toplayıcılar ve çömlekçilik de yapan çiftçiler. İkinci grup Pampa ve Patagonya'nın güneyinde bulunurken, üçüncü grup Charrúalar, Minuaneler ile Guaranílerden oluşuyordu.

Sömürge Dönemi

Avrupalıların bölgeye (Río de la Plata) ilk kez 1502'de Gonçalo Coelho ve Amerigo Vespucci'nin yaptıkları seferle ulaştığını öne süren görüşler olduğu kadar, bu sava karşı çıkan tarihçiler de vardır. Ama Vespucci'nin bölgeye düzenlediği yolculukların, İspanyolların güneyde bir boğaz aramasına önayak olduğu kesindir. Bu araştırmalar sonucunda 1516'da Juan Díaz de Solís, Río de la Plata Halici'ne, 1520'de ise Fernão de Magalhães (Macellan) kendi adını taşıyacak olan boğaza ulaştı.

Ardından dikkatler bölgenin iç kesimlerine yöneldi. Portekiz'in Brezilya'da giderek artan bir varlık kazanmasından ürken İspanya, Peru'nun ele geçirilmesinden aldığı güçle 1535'te Pedro de Mendoza'yı Arjantin'e gönderdi. 1536'da Mendoza, bugün Buenos Aires olarak bilinen yerde ilk İspanyol kolonisini kurdu. Ama yerleşik bir halktan ve değerli madenlerden yoksun bulunan Pampa bölgesi, kalıcı bir yerleşime elverişli değildi. Kent 1541'de boşaltıldı. Bölgeye yerleşim, 1543'te Peru-Río de la Plata yolunun bulunmasından sonra, Peru'dan başlayarak gerçekleşti. Kentler bu yollar üzerinde kuruldu: Santiago del Estero (1550), Mendoza (1561), Tucumán (1565), Córdoba (1573) ve son olarak Juan de Garay tarafından ikinci kez kurulan Buenos Aires (1580).

1606 tarihli bir haritada Paraguay ve Río de la Plata

Buenos Aires'in önemli bir yerleşme durumuna gelmesi ancak 18. yüzyılda oldu. O tarihe değin, bugün Kuzey Arjantin olarak bilinen bölge ve Buenos Aires, daha çok Şili, Peru ve Paraguay gibi öteki İspanyol sömürgelerinden gelenlerin yerleştiği yerlerdi. İspanya'dan doğrudan göçün az olduğu bu dönem boyunca Arjantin topraklarında kurulan ilk yerleşmelerde, İspanyolların bölgeye getirdiği ırklara dayalı koyun, sığır ve at yetiştiriciliği, serf konumundaki Yerlilerin iş gücüne dayalı olarak patates ve mısır gibi kıtaya özgü ürünlerin tarımı yapılıyordu.

1776'ya değin Arjantin, İspanya'ya bağlı Peru Genel Valiliğinin parçasıydı. Üç büyük kent Tucumán, Córdoba ve Buenos Aires, yörede birbiri ardından öncü konum üstlenerek bir topluluk bilincinin ilk tohumlarını attılar.

İspanya, geleneksel düşmanı Britanya'nın bağlaşığı olan Portekiz'in sömürgesi Brezilya'nın güçlenmesinden kaygı duyuyordu. Bu tehdide karşı koyabilmek için Río de la Plata (1617'de Asunción eyaleti Paraguay ve Río de la Plata olarak ikiye bölünmüştü) 1776'da La Plata Genel Valiliği haline getirildi ve Buenos Aires yeni genel valiliğin başkenti oldu. Yukarı Peru (bugün Bolivya) ise gümüş madenleriyle birlikte buraya bağlandı. Böylece, Buenos Aires'in ve Atlas Okyanusu'ndaki taşımacılığın önemi azalmış oldu ve La Plata'nın karşı kıyısında Portekiz yayılması durdurulmaya çalışıldı. Yeni genel valilik çok kısa sürede gelişti (Tucumán ve Córdoba'nın, Peru ve Şili pazarına yönelik tarımı; salamura et ve deri ihracatına yönelik Pampa hayvancılığı). Kentlerde ve özellikle Buenos Aires'te, tam ticaret özgürlüğü isteyen bir zengin tüccarlar topluluğu oluştu; tüccarlar bu isteklerini Britanya ablukasının geleneksel ticareti durdurması üzerine 1795'te elde ettiler.

1806'da İngilizler'ce işgal edilen Buenos Aires daha sonra yerel milisler tarafından geri alındı. Buenos Aires kent meclisi (cabildo), beceriksiz genel valiyi görevden aldı ve yerine direnişçilerin önderi Santiago de Liniers'yi getirdi. İngilizler'in 1807'deki ikinci istila denemesi milisler tarafından püskürtüldü. İspanya'nın yardımı olmadan kazanılan bu zaferler kentin kendine olan güvenine arttırdı.[3]

Bağımsızlık Savaşı

Arjantin topraklarında ilk bağımsızlık hareketi, 1808'de Napoléon'un İspanya'yı işgal etmesi üzerine boy gösterdi. Napoléon tarafından İspanya tahtına oturtulan Joseph Bonaparte'ı tanımayan Buenos Aires kent meclisi Napoléon'un tahttan indirdiği VII. Fernando'ya bağlı kaldı. İki yıl sonra İspanya Yüksek Cuntası'nın ortadan kalkması, bağımsızlık mücadelesi veren partizanaların ortaya çıkmasını sağladı. Bunlar 25 Mayıs 1810'da, kendi denetimlerindeki bir cuntayı zorla kabul ettirdiler. VII. Fernando'yu biçimsel olarak kral saymakla birlikte, ortada fiili bir bağımsızlık vardı.

Ama beş yıl boyunca (1810-15), kralcılarla bağımsızlık yanlıları arasındaki iç savaş, genel valiliği iyice sarstı. Devrimi yaymak amacıyla Buenos Aires'ten eyaletlere ordular gönderildi. Bu birlikler kral yanlısı Yukarı Peru'dan ve özerk Paraguay'dan püskürtüldülerse de (1811), Montevideo'da başarıya ulaştılar (1814).

İspanyol Amerikası'nda kralcıların zafere ulaşmasından ve İspanyollar'ın iktidarı yeniden ele geçirmelerinden kurtulan yalnızca Río de la Plata idi. Arjantinliler Avrupa'ya heyetler göndererek, 1814'te yeniden İspanya tahtına çıkan VII. Fernando'nun, bir İspanyol kralın yönetiminde kendilerine bağımısızlık tanımasını istediler. Bu girişimlerin başarısızlıkla sonuçlanması üzerine, 9 Temmuz 1816'da toplanan ve ülkenin büyük çoğunluğunu temsil eden Tucumán Kongresi, José de San Martín ve Manuel Belgrano'nun öğütlerine uyarak, Río de la Plata Birleşik Eyaletleri adıyla Arjantin'in bağımsızlığını ilan etti.

İspanya tahtından yana olanlara karşı yıllar süren mücadele, bu güçlerin merkezi Peru'nun 1824'te Simón Bolívar'ın önderliğinde bağımsızlığına kavuşması ile sona erdi. Bu arada 1814'te Paraguay'ın, 1825'te Bolivya'nın, 1828'de de Uruguay'ın bağımsız birer devlet olması ile Arjantin önemli topraklar yitirdi.

Federasyoncular ve Birlikçiler (1820-1880)

Arjantin'de ulusal iktidarın kimin elinde olacağı uzun süre belirlenemedi. On üç eyalet arasındaki çekişmelerden ve dış güçlerin çıkar çatışmalarından yararlanan Buenos Aires, ulusal düzeyde egemenliğini kabul ettirme yolunda önemli adımlar attı. Kralcılara karşı savaş döneminden kalan askeri örgütlenmeyi dağıtarak, hem dış güçlerin hem de toprak sahipleri ile tüccarların güvenini kazandı. Buenos Aires'li kreol'lerin ağır bastığı Arjantin Kongresi, birlikçi ve merkeziyetçi bir anayasayı kabul etti. Bunun üzerine, ticareti ve gümrükleri elinde tutan Buenos Aires'in egemenliği ele geçirmesinden çekinen eyaletler ayaklandılar.

