Irak-Türkiye ilişkileri

Türkiye-Irak ilişkileri

Türkiye

Irak

Bu madde, Irak ile Türkiye arasındaki diplomatik ilişkiler hakkında bilgi içerir.

I. Dünya Savaşı ve Musul Sorunu

I. Dünya Savaşı'na kadar Türkiye ile Irak (Musul, Bağdat ve Basra vilayetleri) yaklaşık 400 yıl boyunca Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde kalmıştı. I. Dünya Savaşı'nda, 19-20 Kasım 1914 tarihlerinde Basra'yı Osmanlılardan alan Britanya güçleri yaklaşık 2,5 yıl boyunca kuzeye doğru ilerleyerek 7 Mayıs 1917'de Kerkük'ü ele geçirdiler. Osmanlı'nın yenilgisiyle sonuçlanan I. Dünya Savaşı'ndan sonra 30 Ekim 1918'de imzalanan Mondros Ateşkes Antlaşması'nda Türkiye'nin güney sınırları belirsiz kalmıştı. Mondros Mütarekesi imzalandıktan sonra, Britanyalıların Musul’u işgal edeceklerini düşünemeyen Osmanlı Devleti, burada bulunan birliklerini takviye etmeyince, Britanya ordusu 1 Kasım 1918’de Osmanlı’nın ahaliye zulmetmesini bahane ederek Musul’a girdi.[1]

Türk Kurtuluş Savaşı'ndan sonra başlayan Lozan Konferansı'nda Britanya’nın Musul konusundaki uzlaşmaya yanaşmayan tutumu nedeniyle İsmet Paşa sırf barışa engel olmamak için sorunu bir yıl içinde Britanya’yla çözmeye razı oldu ve konu konferans gündeminden çıkarıldı. Musul Sorunu Britanya’nın isteği doğrultusunda Milletler Cemiyeti’ne bırakıldı. Ancak bu karar Büyük Millet Meclisi’nde büyük tartışmalara neden oldu. Musul Sorunu'nun çözümü için Türkiye ile Britanya arasındaki görüşmeler 19 Mayıs 1924’te Haliç Konferansı’nda başladı, ancak 5 Haziran 1924'te başarısızlıkla sonuçlandı. Haliç Konferansı’nın başarısızlığa uğramasından sonra Britanyalılar, Lozan Anlaşması’nın 3/2 maddesi uyarınca sorunu Milletler Cemiyeti’ne götürmek istediler. Türkiye, burada son bir kez Türk Petrol Şirketi'nden İngilizlerin kendi lehine bir etkide bulunmasını istediyse de sonuç alamadı ve konu Milletler Cemiyeti’nde 20 Eylül 1924’te görüşülmeye başlandı. Türkiye, geçici üye (30 Ocak 1923) statüsü ile katıldığı bu görüşmelerde plebisit isteğini yineledi; fakat Britanya plebisitin mümkün olamayacağı cevabını verdi. Türkiye, yine de bölge halkının duygularını öğrenmenin tek yolunun plebisit olduğu görüşünde ısrar etti. Milletler Cemiyeti Milletlerarası Daimî Adalet Divanı, 21 Kasım 1925’te Lozan Anlaşması’nın 3/2 maddesine göre bağlayıcı karar aldı; Milletler Cemiyeti, Türkiye’nin katılmadığı 16 Aralık 1925’te divan kararını benimseyerek Brüksel Hattı’nın (Musul’u Hakkari’den ayıran bir yerden geçen geçici bir çizgi) kuzeyini Türkiye’ye, güneyini ise Irak’a bırakma kararı aldı ve Musul bu suretle Irak’a bırakıldı.

Türkiye’nin Musul konusunda tek kazanımı, 25 yıl süreyle Irak petrol gelirlerinden Türkiye’ye % 10 pay verilmesinin kabul edilmiş olması oldu. Britanya ile 5 Haziran 1926’da yapılan Ankara Antlaşması’yla Brüksel Hattı, Türkiye-Irak sınırı olarak kabul edildi.[1]

1926-1958

Irak Kralı Faysal, Mustafa Kemal Atatürk ile, Temmuz 1931

Türkiye-Irak ilişkileri, resmen 1926'da Ankara'da Türkiye, Birleşik Krallık ve Birleşik Krallık'ın mandası altında bulunan Irak arasında imzalanan antlaşmayla başladı. Antlaşma, Lozan Konferansı'nda bir karara bağlanamayan Musul Sorunu'na nihai bir çözüm getirdiği gibi, antlaşmanın 6.-9. maddelerinde silahlı Kürt grupların sınırı geçmeleri durumunda tarafların birbirlerine haber vermesi, önlemler alması, gerekirse eşkıyayı yakalayarak suç işlediği ülkeye teslim etmesi öngörülmüştü. Taraflar, sınır bölgelerinde propaganda yapılmasına, propaganda için örgütler kurulmasına izin vermeyeceklerdi.

