Eisenhower Doktrini
Eisenhower Doktrini, 1953 yılından itibaren 8 sene ABD Başkanlığı yapan Dwight Eisenhower'ın 5 Ocak 1957'de Kongre'ye gönderdiği yetki talebi isteği.
Dwight Eisenhower,1954 yılında "Barış için Atom" programını başlattı ve 5 Ocak 1957'de, ünlü Eisenhower Doktrini’ni açıkladı. Bu doktrin ile Orta Doğu ülkelerine askerî ve ekonomik yardımda bulunulması planlanmaktaydı. Yardımın amacı,Orta Doğu'da komünizmin yayılmasını önlemekti.
Temsilciler Meclisi, 30 Ocak'ta, Senato da 5 Mart'ta, büyük oy çoğunluğu ile Eisenhower Doktrini'ni kabul ederek, Başkan'a istediği yetkileri verdi.
Doktrinin Oluşturulma Süreci
Eisenhower Kongre'den şu konularda kendisine yetki verilmesini istiyordu:
- Bağımsızlığını korumak için ekonomik kalkınma çabası içine giren Orta Doğu ülkelerine ekonomik yardım yapmak.
- Bunlardan isteyen ülkelere askeri yardım yapmak.
- Bu ülkelerin istemeleri şartıyla, milletlerarası komünizmin kontrolü altında bulunan bir ülkeden gelecek açık silahlı saldırılar karşısında, Amerikan silahlı kuvvetlerinin kullanılması.
Bu amaçlarla Başkan Eisenhower, Kongreden, üç yıl süre ile, her yıl 200 milyon Dolar harcama yetkisi istemekteydi.
Temsilciler Meclisi'nde onaylanan tasarı, Senato da 5 Mart’ta, büyük oy çoğunluğu ile kabul edilerek, Başkan’a istediği yetkileri verildi.
Eisenhower doktrini’nin tatbikatını sağlayacak kanun; 9 Mart 1957′de kongre tarafından kabul edildikten sonra, başkanın danışmanı James P. Richards, Ortadoğu ülkelerini ziyaret etti ve doktrine katılmalarını istedi. 22 mart 1957 günü Türkiye Eisenhower doktrini’ne katıldığını, ayrıca doktrini bölgede gerçekleştirebilmek için hazır olduğunu açıkladı. aynı gün ABD, Bağdat paktı askerî komitesine gireceğini ilan etti.
Eisenhower Doktrininin bilhassa Orta Doğu'da Amerikan askerinin kullanılmasına dair kısmı, Amerikan Kongresinde büyük tartışmalara sebep oldu. Buna rağmen, Temsilciler Meclisi, 30 Ocakta, Senato da 5 Martta, büyük oy çoğunluğu ile Eisenhower Doktrinini kabul ederek, Başkana istediği yetkileri verdi.
ABD başkanı Eisenhower ‘in 1957 yılı başında Kongre’ye sunduğu bir raporla açıkladığı ve uluslararası komünizm tehdidine karşı direnmek için Amerikan yardımına ihtiyaç duyacak Ortadoğu ülkelerine askeri ve ekonomik yardımı içeren politika. doktrinin temelinde ABD’nin Sovyetler Birliği’nin süveyş bunalımından sonra Ortadoğu’da kazandığı prestije karşı, bölgede bir karşı grup örgütleme çabası ve bölgedeki olayları uluslararası komünizmin bir parçası olarak kabul etmesidir.
Eisenhower Doktrini iki bakımdan Amerikan dış politikası için mühim bir gelişmeyi ifade etmekteydi. Birincisi, Amerika’nın Orta Doğu ile bağlantı alanını bir hayli genişletmesidir. Her ne kadar Amerika; Orta Doğu ile ilgisini ilk defa Truman Doktrini ile göstermiş ise de, Truman Doktrini sadece Türkiye ve Yunanistan’a ve yine sadece askeri yardım yapılmasını öngörmekteydi. Hâlbuki Eisenhower Doktrini, bütün bir Orta Doğu bölgesini içine alıyor ve Amerikan askerinin kullanılması sureti ile bölgedeki ülkelerin komünizme karşı savunulmasını da üzerine alıyordu.
İkinci olarak, bu doktrin ile Amerika, İngiltere ve Fransa’nın Orta Doğu'da bıraktıkları boşluğu bizzat doldurmak üzere harekete geçiyor ve aynı zamanda da, bölgede Sovyet Rusya’nın karşısına dikiliyordu. Amerika ve Sovyet Rusya ilk defa olarak Orta Doğu'da karşı karşıya gelmeye başlıyordu.
Sovyetler Birliği'nin Tepkisi
Sovyetler Birliği bu plana büyük tepki gösterdi. 7 Ocak’ta yayınladıkları resmi bildiride, Eisenhower Doktrini, “Orta Doğu ülkelerini esaret altına alma amacını günden bir tedbir”, “Amerikan tekelci kapitalizminin militarist çevrelerinin Orta Doğu işlerine kaba bir müdahalesi” olarak nitelemişlerdir. Bunun arkasından 11 Şubatta Amerika, İngiltere ve Fransa’ya verdikleri notalarda, Orta Doğu için bir barış planı ortaya attılar. Buna göre, bölgede ittifak blokları kurulmayacak, yabancı askerler geri çekilecek, yabancı üsler tasfiye edilecek ve bölgenin içişlerine karışılmayacaktı. Bölge ülkelerine silah satılmayacaktı.