Aslında ortada ne kurumlar ne de ulusal hükümet kalmıştı. Anarşi kol geziyordu ve yerel caudillo'ların egemen olduğu her eyaletin ayrı hükümeti vardı. Ulusal bir hükümet kurmak amacıyla ilk kurucu meclis Aralık 1824'te toplandı. 1825'te Bernardino Rivadavia, parçalanmayı bir süre için önledi ve 1826'da bir federal anayasa çıkardı, ama kendisini aşırı birlik yanlısı sayan eyalet caudillo'larınca 1827'de devrildi. Brezilya ile 1825-27 savaşından dönen ordu, Uruguay'ın bağımsızlığını kazanmasına tepki göstererek Buenos Aires'te General Juan Lavalle'yi yönetime getirdi.

Ama Buenos Aires eyaletinin dış kesimlerinde çok geçmeden ayaklanmalar başgösterdi. Eyalet temsilcileri, Santa Fe'de, yerel çıkar gruplarının sözcüsü Juan Manuel de Rosas'ın önderliğinde toplandı. Rosas, Lavalle'in dağıttığı eski meclisi yeniden toplayarak, 5 Aralık 1829'da oybirliği ile başkan seçildi.

Rosas Döneminde Konfederasyon

Toprak sahipleri, ithalat-iharacatla uğraşan tüccarlar ve bu gruplarla bütünleşmiş olan İngiliz diplomatlar, Buenos Aires'teki Rosas yönetimini destekledi. Rosas'ın ülke çapında yerleştirdiği federatif yapı, gerçekte Buenos Aires'in öteki eyaletler karşısındaki üstünlüğüne dayanıyordu. Britanya ve Fransa gibi ülkelerin askeri müdahale girişimlerine karşın Rosas, federasyon yönetimini yaklaşık 20 yıl sürdürdü. İçerdeki ayaklanma girişimlerine karşı acımasız, otoriter bir yönetim oluşturdu. Dış güçlerin müdahale girişimleri karşısında ise, yabancıların ekonomik imtiyazlarına dokunmayarak iktidarını korumaya çalıştı.

Brezilya'da 1835-45 arasında süren iç savaşın, bu ülkeyi etkisiz kılmasından da yararlanan Rosas yönetimi, Arjantin'i bölgede önemli bir askeri güç konumuna getirdi. Şili ve Bolivya sınırındaki bölgeler, Buenos Aires'in askeri denetimi altına sokuldu. Uruguay'ın yeniden ülke topraklarına katılmasına çalışıldı. Ama Brezilya'nın, iç savaştan sonra bölgede yeniden etkisini duyurması, hem bu girişimi başarısızlığa uğrattı, hem de Rosas yönetiminin sonunu getirdi. Brezilya ve Uruguay'dan destek alan bazı ordu birlikleri, Rosas'a bağlı kuvvetleri 1852'de Caseros Savaşı'nda yenilgiye uğrattı. Rosas, İngiltere'ye sığındı ve 1877'de ölene değin orada yaşadı.

Rosas döneminde, Arjantin toplumunda ve ekonomisinde önemli değişiklikler oldu. Uluslararası düzeyde yürürlükte olan serbest ticaret uygulamasından, en çok, Buenos Aires eyaletindeki sığır yetiştiricileri yararlandı. Askeri güç kullanılarak tüm ülkede Buenos Aires'in egemenliği sağlandı. Böylece ülke ölçeğinde de ticaret gelişti. Ama Rosas'ın devrilmesiyle Buenos Aires'in öteki eyaletler üzerindeki üstünlüğü sona ermiş oluyordu.

Ulusal Birliğin Sağlanması (1852-1880)

Rosas 1852'de devrildiğinde geride birliği sağlanmış bir cumhuriyet bırakmıştı. Rosas'ın devrilmesinde önemli rol oynayan General Justo José de Urquiza'nın 1852'de Santa Fe'de topladığı kurucu meclise katılmayı Buenos Aires reddetti. Meclisin kabul ettiği anayasa 25 Mayıs 1853'te yürürlüğe girdi; anayasayla ülke, tüm eyaletleri içeren konfederasyon ile Buenos Aires arasında bölündü. Yeni konfederasyonun ilk başkanlığına Urquiza seçildi. Buenos Aires, konfederasyona da katılmaya yanaşmayınca Paraná ilk başkent oldu.

Ülkenin gümrük gelirlerini elinde tutan Buenos Aires'in konfederasyonun dışında kalması, yeni devletin mali gücünü zayıflatıyordu. Urquiza yönetimi, 1859'da askeri güç kullanarak Buenos Aires'i denetim altına aldı. Ama Urquiza'nın başkanlık görevini Santiago Derqui'ye devretmesi, yeni bir iç savaşa yol açtı. Bu kez kazanan, Buenos Aires oldu. Derqui'nin yerine devlet başkanlığına Buenos Aires valisi Bartolomé Mitre seçildi (1862) ve başkent, Buenos Aires'e taşındı.

Brezilya, Uruguay ve Arjantin'in oluşturduğu üçlü ittifak 1865'te Paraguay'a savaş açtı. 1870'e değin süren savaş, öncekilerin tersine, ülkenin dış ticaretinin gelişmesini engellemedi. 1860'lar ve 1870'lerde ülkeye Avrupa'dan yoğun bir yabancı sermaye akımı ve göç dalgası geldi. Demiryolu yapımı, et işleme ve dondurma tesislerinin kurulması, ekonomik gelişmeyi hızlandırdı. Paraguay Savaşı, ordunun siyasal konumunu güçlendirmişti. Ordunun Mitre'ye karşı tutum alması sonucunda, Rosas'ın sürgüne gönderdiği aydınlardan Faustino Sarmiento 1868'de başkan seçildi. Yeni başkan döneminde, dış kredilerin de desteğiyle ekonomik gelişme ve eğitimin yaygınlaştırılması yolunda önemli adımlar atıldı. 1874'te başkanlığa Nicolás Avellaneda'nın seçilmesi, öteki eyaletlerin Buenos Aires'e karşı bir zaferiydi. Ama 1873'te Avrupa'da başlayan ekonomik bunalımın etkisi ile yabancı sermaye akımının duraklaması, ülkenin ekonomik durumunu olduğu kadar siyasal güç dengesini de etkiledi, mali sermayenin merkezi olan Buenos Aires'in federasyon içindeki konumunu da güçlendirdi.

Avrupalı göçmenlere yerleşim yerleri açmak için Patagonya'nın orta ve kuzey kesimlerinde henüz boyun eğmemiş Amerikan Yerlileri, asker gönderilerek yok edildi (1878-1879). Bunu sağlayan General Julio Argentino Roca'nın 1880'de başkan seçilmesi, Arjantin'de yeni bir dönemin başlamasına yol açtı. Roca'nın adaylığına karşı Buenos Aires'te başlayan yeni bir ayaklanmanın ulusal ordu tarafından bastırılması, kentin federasyon içindeki konumunu kesin bir çözüme kavuşturdu. Böylece Buenos Aires, bir yandan federasyona bağlı bir eyalet haline geliyor, öbür yandan da ulusal başkent ilan ediliyordu, Eyaletin başkenti ise La Plata'ya taşınıyordu.

Muhafazakar Yönetim (1880-1916)

Artık tüm ülke, büyük toprak sahipleri ile iş çevrelerinin desteğine dayanan Ulusal Özerklik Partisi'nin egemenliği altına girmişti. Amerikan Yerlileri'ne karşı yürütülen askeri harekatla Pampa ve güney bölgesi tarıma açıldıysa da, bundan ancak büyük toprak sahipleri yararlandı (1914'te ülke topraklarının yüzde 78'ini 1.000 ha'dan büyük çiftlikler oluşturuyordu). 1886-1916 arasında, büyük toprak sahipleri ve ihracatçılar oligarşisi, çıkardığı başkanlarıyla siyasi yaşamı ele geçirdi: Roca (1880-1886 ve 1898-1904), Miguel Ángel Juárez Celman (1886-1890), Luis Sáenz Peña (1910-1914).