Irak Kralı Faysal Temmuz 1931'de Türkiye'yi ziyaret etti. 15 Temmuz 1931’e kadar Türkiye’de kalan Faysal Türkiye’den ayrılırken Gazi Mustafa Kemal’e Karaağaç’tan bir telgraf çekerek Ankara’da ve Türkiye’nin diğer yerlerinde gördüğü ilgi ve misafirperverlikten dolayı teşekkür etti. Bu açıklamalar ve ikili görüşmeler ile Türkiye ve Irak ilişkileri barış, dostluk, iyi komşuluk temeline oturtuldu. Bu komşuluk ilişkileri çerçevesinde 1932 başlarında Ankara’ya gelen Irak Başbakanı Nuri Said Paşa ile Türkiye Cumhuriyeti Devleti yetkilileri arasında “suçluların iadesi, ikamet, ticaret anlaşması” gibi anlaşmalar imzalandı. Irak ve Türkiye dünyanın diğer bölgelerindeki gelişmeleri dikkate alarak bir yandan mevcut durumu korurken diğer yandan da Batılı devletlerle iyi ilişkiler geliştirmeye çalışmış, Milletler Cemiyetinin daveti üzerine 18 Temmuz 1932’de Türkiye, 3 Ekim 1932’de de Irak Milletler Cemiyetinin üyeleri olmuşlardır. İki ülke özellikle bu dönemde Mustafa Kemal Atatürk’ün özdeyişiyle dış politikada “Yurtta sulh, cihanda sulh” politikasını takip ettiler. 30 Mayıs 1932’de “Irak’ta Manda Rejiminin Bitimi Münasebetiyle Kanun” başlıklı Irak Krallığının yayımladığı deklarasyon Irak’ın bağımsızlık bildirisidir. Bu deklarasyonda yer alan 2, 3, 4, 5, 8, 9, 10, 11. maddeler Türkiye-Irak ilişkileri bakımından oldukça önemlidir.[2]

8 Temmuz 1937'de Tahran'da Türkiye, İran, Irak ve Afganistan arasında bir dörtlü saldırmazlık paktı olan Sadabat Paktı imzalandı.

24 Şubat 1955'te Bağdat'ta imzalanan karşılıklı işbirliği antlaşmasıyla (Bağdat Paktı) ilişkiler daha da gelişmeye başladı. ABD'nin Sovyetler Birliği'ni NATO gibi savunma işbirlikleriyle çevreleme stratejisinin bir parçası olan Bağdat Paktı’nın oluşumunda önemli rol oynaması nedeniyle Türkiye'nin Sovyetler Birliği'yle ilişkileri daha da zedelendi. Ayrıca Türkiye'nin Pakta katılmayan Arap ülkeleri ile ilişkileri de önemli ölçüde soğudu. Öte yandan Bağdat Paktı, askeri bakımdan hiçbir zaman güçlü bir savunma örgütü olamadı. Kral Faysal’ın Temmuz 1958′de yapılan hükümet darbesiyle devrilmesinin ardından iktidara gelen yönetim, 24 Mart 1959′da Irak’ı üyelikten çekti. Mer­kezinin Ankara’ya taşınmasından sonra da pakt Merkezi Antlaşma Teşkilatı (CENTO) adını aldı (21 Ağustos 1959).[3]

1958-2003

1970'li yıllarda petrolün millileştirilmesiyle daha çok kalkınma yaşayan Irak, petrol siyasetini geliştirerek bölgede etkinliğini arttırmayı amaçladı. Bu amaçla elinde bulundurduğu petrol boru hatları yeterli gelmeyen Irak, daha güvenli ve istikrarlı yollar aramaya başladı. İşte tam bu noktada Türkiye, Irak için önemli bir müttefik konumuna geldi. Irak petrolünü Akdeniz'e ulaştıracak Kerkük-Yumurtalık Petrol Boru Hattı projesinin inşasına 27 Ağustos 1973 tarihinde başlandı. 1977 yılında inşaatın tamamlanmasıyla Irak petrolü İskenderun Körfezi'ne ulaştırıldı. 1984 ve 1987 yıllarında kapasitesi büyütülen bu boru hattı, hem Türkiye hem de Irak için önemli bir gelir kaynağı haline geldi.[4]

