Rıza Tevfik Bölükbaşı

Rıza Tevfik Bölükbaşı

Osmanlıca Edirne mebus-u muhteremi feylesof Rıza Tevfik Bey (1910).
Doğum 1869
Cisri Mustafapaşa, Osmanlı İmparatorluğu
Ölüm 31 Aralık 1949
İstanbul, Türkiye
Takma ad Feylesof Rıza

Rıza Tevfik Bölükbaşı (1869, Mustafapaşa - 31 Aralık 1949, İstanbul), Türk şair, filozof ve devlet adamı.

Hece vezninde yazdığı şiirlerle tanınan Rıza Tevfik Bölükbaşı, felsefeye merakı nedeniyle Filozof Rıza olarak anılırdı. Tıp eğitimi gören Rıza Tevfik, Osmanlı döneminde milletvekilliği, Millî Eğitim Bakanlığı da yapan çok yönlü bir kişilikti. Politikadaki tutarsızlıkları ve ateşli kişilik yapısı nedeniyle olaylarla dolu bir ömür sürdü. Sevr Antlaşması’nı imzalayan Osmanlı delegesi olarak Yüzellilikler arasında yer aldığı için uzun yıllar sürgünde yaşadı; gurbet acısını, şiirlerinde dile getirdi. Sürgünde iken yazdığı "Uçun Kuşlar" isimli şiirinde yer alan,

"Uçun kuşlar uçun! Burda vefa yok!
Öyle akar sular, öyle hava yok!
Feryadıma karşı aks-i sedâ yok!
Bu yangın yerinde soğuk kül vardır."

kıt'ası, o zamanki sıla özlemini dile getirir.

Hayatı

Çocukluk, gençlik yılları ve eğitimi

Paris Barış Konferansına giden Osmanlı heyeti, İtilaf Devletlerine ait bir savaş gemisinin güvertesinde. Rıza Tevfik resimde fes takmış Damat Ferit Paşa'nın sağında.

1869 yılında Cisr'de (o yıllarda Edirne vilayetine bağlı bir kaza; günümüzde Bulgaristan’ın Hasköy iline bağlı Svilengrad ilçesi) doğdu. Babası Mülkiye kaymakamlarından Hoca Mehmet Tevfik, annesi Kafkas muhacirlerinden Münire Hanım idi. Mehmet Tevfik Bey’in emekli olmasından sonra ailesi ile gelip yerleştikleri İstanbul’da kardeşi Ahmet Nazif dünyaya geldi. Bir Musevi okulunda öğretmenlik yapan Mehmet Tevfik Bey oğlunu da aynı okula kaydetti.[1] Rıza Tevfik bu okulda Yahudi İspanyolcası ve Fransızca öğrendi.

1879'da babasının savcı yardımcısı olarak atanması üzerine göç ettikleri İzmit’te Münire Hanım sıtmadan hayatını kaybedince aile İstanbul’a döndü. Rıza Tevfik, babasının Gelibolulu bir ailenin kızı olan Şakire Hanım’la evlenmesinden sonra eğitimine bir süre Gelibolu’da bir Ermeni mektebinde devam etti; ardından Gelibolu Rüştiyesi’nde okuyarak okulu birincilikle bitirdi.[1]

1885’te Mektebi Mülkiyeyi Şahane’ye girdi, özellikle edebiyat derslerinde başarılı oldu; ancak üçüncü sınıfta iken babasını kaybetti (1891), arkasından da ihtilalcilikle suçlanarak bazı hocalar ve öğrencilerle birlikte okuldan çıkarıldı.

Doktorluk mesleğine ilgi duymadığı hâlde eğitimine devam edebilmek için Tıbbiye'ye girdi.[1] Öğrencileri etrafına toplayıp Namık Kemal'in hürriyet şiirlerini okuması; cumhuriyet hakkında konuşmalar yapmaya başlaması bu okuldan da uzaklaştırılmasına sebep oldu ancak Umumi Mektepler Nazırı Mustafa Zeki Paşa’ya yazdığı bir dilekçe sayesinde okula geri dönebildi. Ertesi sene Sirkeci'de bir kahvede hürriyet, adalet ve hükûmet şekilleri üzerine yaptığı bir konuşma nedeniyle hapsedildi; bu defa da Zaptiye Nazırı Hüseyin Nazım Paşa'nın aracılığı ile hapisten kurtulup okula dönebildi. Okulu 1897’de bitirip doktor olabildi.