1852'den, hatta bazı açılardan 1810'dan beri geçerli olan ihracata dayalı ekonomik gelişme politikası, Roca yönetimince de sürdürüldü. Tarım ve hayvancılığın yanı sıra, iç kesimlerin Buenos Aires'le bağlantısını sağlayan demiryollarına yönelik yabancı sermaye yatırımları, ekonomik büyüme sağladı. Britanya sermayesinin etkinliği gitgide arttı. 1880'den başlayarak Arjantin hükümeti, ülkeye göçmen akınını destekledi. Göçler nedeniyle hızla artan ülke nüfusu 1869'da 2 milyondan, 1895'te 3.900.000'e, 1914'te 8 milyona ulaştı. 1880-1914 arasında 2 milyon İtalyan Arjantin'e yerleşti.[4]

Ekonomik büyümenin yol açtığı enflasyon, Roca'nın ardılı Miguel Ángel Juárez Celman'ı anti-anflasyonist bir politika izlemeye zorladı. Ama iktisadi ve siyasi bunalımla geçen 1890 yılının sonunda, Celman, radikal ayaklanma karşısında daha süresi dolmadan görevini yardımcısı Carlos Pellegrini'ye bırakarak çekilmek zorunda kaldı. Ekonomik bunalımı aşabilmek amacıyla, Arjantin'in dış borçları için moratoryum ilan etmesi konusunda yabancı alacaklılarla anlaşmaya varıldı. Arjantin, ayrıca para değerini istikrara kavuşturmayı ve altın standartına bağlamayı da kabul ediyordu.

Bunalım, muhafazakar yönetime şiddetle karşı çıkan yeni bir siyasal partinin, Radikal Yurttaşlık Birliği'nin (UCR) doğmasına yol açtı. 1890'da Leandro Alem'in kurduğu Radikal Yurttaşlık Birliği, kentlerdeki halk yığınlarını demokratik bir program çevresinde topladı. 1892'den sonra kısa aralıklarla değişen başkanların ardından 1898'de Roca ikinci kez başkan seçildi. Ama toplumsal hoşnutsuzluk giderek yaygınlaşıyordu. Juan B. Justo tarafından 1896'da kurulan Sosyalist Parti ile anarşist hareket, sendikalar çevresinde etkili olmaya başladı. José Figueroa Alcorta (1906-1910) ve Roque Sáenz Peña (1910-1914) yönetimleri bazı reform girişimlerinde bulundu. Sáenz Peña, 1912'de, bütün erkek yurttaşlar için gizli ve zorunlu genel oy sistemini getiren bir yasanın kongrece kabul edilmesini sağladı. Onun 1914'te ölümünden sonra, yeni seçim yasası ile iktidar yolu Radikallere açılmış oldu.

Bu demokratikleşme süreci, yalnızca I. Dünya Savaşı ile kesintiye uğrayan bir ekonomik büyüme dönemi ile de çakıştı. Daha çok büyük toprak sahipleri ile yabancı yatırımcıların yararlandığı bu büyüme sürecinde, kentli bir orta sınıf da doğmaya başladı. Ekonominin itici gücü hala ihracattı; ama gıda, dokuma ve hafif metalurji gibi sanayi kollarında da önemli gelişmeler sağlandı.

Radikal Yönetim (1916-1930)

Arjantin'in genel oyla seçilen ilk başkan Hipolito Irigoyen (1916-22)

Genel oyla seçilen ilk başkan Hipolito Irigoyen (1916-22) önderliğindeki Radikal cephe, değişik toplumsal kesimleri bir araya getirdi. Bu nedenle, ekonomik ve toplumsal reformları gerçekleştirmesi kolay değildi. Irigoyen, önce muhafazakar yönetimden devraldığı siyasi düzenin aksaklıklarını düzeltmeye yöneldi. Bürokraside yapılan düzenlemeler, Radikallerin, tüm eyaletlerde seçimleri rahatça kazanabilmesini sağlayan bir yapı oluşturdu. Irigoyen, ayrıca işçi sendikalarının ılımlı kesimlerinin desteğini kazanan bir politika izledi. Orta çiftçilerin örgütlenmesini özendirdi ama toprak mülkiyetine dokunmadı.

Herkese öğrenim hakkı tanındı ayrıca, üniversitelerdeki muhafazakarların gücünü kırmak amacıyla, öğrencilerin de kısmen yönetime katılmasına olanak tanıyan bir üniversite reformunu yürürlüğe koydu. 1918'de Córdoba'da, üniversite reformu hareketi başladı; üniversite özerkliğinden yola çıkan bu hareket, üniversite kurumunu toplumsal değişmenin itici gücü haline getirdi. Bu arada 1919 iktisadi bunalımının sonunda başlayan anarko-sendikacılar yönetimindeki işçi grevleri ile peón grevleri hükümet tarafından sert biçimde bastırıldı.

Irigoyen karşıtı bir radikal olan Marcelo Torcuato de Alvear'ın başkanlığı döneminde (1922-28), radikalizm, oligarşiye karşı daha uzlaşmacı bir tutum aldı. Alvear'ın başkan seçilmesinde önemli rol oynayan Irigoyen, onun giderek partinin tutucu kanadının önderliğini üstlenmesi üzerine 1928'de başkanlığa ikinci kez adaylığını koydu ve üçte iki çoğunlukla yeniden göreve geldi. Ama Irigoyen'in kurduğu parti örgütlenmesi, yerleşik çıkar gruplarının ve siyasal temsilcilerinin tepkisini çekiyordu. 1929 Büyük Bunalımı Arjantin ekonomisini de etkisi altına alınca, Irigoyen'in iktisadi bunalıma karşı koyabilecek yetenekte olmaması ve iktidarın yıpranması, hükümetinin gözden düşmesini hızlandırdı. 1861'den sonra duruma ilk kez müdahale eden ordu, 6 Eylül 1930'da Irigoyen yönetimine son verdi. Anayasal yönetim geleneği, ihracata dayalı ekonomik gelişme ve refah dönemi ile birlikte, böylece sona eriyordu.

1913-28 arasında Arjantin'in ihracatı iki katına çıkmış olmakla birlikte, dış ekonomik ilişkilerde zaten bazı sorunlar birikmişti. Ülkeye giren özel yabancı sermaye genellikle Britanya kökenli olduğu halde Arjantin'in gereksindiği sanayi malları ile dış kredilerin kaynağı Amerika Birleşik Devletleri (ABD) idi. Buna karşılık ABD'nin, Arjantin'in ihraç ürünlerine sınırlamalar koyması, Irigoyen'in ABD karşıtı bir politika izleyerek Britanya ile ekonomik ilişkilerini geliştirmesine yol açmıştı. Britanya'nın dünyadaki ekonomik durumunun görece zayıflaması, 1929 Bunalımı yaklaşırken Arjantin'in konumunu da güçleştiren etkenlerden biriydi.

Muhafazakarların Dönüşü (1930-1943)

Askeri darbeden sonra devlet başkanı olan olan faşist eğilimli General José Félix Uriburu ile onun ardından seçimle işbaşına gelen Başkan General Agustín Pedro Justo (1932-38) yönetimlerinin belirgin amacı, Radikalleri siyasi iktidardan uzak tutmaktı. 1933'te Britanya ile yapılan Roca-Runciman Antlaşması, et ve buğday ihracatında Arjantin'e Britanya pazarında belirli bir pay güvencesi sağladı. Karşılığında ise Arjantin, belirli ekonomik reformlar yapmayı ve Britanya'nın Arjantin'deki ticari çıkarlarını korumayı üstleniyordu. Arjantin'in Britanya'ya ekonomik bağımlılığını vurgulayan bu antlaşma, geniş tepkilere yol açtı. Öte yandan ithalata getirilen zorunlu kısıtlamalar sonucunda gelişme gösteren sanayileşme, sendikalı işçi sayısında ve kent nüfusunda da önemli bir artışa yol açıyordu.

Büyük Bunalım'ın da etkisiyle ekonomik konumu zayıflayan toprak sahibi kesimlerin başvurduğu kısıtlama ve hileler sonucunda 1937 ve 1940 başkanlık seçimlerini muhafazakarlar kazandı. Roberto Ortiz'in (1938-40) sağlık nedenleriyle çekilmesinin ardından başkan seçilen Ramón Castillo (1940-43) II. Dünya Savaşı'nda Arjantin'in tarafsız kalacağını açıklamıştı. 1941'de ABD de savaşa girince Castillo, Arjantin'in tarafsız kalacağı konusunda Washington'u yeniden uyardı. Bu tutum, Castillo karşıtı muhafazakarlardan Komünist Partisi'ne kadar tüm muhalefeti Castillo'ya karşı birleştirdi.