1980'de başlayan İran-Irak Savaşı'nda Türkiye aktif tarafsızlık politikası izledi ve taraflar açısından vazgeçilmez bir ticari ortak olarak büyük bir avantaj elde etti. Savaş, Türkiye'nin iki ülke için de ana ulaşım rotası olmasını ve bunlara mallarını ihraç edebilme olanağını sağladı. Savaş her iki ülkenin de değerli kaynaklarını yok etti. Bu sebeple daha ucuz Türk malları cazip hale geldi. 1985 yılı itibariye Türkiye'nin Irak'a ihracatı 961 milyon dolara ulaştı. Bu rakam Türkiye'nin ihracat gelirlerinin % 12'sini oluşturuyordu. Savaş öncesi 1980 yılında ise bu rakam 135 milyon dolardı ve toplam ihracat içindeki oranı % 4.6 idi. 1982'de Kerkük-Banyas Boru Hattının Suriye tarafından kapatılması ile petrol ihracatında sorun yaşayan Irak Türkiye ile bu boru hattına paralel ikinci bir hat ile daha çok petrol ihraç etmeye başladı.

Türkiye bu hatların kendisi için hayati ekonomik çıkara sahip olduğundan İran'a bu hatlara saldırı düzenlememesi konusunda sık sık uyardı. Savaş'ın bitimiyle Saddam Hüseyin rejimi Türkiye'nin Irak'a yüksek rakam uyguladığı yönündeki iddiası ve Türkiye'nin Irak'a verdiği kredileri artırmada isteksiz kalışı ile Irak'ın, Türkiye'den yaptığı alımları aniden azaltma yoluna gitmesine sebep oldu. Bunun sonucu olarak Körfez Savaşı öncesi dönemde Türkiye'nin ihracatı önemli ölçüde azalma gösterdi.[5]

İran-Irak Savaşı nedeniyle Irak yönetiminin kuzey illerindeki kontrolünün azalması, PKK'nın bu bölgelerde üs kurmasına ve bölgenin stratejik derinliğini kullanmasını sağladı. Düşük yoğunluklu çatışma olarak nitelenen PKK olayı, İran-Irak savaşı sonrasında Türkiye için ciddi sorunlar doğurdu. Bu sorun karşısında dışişleri bakanı Vahit Halefoğlu, Ekim 1984'te Irak'a giderek Irak hükümetiyle sınır ötesi operasyonlar konusunda görüştü. Irak'ta üslenen PKK'ya karşı, Irak'ın onayıyla, operasyon yapıldı.

Suriye ile Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP) bağlamında gerginleşen Fırat Nehri suyunun paylaşılması sorununun Irak’la ilişkilere de yansıdı.

Saddam Hüseyin hükümeti Mart 1988'de Halepçe'de Kürt ahaliye kimyasal silahlarla saldırdı, 5.000 kişinin öldüğü saldırıdan kaçan 50 bin'e yakın Kürt Türkiye'ye sığındı; bunlardan 25 bin kadarı Türkiye'de kaldı.

Irak'ın Kuveyt'i işgal etmesiyle (2 Ağustos 1990) başlayan Körfez Krizi sürecinde Türkiye Birleşmiş Milletler safında yer aldı. Kuveyt’i işgal eden Irak için Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin aldığı 6 Ağustos 1990 tarihli 661 sayılı ambargo kararına Türkiye, ABD'nin baskısıyla, destek vereceğini açıkladı ve hemen akabinde 7 Ağustos’ta Kerkük-Yumurtalık Petrol Boru Hattı kapatıldı. Irak ve Kuveyt’e ilaç ve gıda maddesi dışında her türlü malın ithalatı ve ihracatı durdurulurken, Irak’ın ve Kuveyt’in Türkiye’de bulunan tüm mal varlıklarının dondurulduğu da duyuruldu.

Irak'a yönelik uluslararası ambargoya katılmasına ve İncirlik Hava Üssü'nün Amerikan uçakları tarafından kullanılmasına müsaade etmesine rağmen Türkiye, Körfez Savaşı'na fiili olarak katılmadı. Körfez Krizinde aktif politika izlemek isteyen Cumhurbaşkanı Turgut Özal, muhalefet partilerinin yanı sıra temkinli bir siyasetten yana olan Başbakan Yıldırım Akbulut, Dışişleri Bakanı Ali Bozer ve Genelkurmay Başkanı Necip Torumtay ile karşı karşıya kaldı.