Sovyetlere verilen cevapta, bu plan reddedildiği gibi bölgeyi silahlandıran ilk devletin kendisi olduğu ve içişlerine karışmadan söz eden Sovyetlerin önce Macaristan’dan elini çekmesi gerektiği bildirildi.[1]
Türkiye'nin Tepkisi
Eisenhower Doktrini, Menderes hükümeti için 1947 yılında Truman Doktrini’nin açıklanması ile başlayan askerî ve ekonomik yardımın, Türkiye’nin yanı sıra diğer Ortadoğu ülkelerine de genişlemesi olarak değerlendirilebilir. Başbakan Adnan Menderes, söz verilen bu askerî ve ekonomik yardım sayesinde ülke içinde de prestijini arttırmayı ümit ediyordu. Bu dönemde Türkiye ekonomisinin kötü gidişi, hükümete güçlükler yaratıyordu. Menderes, yaptığı bir basın toplantısında, Eisenhower Doktrini’nin Ortadoğu’da siyâsî istikrârı sağlayacağına inandığını belirtmişti. CHP ise iç siyâsî havanın gerginleşmesine rağmen, Eisenhower Doktrini konusunda hükümete destek oldu.
Bu doktrinin getirdiği tedbirlerin uygulaması 1958 yılındaki Lübnan ve Ürdün olayları sırasında gerçekleşmiştir. Türkiye, ABD ve İngiltere’nin davranışlarını kayıtsız şartsız destekleyeceğini bildirmiştir.
Ortadoğu ülkelerinin doktrine karşı çıkması sebebiyle ABD, yeni tedbirler alma kararı almıştır. Türkiye, Ortadoğu’da boşalan gücü dolduracak ülke olarak belirlenmiştir. 21 Mart 1957 tarihinde, Ankara’da, Türkiye ve ABD yetkilileri Eisenhower doktrini’ne benzeyen ortak bir bildiri yayınlamışlardır.
Menderes, Eisenhower doktrini’nin açıklanmasından sonra, ABD’yi Ortadoğu’da koruyucu bir güç olarak kazanma amacına ulaşmıştır. Menderes için bölgedeki Sovyet etkisini önleyebilecek tek güç, Amerika’ydı. Böylece Menderes, ABD’yi Sovyet yayılmacılığını önlemek için bir denge faktörü olarak kullanma yoluna başvuruyordu. Adnan Menderes’in NATO ile Bağdat paktı arasında bağlantı kurarak Türkiye’nin önemini artırmaya yönelik arzusu, bu şekilde gerçekleşti. Ancak Bağdat Paktı, Irak darbesinden sonra işlevini ve önemini kaybedince Menderes’in bu arzusunun da anlamı kalmadı.
Orta Doğu Ülkelerinin Tepkileri
Eisenhower Doktrini karşısında Orta Doğu, ikiye ayrılmıştır. Bu doktrini kabul ettiğini ilk ilan eden; 6 Ocak’ta Lübnan olmuştur. Lübnan, bu hareketi ile, şimdiye kadar takip ettiği tarafsızlık politikasını terk etmiş oluyordu. Lübnan’ın arkasından Pakistan, Irak, Türkiye ve Yunanistan, Eisenhower Doktrini’ni kabul ettiklerini açıkladılar. Bunlardan sonra Afganistan, Libya, Tunus ve Fas, en sonunda İsrail bu Doktrini kabul ettiklerini bildirdiler.
Buna karşılık, ilk şiddetli tepki Mısır’dan geldi. Arkasından Suriye, bu tepkiye katıldı. Bu iki devleti ise Ürdün ve Suudi Arabistan takip etti ise de, birkaç hafta sonra Suudi Arabistan, tutumunu değiştirerek, Eisenhower Doktrini’ni “iyi ve müsbet” bulduğunu bildirdi. Çünkü Suudi Arabistan, İsrail konusunda bu devletlerle beraber gitmeye hazırdı; fakat Sovyetler konusunda bu devletlerle bir adım bile atmamaya kararlıydı.
Nâsır’ın Ürdün’de monarşiyi devirmek için biraz sonra giriştiği teşebbüsler, Ürdün’ün tutumunu da değiştirecek ve bu ülkeyi Suriye-Mısır cephesinden ayıracaktır. Tabiatıyla Sovyetler de büyük tepki gösterdiler. 7 Ocak’ta yayınladıkları resmi bildiride, Eisenhower Doktrinini, “Orta Doğu ülkelerini esaret altına alma amacını güden bir tedbir”, “Amerikan tekelci kapitalizminin militarist çevrelerinin Orta Doğu işlerine kaba bir müdâhalesi” olarak nitelemişlerdir.