Gümrük idaresinde, sonra Cemiyeti Tıbbiyeyi Mülkiye'de, daha sonra Karantina İdaresinde doktor olarak çalıştı. Tıbbiye’nin son sınıfında iken ilk Türk kadın pedagoji öğretmeni Ayşe Sıdıka Hanım ile evlenerek 3 kız çocuğu sahibi olan Rıza Tevfik 1903’te çocukları henüz 3, 4 ve 7 yaşlarında iken eşini kaybetti. Ertesi yıl ikinci evliliğini Nazlı Hanım ile yaptı; bu evliliğinden iki oğlu oldu.[1]

1908'li yıllarda ise Ulum-u İktisadiye ve İçtimaiye Mecmuası'nın kurucuları arasında yer aldı ve bu dergide çeşitli yazılar yazdı.[2]

Siyasete girişi

O dönemde gizli bir cemiyet olan İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne 1907’de Manyasizade Refik Bey’in ısrarıyla girdi.[1] Ertesi sene Meşrutiyet ilan edildiğinde Rıza Tevfik, Selim Sırrı Bey (Tarcan) ile birlikte İstanbul’da at üstünde dolaşıp nutuklar vererek halkın galeyanını kontrol altına almada başarılı oldu. Devrim günleri boyunca iri cüssesi ile de nam salan Rıza Tevfik, Dersaadet'in en etkili kişileri arasına girdi ve kendisine siyaset yolu açıldı. Genel seçimde Osmanlı parlamentosuna Edirne mebusu olarak girdi.

1910 yılında İttihat ve Terakki Fırkası'nın meclisi feshetmesi üzerine istifa etti; iki yıl sonra Hürriyet ve İtilaf Fırkası’na girdi. Bu sırada Sultan II. Abdülhamit’ten özür dileyen bir şiir de yazdı. İttihat ve Terakkki Fırkası’ndan eski arkadaşları tarafından Sultanahmet'teki cezaevinde bir ay kadar hapsedilen; bir yıl sonra Gümülcine'de seçim propagandası yaparken yine eski partili bir grup tarafından fena hâlde dövülen Rıza Tevfik, ikinci seçimde mebus seçilemeyince siyaseti bir süre için bırakmıştır.[1]

Felsefe dersleri, konferansları

Bu dönemde devrin belli başlı gazete ve dergilerinde şiirler, edebiyat ve felsefe ile ilgili makaleler yazdı; ülkenin I. Dünya Savaşı’na sürüklenmesine karşı çıktı. Tiyatro salonları ve kıraathanelerde halka açık verdiği konferanslar ile tanındı.

Vaniköyü'nde Raif Oğan'ın kurduğu Rehberi Ittihad-ı Osmâni özel lisesinde Türkiye'de ilk defa felsefe dersleri verdi.[1] Bu dersler önce “Mebhas-i Marifet (Bilgi Teorisi)“ adıyla taş basma olarak basıldıktan sonra 1914’te “Felsefe Dersleri-Birinci Kısım” adıyla yayımlanmıştır. Yakın dostu Tevfik Fikret’in 1915’te ölümünden sonra Arnavutköy Kız Koleji'nde ve Robert Kolej'de Fikret’ten boşalan edebiyat derslerini verdi.

Siyasete dönmesi ve Darülfunun hocalığı

1918’de siyasete yeniden dönerek son Osmanlı kabinesinde Maârif Nâzırı (Eğitim Bakanı) olarak bulundu. Felsefenin eğitim sisteminde yer alması için çabaladı. Aynı yıl Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası'nın büyük üstadı seçilerek burada bir yıl görev yaptı. 1919-1920’de Şura-yı Devlet (Danıştay) Reisliği’ne getirildi.

Aynı tarihlerde Darülfünun’da felsefe ve estetik dersleri verdi. Padişah Vahdettin ve Damat Ferit Paşa'nın ısrar ve baskısı sonucu 1919'da Paris'te toplanan barış konferansına Türkiye temsilcisi olarak katılmak zorunda kaldı. Ertesi yıl ise Sevr Antlaşması’nı imzalayan heyette yer almak zorunda kaldı. Darülfünun’daki öğrencileri onun Sevr'e imza koyan heyette yer almasını büyük tepki ile karşılayıp derslerini boykot ettiler, protesto gösterileri düzenlediler. Darülfünun grevine yol açan gerilimin son damlası Süleyman Nazif ile Hüseyin Daniş arasında Fuzûlî’nin Türklüğü üzerine yapılan tartışma olmuştur. 29 Mart 1922’de yapılan konferansta hakem rolünü üstlenen Rıza Tevfik, Fuzûlî'nin Türk değil, Acem olduğunu iddia etmiş, “Türk de olsa ne çıkar“ diyerek nutkuna devam etmişti. Ertesi gün Edebiyat Fakültesi öğrencileri bir kararname hazırlayarak Rıza Tevfik, Ali Kemal, Hüseyin Daniş, Cenab Şahabettin ve Marujan Barsamiyan’ın görevlerinden istifa etmelerini istediler. Edebiyat Fakültesi’nde başlayan boykot diğer üç fakülteye de sıçradı. Gelişmeler üzerine üniversite nizamnamesi değiştirilerek hocaların durumu hakkında karar verme yetkisi Darülfünun Divanı’na bırakılmış ve Divan söz konusu hocalara süresiz izin vererek bir anlamda öğrencilerin isteklerini yerine getirmiştir.[3] Rıza Tevfik, kurumdan istifa etti.