4 Haziran Devrimi

Muhalefeti sindirebilmek için sıkıyönetime başvuran Castillo, kendi savaş bakanı General Pedro P. Ramirez'in öncülüğündeki subaylar tarafından Haziran 1943'te başkanlıktan düşürüldü. Askeri rejimin önünde ciddi sorunlar vardı. ABD-Brezilya yakınlaşması, Arjantin'in ABD ile ilişkilerini gerginleştirdiği gibi, tarafsızlık politikasından vazgeçilmesini de önlüyordu. İç politikada ise, temsili demokrasiye dönüş ile uzun süreli askeri diktatörlük arasında bir seçim yapmak zorunluydu. Askeri rejimin ilk devlet başkanı General Arturo Rawson, muhafazakar siyasal yapıda radikal bir dönüşümden yana olduğu ve tarafsızlık politikasından vazgeçerek, Birleşmiş Milletler'in oluşumuna katkıda bulunmayı yeğlediği için ancak iki gün görevde kalabildi. Buna karşılık tarafsızlık poltikasını sürdüren yeni başkan General Ramirez'e karşı, milliyetçi sağ ile faşistler dışındaki tüm siyasi gruplar direnişe geçti. Bunun üzerine basına sansür kondu, siyasi partiler feshedildi ve okullarda dinsel eğitim zorunlu hale getirildi. Ama ABD'nin baskıları sonucunda Almanya ile diplomatik ilişkinin kesilmesi, subayların tepkisine yol açtı. Bunun üzerine Ramirez, başkanlığı General Edelmiro J. Farrell'e (1944-46) bıraktı.

Perón Dönemi (1945-1955)

1943'te çalışma bakanı olduktan sonra sendikaların giderek daha çok desteğini kazanan Albay Juan Perón, böylece küçük bir siyasal güç elde etmişti. 1945'e gelindiğinde, artık hem başkan yardımcısı, hem de savaş bakanıydı. Perón'un etkisiyle ülkede siyasi özgürlükler tanındı, üniversitelere özerklik verildi. Almanya'ya savaş ilan eden Arjantin, ardından Birleşmiş Milletler'e katıldı. 1936'dan beri yasaklanmış olan Komünist Partisi dahil tüm siyasi partilere özgürlük tanınması ile gelişen demokratik ortam, muhafazakarların tepkisini çekti.

Ama 9 Ekim 1945'te Perón'un tutuklanması, sendikaların halkın da desteğiyle büyük bir greve gitmesine yol açtı. Kısa süre sonra serbest bırakılan Perón, askeri rejimin seçim kararı alması üzerine başkan adayı oldu. Sendikaların desteğine dayanarak kurduğu İşçi Partisi ile girdiği 1946 seçimlerinde, muhafazakarlardan komünistlere kadar tüm öteki partileri bünyesinde toplayan Demokratik Birlik adayı José Tamborini'ye karşı, oyların yüzde 53'ünü alarak hem başkan seçildi, hem de Kongre'de çoğunluğu kazandı. 1951'de yapılan seçimlerde oylarını artırarak yeniden altı yıl için başkan seçildi.

Karısı Eva Duarte'nin yardımıyla, 1947'de kurulan Peronist Adaletçi Parti'de toplanmış orta sınıflara, işçilere, sendikalara ve gençlik hareketlerine dayalı halkçı bir rejim oluşturdu. Bu desteklere bazı toplumsal yasalar çıkararak karşıık verdi. Yürütme erkinin yetkilerini artırdığı ölçüde otoriter bir nitelik kazanan Perón yönetimi, eğitim kurumları ile yargı organlarında siyasi bir temizliğe girişti.

1949'a değin izlenen ekonomik politikalarla tarımdan sanayiye kaynak aktarılarak hızlı bir sanayileşme gerçekleştirildi, çalışanların gelir düzeyi yükseltildi. Ama dış ticaret hadlerinin Arjantin'in ihraç ürünlerinin aleyhine değişmesi ve enflasyonun yükselmesi, bu politkanın değiştirilmesine yol açtı. Enflasyonu önleme çabaları olumlu çözüm vermediyse de tarım kesimini hoşnut edecek bazı önlemler alındı, ücret sınırlamalarına gidildi. Perón'a kitle desteği sağlamada önemli rol oynayan karısı Eva Perón'un Temmuz 1952'de ölmesi ile birlikte, rejimin yalpalamaları daha da arttı. Ekonomik güçlükler, önceden şiddetle karşı çıkılan yabancı sermayeye umut bağlanmasına yol açarken, siyasi desteklerini birer birer yitirmeye başlayan Perón, önce kilise sonra da ordu ile karşı karşıya gelip, ayrıca ABD'nin de düşmanlığını kazanınca Eylül 1955'te askeri bir darbe ile düşürüldü ve ülkeden uzaklaştırıldı.

Geçiş Dönemi ve Askeri Hükümetler

Arturo Frondizi ile Küba lideri Fidel Castro'nun Küba Devrimi'nden kısa süre sonra Buneos Aires'teki buluşmaları Arjantin ordusuyla Frondizi'nin ilişkisini daha gergin hale getirmişti.

General Pedro Eugenio Aramburu'nun devlet başkanlığını (1955-58) üstlenmesinin ardından Peronist parti dağıtıldı ve sendikalar devlete bağımlı hale getirildi. Yeni askeri rejim, bir istikrar programı uygulayarak, özellikle kar ve ücretleri kısıtlamayı denedi. Buna karşılık Peronistler, 1957 seçimlerinde seçmenlerin dörtte birine boş oy kullandırmayı başararak siyasi güçlerini kanıtladılar. 1958'de sivil yönetime dönüşü sağlayan başkanlık seçimlerinde ise siyasi hakları geri vereceğini vaat eden radikal aday Arturo Frondizi'yi desteklediler.

Başkanlık seçimlerini kazanan Frondizi (1958-62), uyguladığı ekonomik istikrar politikası ile tarım kesimini gözettiği ve yabancı sermaye yatırımlarını artırmayı hedeflediği için sendikaların desteğini yitirdi. Enflasyon ve ödemeler dengesi sorunlarına kalıcı çözümler getiremeyince iyice yıpranan Frondizi yönetimi, Peronistlerin desteğini yeniden elde etmek amacıyla 1962 yerel seçimlerine onların da katılmasına izin verdi. Peronistlerin bu seçimlerde kazandığı başarı, bardağı taşıran damla oldu; Frondizi askeri bir müdahale ile görevinden uzaklaştırıldı. Ama ordu, doğrudan iktidara el koymak yerine, Senato Başkanı José Maria Guido başkanlığında geçici bir yönetim oluşturdu. 1963'te yapılan seçimleri beklenmedik biçimde, Halkın Radikalleri'nin adayı Arturo Illia (1963-66) kazandı. Illia, işçi sendikalarının denetimini yeniden ele geçiren Peronistleri bölerek etkisiz kılmaya çalıştı. Ama Haziran 1966'da Peronistlerin de desteklediği bir darbe ile ordu bu kez doğrudan iktidara el koydu.

Eski kara kuvvetleri komutanı General Juan Carlos Ongania'nın başkanlığında kurulan askeri yönetim, yüksek yargı organları ile üniversiteleri de kapsayan bir tasfiye ve baskı uygulamasına girişti. Ongania yönetiminin ekonomik istikrar programının öncekilerden farkı, tarım kesimi ile tarım ürünü ihracatçılarını vergilendirmeyi öngörmesiydi. Enflasyon oranını düşürmede ve ekonomik büyümeyi sağlamada başarılı olan bu politika, önemli sanayi merkezlerinden biri olan Córdoba'da işçilerle öğrencilerin 1969'da başlattığı direniş (Cordobazo) üzerine ekonomi bakanı Krieger Vasena'nın istifası ile yarıda kaldı. Askeri yönetim, alternatif bir ekonomik politika oluşturamazken, çeşitli örgütlerin yasadışı eylemleri yaygınlaştı. Artık iyice bölünmüş bulunan Peronistlerin de bir bölümü bu mücadeleyi yeğliyordu. Bu tür Peronist örgütlerden biri olan Montonerolar, ılımlı Peronist sendika önderlerinin yanı sıra, anayasal düzene dönüş için ılımlı Peronistlerle birlikte çaba gösteren eski başkan Aramburu'yu da kaçırarak öldürdüler. Bunun üzerine Ongania'yı görevden alan ordu Haziran 1970'te onun yerine General Roberto Marcelo Levingston'u getirdi. Ekonomik durumun yeniden kötüleşmesi ve Levingston'un siyasi tutumunun tepki uyandırması üzerine başkanlık görevi Mart 1971'de General Alejandro Agustín Lanusse'ye geçti.

Yeni askeri hükümet, temsili demokrasiye dönüş yollarını ararken, Juan Perón da ikili bir stratejiyi başarıyla uyguladı. Bir yandan Peronist yeraltı örgütlerini destekler gözükür ve kimi sosyalist solaganları kullanırken öbür yandan da mülk sahibi sınıfları ürkütecek ekonomik politika önerilerini programına almayarak radikallerle uzlaşma yolları aradı. Sonunda askeri hükümet, Perón'un başkanlığa aday olmasını önleyen kısıtlamaları sürdürmekle birlikte, eski başkanın Kasım 1972'de sürgünden dönmesine ve Mart 1973'te de Peronist koalisyonun (Frente Justicialista de Liberación) bir seçim zaferi elde etmesine engel olamadı.

Peronizmin Dönüşü

Mayıs 1973'teki başkanlık seçimini kazanan Hector J. Campora'nın kısa süren yönetimi sırasında, Peronistlerin sol kanadı, yeraltı örgütünü dağıtmaksızın durumunu güçlendirmişti. Campora tarafından sosyal güvenlik bakanlığına getirilmiş olan Perón'un özel kalem müdürü José López Rega ile sendikaların üst yönetimi, Perón'un da desteğiyle sol kanata karşı şiddete dayalı bir mücadele başlattı. Temmuzda Campora'nın istifası ve yeni seçim kararının alınması ile, 18 yıl sonra Perón'a yeniden iktidar yolu açılmış oldu.

Ekim 1973'te yapılan başkanlık seçimini kazanan Perón'un yeni başkan yardımcısı, Isabel Perón olarak tanınan üçüncü karısı María Estela Martínez de Perón idi. Perón, eyalet yönetimlerinden ve üniversitelerden çok sayıda solcuyu tasfiye etti. Mayıs 1973'ten sonra duraklayan yasadışı eylemler, bu kez özellikle sağcı Arjantin Anti-Komünist İttifakı (AAA) adlı örgütün ortaya çıkmasıyla yeniden tırmanacaktı. Polis ve istihbarat örgütleri ile işbirliği yaptığı kanısı yaygın olan bu örgüt, çok sayıda siyaset adamı, öğrenci ve sendika liderini öldürecekti.

Perón'un ekonomik politikası, gelir dağılımında ücretliler lehine bazı değişiklikler öngörmekle birlikte, temel olarak enflasyonla mücadeleyi amaçlıyordu. Ama fiyat ve ücret artışlarını kontrol altına almak amacıyla uygulamak istediği "toplumsal anlaşma" modeli başarılı olamadı. 1973-74 dünya petrol bunalımının ve Britanya'nın Avrupa Ekonomik Topluluğu'na girmesinin de etkisiyle Avrupa'ya ihracat olanakları daralan Arjantin'in ödemeler dengesi giderek kötüleşti. Sendikaların da ekonomik politikaya tepkisi yoğunlaşıyordu. 1 Temmuz 1974'te Perón öldü. Başkanlığı devralan eşi Isabel Perón, Lopez Rega ile işbirliğine girerek, yönetimin sağa kayışını hızlandırdı. Şiddetin giderek yaygınlaştığı bir ortamda, Lopez Rega'nın, siyasal konumunu güçlendirmek amacıyla hem sendika liderleri arasında hem de ordu içinde bölünmeleri körüklemesi siyasal ortamı iyice gerginleştirdi. Isabel Perón'un, Lopez Rega ve arkadaşlarını görevden uzaklaştırması da durumu yatıştırmaya yetmedi. 24 Mart 1976'da ordu bir kez daha yönetime el koydu.

Askeri Yönetimin Dönüşü

1976-1981 arasında askeri cuntanın lideri olan Jorge Rafael Videla (solda) bir açılış töreni sırasında (1980).

Kuvvet komutanlarından oluşan üç kişilik cunta, General Jorge Rafael Videla'yı devlet başkanlığına getirdi. Askeri cunta, devrimci akımlara (Montonerolar, Devrimci Halk Ordusu vb.) ve içlerinde din adamlarının da yer aldığı her türlü muhalefete karşı çok sert bir baskı uygulamaya başladı ve toplumun tüm kesimlerinde bir tasfiye hareketine girişti. Birçok kişi işkence gördükten sonra öldürüldü ya da kayboldu.

Yılda yüzde 600 dolayında bir enflasyon oranı ve büyük bir dış ödeme açığı devralan askeri rejim, katı bir istikrar programına girişti. Videla ekonomi bakanlığına, devlet şirketlerinin istikrara kavuşturulması ve özelleştirilmesi amacıyla José Alfredo Martínez de Hoz'u atadı. Ancak devletin kilit sanayileri elinde tutması görüşünde ve korporatizm taraftarı olan planlama bakanı General Ramon Díaz'ın muhalefetiyle karşılaştı. Díaz'ın görevden çekilmesine rağmen pek çok ordu mensubunun karşı çıkması nedeniyle Hoz'un özelleştirme çabaları engellendi. Cunta kamu hizmetleri ve sosyal refah harcamaları için dış kredilere yönelirken, Martínez de Hoz'un enflasyonu kontrol altına almak amacıyla uyguladığı yüksek faiz oranı ve aşırı değerli kur politikası ihracata zarar verip, birçok sanayi kuruluşunun iflasına ve işsizliğin artmasına yol açtı. Askeri yönetimin işbaşına gelmesinden önce nüfusun yüzde 9'u yoksulluk seviyesinin altında yaşarken (aynı dönemde Fransa ve ABD'den düşük) cuntanın ekonomi politikaları nedeniyle gelir dağılımında ücretliler aleyhine ciddi bir bozulma gözlendi.[5] Askeri yönetim döneminde hızla artan dış borçlar 1980'lerde Arjantin ekonomisini yeni bir bunalıma sürükledi.

Arjantin Millî Futbol Takımı'nın 1978 FIFA Dünya Kupası'nı kazanması olayını cunta, iktidarını sağlamlaştırmak için kullanmaya çalışırken, insan hakları savunucuları aynı olayı, ülkenin siyasal gerçekleri üstüne bilgi toplama amacıyla açtıkları kampanyada kullandılar; ama pek önemli sonuçlar elde edemediler. Askerler o tarihten sonra, yoğun bir diplomatik çabaya girişerek, kapitalist ve sosyalist ülkelerde kabul gördüler; onlarla iktisadi anlaşmalar imzaladılar. Ama Arjantin ile Şili'nin, iki ülke sınırını oluşturan Beagle Boğazı ağzında yer alan üç adacık konusundaki anlaşmazlıkları sürdü.

Videla'nın yerine Mart 1981'de devlet başkanı olanı General Roberto Eduardo Viola, bir yumuşama politikası izleyerek, Isabel Perón'un İspanya'ya sürgüne gitmesine izin verdi. Ama aynı yılın aralık ayında sağlık nedenleri ileri sürülerek cunta tarafından görevinden alındı ve yerine kara kuvvetleri komutanı General Leopoldo Galtieri'ye geldi.