Sürgün yılları

Aleyhinde oluşan olumsuz hava nedeniyle korkan Rıza Tevfik, Millî Mücadele aleyhtarı Ali Kemal’in linç edilmesi üzerine Mısır'a gitmekte olan bir yük gemisine binerek 8 Kasım 1922’de ülkeyi terk etti.

Türkiye’den ayrılışından bir buçuk yıl sonra TBMM’nin aldığı bir kararla sürgüne gönderilecek Yüzellilikler listesinde yer aldı. Listede yer almasının nedeni, Sevr’i imzalayan heyette yer alması idi. Sürgün yıllarında Hicaz, Amerika Birleşik Devletleri, Ürdün ve Lübnan'da yaşadı. Ürdün Kralı Emir Abdullah kendisine yakınlık göstermiş, maaş bağlamış; Divan tercümanlığı ve Asarı Atika müdürlükleri görevlerinde bulunmasını sağlamıştır.[1] 1928'de Amerika'da bulunan çocuklarını ziyaret edip orada Türk Edebiyatı hakkında çeşitli konferanslar veren Rıza Tevfik, 1934'te Ürdün'deki resmî görevinden emekli oldu. Lübnan kıyılarında Beyrut yakınlarındaki Cünye kasabasına yerleşti.

Son yılları

1939’da çıkan Af Kanunu’ndan faydalanarak 1943’te kendi ifadesiyle "hesaplaşmak için değil, vedalaşmak için" yurda döndü. 31 Aralık 1949’da, felç tedavisi için yattığı İstanbul Vakıf Gurebâ Hastanesi’nde zatürreeden öldü. Mezarı, Zincirlikuyu Asrî Mezarlığı’nda bulunmaktadır.

Eserleri

Servet-i Fünun Edebiyatı'nın kuruluş yılları olan 1895'ten itibaren devrin edebî dergilerinde Abdülhak Hamit etkisi altında aruz vezniyle şiirler yayımladı. Asıl şöhretini 1913'ten sonra yayımladığı şiirlerle kazandı.[1] Millî edebiyatın oluştuğu bu dönemde hece vezni ve kısmen sade Türkçe ile şiirler yazdı; divan, koşma ve nefes tarzındaki şiirleriyle bir dönemin halk edebiyatının canlanmasına yardımcı oldu.

Rıza Tevfik Bölükbaşı, bütün şiirlerini tek kitabı olan Serâb-ı Ömrüm adlı kitabında bir araya getirmiştir. Bu kitap, 1934’te Lefkoşa’da basıldı.

Halk edebiyatının tanıtılması ile ilgili çalışmalar da yapan Bölükbaşı’nın Ömer Hayyam çevirileri, Tevfik Fikret hakkında incelemesi ve Darülfünun'da vermiş olduğu felsefe derslerinin ders notları kitaplaştırılarak Felsefe Dersleri adıyla yayınlanmış olup felsefi açıdan Türk fikir hayatında önemli bir yere sahiptir. Bu eserin transkripsiyonu 2001 yılında Dr. Münir Dedeoğlu tarafından günümüz Türkçesiyle yeniden yayımlanmıştır.

"Abdülhak Hamid ve Mülâhazât-ı Felsefiyesi" adlı eserini Abdullah Uçman İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları'ndan çıkarmıştır.

Bazı hatıraları, (İletişim Yayınları) tarafından "Biraz da Ben Konuşayım" adı altında yayınlanmıştır.

Not

1- Bu dönemdeki faaliyetleri için bkz. Y. Doğan Çetinkaya, 1908 Osmanlı Boykotu: Bir Toplumsal Hareketin Analizi, (İstanbul: İletişim Yayınları, 2004). Yine Canlı Tarihler (İstanbul: Türkiye Yayınevi, 1944) serisinin 4. cildinde Selim Sırrı Tarcan bölümüne de başvurulabilir.

Kaynakça

This article is issued from Vikipedi - version of the 10/8/2016. The text is available under the Creative Commons Attribution/Share Alike but additional terms may apply for the media files.