Falkland Savaşı

Öte yandan askeri rejim, Britanya'nın yönetimindeki Malvinas (ya da Falkland) Adaları ile Şili'nin de hak iddia ettiği, Beagle Boğazındaki üç ada üzerinde Arjantin'in tarihsel iddialarını 1977'den beri yeniden canlandırmıştı. Giderek kötüleşen ekonomik durumun rejime karşı muhalefeti körüklediği koşullarda, Galtieri yönetimi, 2 Nisan 1982'de Falkland Adalarına ve onların güneyindeki Güney Georgia Adasına asker çıkardı. Görüşmeler sonuç vermeyince, Britanya'nın bölgeye gönderdiği kuvvetler ile Arjantin birlikleri arasında savaş başladı. Britanya, 30 Nisan'da Güney Georgia'yı, 14 Haziran'da da Falkland Adalarını geri aldı.

Yenilgi üzerine Galtieri görevinden istifa etti. Kendi içindeki görüş ayrılıkları da belirginleşen askeri yönetimin başına, General Reynaldo Bignone getirildi (22 Haziran 1982). Malvinas yenilgisi, iktisadi sorunlar, yasaklandığı halde sürdürülen grevler, halkın cunta yönetimine karşı gösterileri, askeri yönetimi demokrasiye dönmek zorunda bıraktı. Siyasi hükümlülerin serbest bırakılmasına başlandı. Askeri yönetim özel bir af yasası çıkararak, teröre karşı savaş sırasında yasalara aykırı emir veren yetkililerle bu emirlere uyanların cezalandırılmayacaklarını kabul etti. Cunta 5 Aralık 1982'de dağılma kararı aldı. Yedi yıllık cunta yönetimi sırasında kaybolanların sayısı 30 bin'i buluyordu. 1982'nin son aylarında, içlerinde yüzlerce kişinin gömülü olduğu toplu mezarlar ortaya çıkarıldı. Askeri yönetimin, teröristlerin gömülü olduğunu ileri sürdüğü bu mezarlarda başlarından kurşunlanmış 5 yaşından küçük çocuklar da bulunuyordu. 13'ü başkent Buenos Aires'te kurulan 37 toplama kampında, yasalara aykırı olarak binlerce kişinin hapsedildiği ve işkence gördüğü açıklandı.

Bozulan iktisadi durumu düzeltebilmek için Uluslararası Para Fonu (IMF) ile anlaşma yolu arandı. 40 milyar ABD Doları'nın aşan dış borcun ödenebilmesi için IMF'den standby kredisi alındı. İşsizlik oranı yüzde 18'e yükselirken, yıllık enflasyon yüzde 353,5'i buluyordu (Ağustos 1983).

Bu koşullar altında 30 Ekim 1983'te yapılan başkanlık seçimine 11 parti katıldı. Seçimi, oyların yüzde 52'sini alan, Radikal Yurttaşlık Birliği adayı Raúl Alfonsín kazandı. Askeri rejimle gizli pazarlığa girdikleri yolunda söylentiler dolayısıyla saygınlıklarını yitiren Peronistler başarılı olamadı.

Sivil Yönetim

Alfonsín başkanlığa seçilişi dolayısıyla verdiği söylevde programını açıkladı. Yolsuzluklar düzeninin sona erdiğini, uluslararası güçlerin baskılarının kabul edilemeyeceğini, insan haklarına saygı gösterileceğini, kaybolan kişilerin durumlarının açıklığa kavuşturulacağını, baskı düzeninin ortadan kaldırıldığını, sivillere karşı işlenecek suçların davalarına sivil mahkemelerin bakacağını açıkladı (10 Aralık 1983).

Alfonsín yönetiminden önce, orduda yeniden düzenlemelere gidildi. Sivil yönetimin ordu üzerinde denetimini güçlendirmek amacıyla ordu üst kademelerinde değişiklikler yapıldı, askeri harcamalara kısıtlamalar getirildi, kara kuvvetlerinde generallerin sayısı 60'tan 18'e indirildi. Cuntanın çıkardığı özel af yasası kaldırıldı. Askeri rejim dönemindeki baskı uygulamalarına son verilerek, üniversite özerkliği ve basın özgürlüğü yeniden sağlandı.

1976'dan sonra başa geçen üç cuntanın dokuz generali, özgürlükleri sınırlamak, işkence uygulatmak, hırsızlık, sahtecilik gibi suçlardan sivil mahkemede yargılandılar. General Galtieri de General Basilio Lami Dozo ve Amiral Jorge Isaac Anaya ile birlikte Falkland Savaşı'nın yönetimiyle ilgili olarak mahkemeye çıkarıldılar. General Jorge Rafael Videla (1976-81 arasında başkan) ve General Emilio Eduardo Massera, cinayet, sahtecilik ve rüşvet gibi suçlardan ömür boyu; General Roberto Viola (Mart-Aralık 1981 arası başkan) 17 yıl hapse mahkum oldular (9 Aralık 1985), General Galtieri ve cuntası aklandı.

Şili ile anlaşmazlık konusu olan Beagle Boğazı sorunu Vatikan'da, iki ülke dışişleri bakanlarının imzaladıkları antlaşmayla çözüldü (29 Kasım 1984).

Cunta yönetiminden devralınan iktisadi durum Alfonsín yönetiminin en büyük sorunu oldu. Alfonsín yönetimi uzun süre IMF ile anlaşmaya yanaşmadı. Demokrasiye geçiş süreci içinde bulunan ülkede IMF'nin koşullarına uymanın güçlüğü belirtilerek, ülkenin iç sorunlarıyla ilgili ve ulusal egemenlikle bağdaşmayacak koşulların uygulanamayacağı IMF'ye bildirildi. IMF ücretlerin dondurulmasını isterken, yönetim enflasyon oranının %6 üstünde ücret artımını kabul etti. Meksikai Brezilya, Venezuela ve ABD'den kredi alındı. Petrole, taşıma ücretlerine zam yapıldı. Enflasyon %580'e yükseldi (1984). Rekor düzeyde olan 1983 ve 1984 hasatlarına karşın açlık yaygınlaştı. Nüfusun %10'u yoksulluk sınırı altındaydı. Genel İşçi Konfederasyonu (CGT) IMF'nin baskılarına karşı gösteriler düzenledi, iki kez genel greve gitti. Dokuz ay süren görüşmeler sonunda IMF ile anlaşmaya varıldı. Hükümet 1985-1989 yıllarını kapsayan beş yıllık iktisadi plan hazırladı. Başkan Alfonsín savaş ekonomisi uygulayacaklarını söyledi (1 Mayıs 1985). Yıllık %1010'u bulan enflasyon karşısında para birimi değiştirildi; 1000 pesoya eş değerde austral para birimi kabul edildi (Austral Planı). Ücretler belirsiz bir süre için donduruldu (1 Temmuz 1985). Bazı özellikleri bakımından IMF programlarından bile daha katı olan bu paketin içerdiği önlemler enflasyonun aşağı çekilmesini sağladı.

1990'lı Yıllar ve Neoliberalizm

1987 genel seçimlerinde Peronist Adaletçi Parti ağır bastı ve bu partinin adayı Carlos Saúl Menem 1989 yılında yapılan seçimi kazanarak başkan oldu. Yeni bir istikrar programı uygulamaya konduysa da ekonomideki kötüye gidiş durdurulamadı. İşçi ve işveren sendikalarının izlenen politikalara karşı muhalefeti gittikçe güçlendi. Aralık 1990'da çıkan bir askeri ayaklanma bastırıldı. Videla ve Viola gibi cunta dönemi sorumlularının aftan yararlanarak serbest bırakılmaları da kamuoyunun tepkisiyle karşılaştı.

6 Aralık 1990'da ABD Başkanı George H. W. Bush'un Arjantin'i sürpriz ziyareti Menem'in iktidarını güçlendirdi ve 64 milyar ABD Doları bulan dış borçların ödenmesinde kolaylıklar sağlanmasına yol açtı.

1990'ların başında Arjantin ekonomisinin hiperenflasyon ve ağır dış borç yükünden kaynaklanan sorunları sürüyordu. İronik bir biçimde, Peronist (1945'te Juan Perón tarafından kurulan ve devletin ekonomideki ağırlığının artırılmasını savunan siyasi akım) Menem telekomünikasyon ve ulusal havayolunun da dahil olduğu geniş çaplı bir özelleştirme kampanyasına girişti. Özelleştirilenler arasında en önemlilerinden biri, petrol ve doğalgaz arama ve çıkarmayla enerji şirketi YPF idi.

Neoliberal politikaların sıkı bir uygulayıcısı olan Menem'in ekonomi bakanı Domingo Cavallo 1991 yılında Konvertibilite Planı'nı açıkladı. Konvertibilite Planı ve onun kurumsal uzantısı olan Para Kurulu, Arjantin’li yetkililer ve IMF’nin yakın işbirliği ile uygulamaya konulmuştu. Bu plan sabit döviz kuru sisteminin oldukça uç bir örneğini temsil etmekteydi. Planın temel amacı, Arjantin pesosunu Amerikan Doları’na sabitleyerek (1$=1 Peso) ekonomide gerekli güven ortamını sağlamak ve böylelikle hiperenflasyonu kısa sürede kontrol altına almaktı.[6] Plan ayrıca kamu harcamalarının sınırlandırılmasını içermesine rağmen buna çok az uyuldu.[7] 1991-94 yılları arasında yıllık ortalama % 7,7 oranında büyüyen Arjantin ekonomisi[8] gelişmekte olan ülkeler arasında en iyi performansı gösteren ülkelerden biri oldu. Brezilya'yla yürütülen görüşmeler Mart 1991'de Mercosur gümrük birliğinin kurulmasıyla sonuçlandı. Aynı yılın 14 Kasım tarihinde Menem, ABD Kongresi'nin ortak oturumunda konuşma yapan üçüncü Arjantin Başkanı oldu (diğerleri Raúl Alfonsín ve Arturo Frondizi).

Bu başarılar sayesinde Menem, Mayıs 1995'te yapılan devlet başkanlığı seçiminde oyların yarısını alarak tekrar başkan seçildi. 1990’lı yıllarda Arjantin, neoliberal yeniden yapılanmanın örnek ülkesi olarak uluslararası platformda yoğun bir ilgi odağı oldu. Menem'in uygulamaya koyduğu program sonucunda, Arjantin uzun yıllar süren istikrarsızlık ve durgunluk döneminden kurtulmayı başardı ve İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde ilk defa yüksek ekonomik büyüme oranlarıyla tanıştı. Ayrıca, 1980’li yılların sonlarına doğru hiperenflasyon boyutlarına ulaşan enflasyon oranları, kısa olarak tanımlanabilecek bir sürede tek haneli seviyelere düşürüldü. Ne var ki Arjantin’de uygulanan serbest piyasa temelli reformların büyüme üzerindeki etkisi kalıcı olmadı. Arjantin modeli 1990'ların sonuna doğru hızını kaybetti. Büyüme sürecinin giderek hız kaybetmesi 2001 yılında ciddi bir çöküşe dönüşmüş ve “Arjantin Mucizesi” nin sonunu işaret etmişti.

2001'de patlak verecek krizde, IMF'nin önemli bir rolü olmakla birlikte Arjantin'in içsel-yapısal zayıflıklarının da payı vardı. Gelir dağılımının bozukluğu ve yüksek işsizliğin ülkede rüşvet ve yolsuzlukları sürekli artırması, 1990 yılından itibaren uygulanan hatalı özelleştirme politikaları ile oluşturulan verimsiz şirketler ve kartellerin ülke ekonomisine zarar vermesi, milli enerji şirketlerinin bile stratejik değerlendirme yapılmadan satılışı, 1990-2000 yılları arasında Arjantin’e giren 150 milyar dolar sıcak paranın Arjantin ekonomisinin dengesini bozması gibi nedenlerle, Meksika (1994), Asya (1997) ve Rusya (1998) krizlerinin de etkisiyle ekonomisi zayıflamış olan Arjantin’in oldukça kısa vadeli, ödenmesi zor dış borçları 2000'li yılların başında 146 milyar dolara ulaştı.[9]

Menem'in anayasal olarak katılamadığı Ekim 1999'daki başkanlık seçimlerinde Buenos Aires Belediye Başkanı ve sol muhalefet güçlerinin adayı Fernando De la Rúa, iktidardaki Peronist partinin adayı Eduardo Duhalde'yi yenerek başkan seçildi.

2001-2002 Krizi

Rusya krizinin yaşandığı 1998 yılında dahi Arjantin ekonomisi büyümeye devam etti. Ancak, 1999 yılıda büyük ölçüde Rusya krizine bağlı sermaye çıkışlarının sonucu olarak görülen bölgesel yavaşlama Arjantin'i de etkisi altına aldı. 1999 yılını takip eden dönem içinde bu ekonomik yavaşlama süreci diğer Latin Amerika ülkelerinde yerini ılımlı bir toparlama sürecine bırakırken, Arjantin uzun süreli bir resesyona sürüklendi. 1998 yılında başlayan ve Arjantin krizi için bir başlangıç olarak nitelendirilen sermaye çıkışları Arjantin’de özellikle 1999 Brezilya devalüasyonu sonrasında kalıcı ve şiddetli hale geldi.

2001 yılının sonuna doğru yaklaşırken Arjantin ciddi ekonomik sorunlarla karşı karşıyaydı. Uluslararası Para Fonu (IMF), dış borç sorununu hafifletmek için ya ABD Doları'na sabitlenmiş olan Arjantin Pesosunun değerinin düşürülerek devalüasyon yapılması ya da ekonomisini tamamen dolarize etmesi için Arjantin'e baskı uyguladı. 2 milyona yakın kamu sektörü çalışanının ücretlerinin yüzde 13 oranında düşürülmesinin de içinde olduğu büyük bütçe kesintileri hızla yükselen ülke riskinin dizginlenmesinde başarısız oldu.

Ekim ayının sonunda, De la Rúa tarafından ekonomi bakanı olarak atanan Cavallo, 100 milyar ABD Doları tutarındaki iç ve dış borç karşılığında ihraç edilecek yeni tahvillerin teminatının satın alınabilmesi için IMF ve ABD Hazinesi ile kaynak sağlama konusunda görüşmelere başladı. 132 milyar ABD Doları tutarındaki kamu borcu için borç takası (yıllık yüzde 7 faizli tahvillerle vergi gelirleri garanti gösterilerek değişim) IMF ve ABD Hazinesi finansal destek için sıfır bütçe açığı (sıfır-açık) hedefine bağlı kalınmasını ve vergi paylaşımı konusunda eyaletlerle anlaşmaya varılmasını şart koştu. Uluslararası derecelendirme kuruluşları tarafından bu takas fiili olarak borcunu ödeyememe olarak değerlendirildi. 19 Kasım tarihinde IMF daha önce belirlenen hedeflerin tutturulması kesinleşmedikçe, Arjantin'e yeni bir ödemede bulunmayacağını açıkladı. 30 Kasım'da borç takasının yurtiçi kısmı için 50 milyar ABD Doları teklif geldi. Gecelik pezo faizleri devalüasyon korkularıyla yüzde 689'lara ulaştı. Banka mevduatlarından çekilişler yaşanmaya başladı. 3 Aralık'ta geçerli olmak üzere mevduat çekilişine (Corralito) ve yurtdışına kaynak transferine kısıtlama getirildi. 5 Aralık'ta IMF Arjantin'e yapacağı 1,3 milyar ABD Dolar'lık yardımı (mali hedeflerin tutturulması nedeniyle) Aralık ayı içinde gerçekleştirmeyeceğini duyurdu. Bunun üzerine ülke risk pirimi 40 puanı aştı. 7 Aralık'ta Arjantin Merkez Bankası, mevduatların sistem içinde kayışını önlemek için yeni mevduata uygulanan zorunlu karşılık oranlarını yükseltti.

İşsizlik oranının yüzde 18'e yükseldiği bu dönemde, 13 Aralık'ta genel grev, 14 Aralık'tan itibaren de marketler ve yiyecek satan dükkanlar yağmalanmaya başladı. Aralık ayı içinde başta başkent Buenos Aires olmak üzere büyük şehirlerde yaşanan yağma ve şiddet olaylarında onlarca kişi yaşamını yitirdi. 19 Aralık'ta olağanüstü durum ilan edildi, aynı gün ekonomi bakanı Cavallo istifa etti. Cavallo'nun istifası De la Rúa yönetiminin çöküşünü engelleyemedi. Aynı gün tüm bakanlar, ertesi gün de De la Rúa istifa etti.

Başkan yardımcısı aylar önce istifa etmiş olduğu için başkanlığa geçici olarak Peronist Adolfo Rodríguez Saá seçildi. Saá göreve geldiği gün, dış borç ödemelerinin en azından 60 gün için (seçim tarihi olan 3 Mart 2002'ye kadar) durdurulduğunu açıkladı. Hükümet ayrıca "argentino" adlı (basımı döviz karşılığı olmayıp sadece hükümet kararına bağlı olan) yeni para biriminin Ocak 2002 itibariyle dolaşıma çıkacağını duyurdu.

Ancak bir hafta görevde kalan Saá hükümetinin ardından, 2 Ocak 2002'de, De la Rúa'nın 1999'daki seçimlerde rakibi olan Eduardo Duhalde Arjantin Ulusal Kongresi tarafından De la Rúa'nın kalan başkanlık süresi dolana kadar iki yıl için başkanlığa seçildi. Duhalde, para kurulunun fesh edildiğini, Peso'nun dalgalanmaya bırakıldığını duyurdu. Peso dolar karşısında önce yüzde 29 oranında devalüe edildi, Temmuz 2002'ye kadar peso eski değerinin dörtte birine inmişti. Bu önlemle enflasyon tetiklenmiş olmakla birlikte ithal ikame yolunun açılmasına yardımcı olunarak ulusal sanayinin büyümesinin önü açıldı. 1990'lı yıllar boyunca ulusal sanayinin küçülmesi (yapay düşük döviz kuru nedeniyle ithal ürünleri erişimin kolaylaşması nedeniyle), 1990'ların sonu ve 2000'lerin başlarında dış borcun dizginlenmesi ve kreditörlerin tatmin edilmesi amacıyla uygulanan politikalar nedeniyle 2003 yılında yoksulluk sınırının altında yaşayanların oranı yüzde 50'nin üzerine çıkmıştı. Bununla birlikte 2002 Şubat ayı içinde alınan karara göre, bankalardaki tüm dolar mevduatlarının devalüasyondan önceki kurdan (1$=1P) pesoya çevrilmesi, buna karşılık bankaların döviz kredilerini cari kurdan (1$=1,4P) pesoya çevirilmesinin kararlaştırılması hoşnutsuzluğa neden oldu. Duhalde göreve gelmesinden bir yıl sonra, ülkenin çalkantılı durumunun düzeltilebilmesi ve siyasi baskılar nedeniyle erken seçim çağrısı yaptı.

Kirchner Hükümetleri

Néstor Kirchner (sağda) başkanlık yetkilerini eşi Cristina Fernández de Kirchner'e (solda) devrederken (10 Aralık 2007).

27 Nisan 2003 tarihinde yapılan başkanlık seçimlerinin birici turuna katılan sekiz adaydan hiçbiri seçilebilmek için yeterli oy oranını alamadı. Mayıs ayında yapılması öngörülen ikinci tur önceside ilk turda en çok oyu alan eski başkanlardan Carlos Menem'in adaylıktan çekilmesiyle ilk turda ikinci olan, Santa Cruz eyaleti valisi merkez sol eğilimli Néstor Kirchner doğrudan başkan oldu.

Mayıs 2003'te göreve başlayan Kirchner silahlı kuvvetlerin üst kademesinde bazı değişikliklere gitti, ayrıca 1976-1983 arasındaki askeri dönemin yöneticileri için Carlos Menem'in başkanlığı sırasında çıkarılan tartışmalı af yasası da iptal edildi. Nestor Kirchner hükümetinin en büyük mesaisi ülkenin dış borcuyla ilgili oldu. Kreditörlerle yeniden pazarlıkları başlatan Nestor Kirchner hükümeti, kreditörlerin yüzde 93'üyle borçların ortalama yüzde 65 oranında indirime gidilmesi ve 2005 ve 2010 yıllarında toplu ödemeler yapılması konusunda anlaştı. Anlaşma dışında kalan yüzde 7'lik kesim o tarihten itibaren hukuksal mücadele başlattı.[10] Arjantin'in bölge ülkeleriyle verimli ilişkiler kurduğu bu dönemde Kirchner, başkanlık görevini noktalandırdıktan sonra Güney Amerika Ülkeleri Örgütü'nün de (UNASUR) genel sekreterliğini üstlendi.[11] Nestor Kırchner Güney Amerika Parlamentosu'nun kurabilmesi için büyük çabalar harcamış ve de ABD karşıtı blokların Güney Amerika'da sağlamlaşması için önemli roller oynadı.

Kirchner, sosyal demokrasi ve sosyal liberalizm arasında bir politika önermiş, bu siyasi tarza da “kirchnerism” adı verildi. Arjantin lideri ülkesine kaydettiği büyüme ve yoksullar için uyguladığı sosyal politikalarla halk arasında saygı ve sevgi gördü.[12] Bu kadar popüler olduğu bir dönemde olmasına karşın 2007'deki başkanlık seçimlerinde aday olmayışı sağlık nedenlerine bağlandı.

Ekim 2007'de yapılan başkanlık seçimlerinde, Néstor Kirchner'in yerine kendisi gibi avukat ve senatör olan eşi Cristina Fernández de Kirchner başkanlığa seçildi. Ülkenin seçimle işbaşına gelen ilk kadın devlet başkanı olan Cristina Kirchner'in döneminde de, Néstor Kirchner ülke siyasetinde etkili oldu. Aynı yılın eylül ayında yapılan yerel seçimlerde, Sante Fe eyaletinin valiliğine seçilen Hermes Binner Arjantin tarihindeki ilk sosyalist, Tierra del Fuego valiliğine seçilen Fabiana Ríos ise ülkenin ilk kadın valisi oldu.

Cristina Kirchner'in 2008 yılının mart ayında iç pazardaki fiyat artışının önüne geçmek için soya fasulyesi ve ayçiçeği ürünlerinin ihracat vergisini artırma teşebbüsünde bulunması onbinlerce çiftçinin tepki göstermesine ve yaygın protestolara neden oldu. Kirchner'in partisi Adaletçi Parti üyelerinin hemfikir olmaması nedeniyle yasa tasarısı senatoda veto edildi.[13] Cristina Kirchner'in ilk döneminde Katolik Kilisesi'nin tepkisine rağmen eşcinsel evliliği yasalaştırıldı. Aynı zamanda askeri diktatörlük sırasında işlenen insanlığa karşı suçların cezalandırılmasında engel teşkil eden yargı dokunulmazlıklarına son verdi. Uluslararası arenada da oldukça göz dolduran Kirchner, ülkesini G20 ülkeleri arasına sokmayı başardı.

Ekim 2011'de yapılan seçimlerde, 2010 yılında kocasını kaybeden Cristina Kirchner yüzde 54,1 oy oranıyla ikinci kez başkan seçildi.

Kaynakça

  1. Santillán, p. 17
  2. A Gil, M Zárate & G Neme (2005), Mid-Holocene paleoenvironments and the archeological record of southern Mendoza, Argentina. Quat. Intern. 132: 81-94.
  3. Luna, Independencia..., p. 28
  4. http://www.webmeets.com/files/papers/LACEA-LAMES/2007/10/Migration%20from%20Europe%20to%20the%20Americas.pdf
  5. Naomi Klein. The Shock Doctrine. Penguin Books. ISBN 978-0141024530.
  6. Edwards, pp. 104-105
  7. Arjantin Krizinin Nedenleri-Sonuçları
  8. Meksika 1994 ve Arjantin 2001-2002 Krizlerinin Gelişmekte Olan Ülkeler ve Türkiye İçin Önemi
  9. Arjantin Teknik Olarak İflas Etti
  10. Eski Arjantin Cumhurbaşkanı Kirchner öldü, BBC Türkçe, 27 Ekim 2010
  11. Arjantin’i değiştiren lider: Cristina Fernandez, tr.euronews.com, 8/10/2013.
  12. Arjantin’de çiftçiler sevinçten sokaktaydı, ntv.com.tr, 18 Temmuz 2008.
This article is issued from Vikipedi - version of the 8/24/2016. The text is available under the Creative Commons Attribution/Share Alike but additional terms may apply for the media files.