ABD bu kriz sırasında Ankara'dan 3 konuda (Türkiye'deki üslerin Irak'a yönelik hava hareketlarında kullandırılması, Saddam'ın Kuveyt cephesideki asker sayısını azaltması için Türkiye'nin Irak sınırına asker kaydırması ve Suudi Arabistan'da toplanan koalisyon kuvvetlerine birlik gönderilmesi) yardım istedi. Türkiye bu iki talebe olumlu cevap verirken, Suudi Arabistan'da toplanan koalisyon kuvvetlerine birlik gönderilmesi isteği ise Özal'ın tüm ısrarlarına rağmen Türk Silahlı Kuvvetleri'nin karşı çıkması sonucu gerçekleşmedi. Ancak Türkiye 180.000 kadar askeri Irak sınırına kaydırarak, Irak'ın kuzeyde 8 tümen tutmasını sağladı ve böylece kara savaşında koalisyon güçleri üzerindeki yükünü hafifletmiş oldu.

Savaş sona erince, ayaklanan Kürtler önceleri başarılı olsalar da savaş sonrası gücünün kalmadığı sanılan Irak ordusu, helikopterler ve ağır silahlarla taarruza geçerek Kürtleri yenilgiye uğrattı. Birkaç gün içinde dağılan Kürtler katliam korkusuyla çareyi Türkiye ve İran’a kaçmakta buldular. Nisan 1991'de yarım milyona yakın Kürt Türkiye sınırına yığıldı. Büyük bir göç dalgasıyla karşı karşıya kalan Türkiye, Batı'dan, özellikle de ABD'den yardım istedi. 11 Nisan 1991'de ABD önderliğinde "Huzur Operasyonu" (Operation Provide Comfort) başladı. Amaç, sığınmacılara acil yardım sağlamak ve onları yurtlarına dönmeye ikna edecek bir "Güvenli Bölge"yi (safe haven) Kuzey Irak'ta sağlamaktı. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi de 5 Nisan 1991'de aldığı 688 no'lu kararla Kürtleri korumak için 36. paralelin kuzeyi ve Şiileri korumak için de 33. paralelin güneyini Irak'a ait askeri ve sivil tüm hava araçlarına kapattı. Temmuz 1991'de, ikna olan Kürtlerin yurtlarına dönmesiyle Huzur Operasyonu (bu harekatı uygulayan ilk hava birliğinin adı olan "Poised Hammer" (Çekiç Güç) uzun yıllar Türkiye'de yanlış biçimde Birleşik Görev Gücü (Combined Task Force) yerine kullanıldı) sona erdi. Huzur Operasyonu güçleri de (ABD, Britanya, Hollanda. Fransa, Almanya, Kanada, İspanya ve İtalya'dan toplam 14.447 asker) bu tarihte çekilmeye başladı.

Ancak Saddam Hüseyin'in hala iktidarda olması ve tekrar Kürtlere saldırması ihtimali üzerine bu güvenlik bölgesini korumak üzere "Huzur Operasyonu-2" (Operation Provide Comfort-2) başlatıldı. Bu harekatın uygulayıcısı olan Birleşik Görev Gücü, Türkiye'de İncirlik ve Pirinçlik'te konuşlanmış uluslararası (ABD, Britanya, Fransa ve Türkiye) hava gücü ve personelden (yalnızca hava gücü) oluşuyordu. Ayrıca Kuzey Irak'taki Zaho'da da küçük bir irtibat merkezi bulunuyordu.[6]

Bu dönemde Irak değişik bir şekil aldı ve bölgedeki güç boşluğu sorunu içinden çıkılmaz bir hale geldi. Birleşik Görev Gücü gölgesindeki otorite boşluğu bir yandan Kürtleri bir Kürt devleti için kendi içinde çatışmaya sürüklerken diğer yandan PKK’nın yeniden canlanmasına ortam sağladı. Irak’ın kuzeyinde parlamento seçimleri Mayıs 1992’de gerçekleştirildi. 4 Temmuz 1992’de bölgesel hükümet teşkil edildi, yerel parlamentonun 5 Ekim 1992 tarihinde aldığı kararla federe devlet statüsü onaylandı ve bu yapının Erbil, Süleymaniye, Duhok ve Kerkük’ü içerdiği açıklandı.

Türkiye bu dönemde Irak'ın toprak bütünlüğünü savunarak uzun süre Kürdistan Bölgesel Yönetimi'ni tanımadı. Türkiye, ABD’nin gerek Irak’a ve Saddam’a gerekse Irak’ın kuzeyindeki Kürt gruplara karşı izlediği politikalarda kendine yer edinmeye ve kazanımlar elde etmeye çalıştı. Türkiye’nin Irak politikası bu süreçte ABD ile olan stratejik ilişkileri ile ABD’nin Kürtlere ve Saddam’a yönelik politikaları arasında sıkışıp kaldı ve ciddi kayıplara uğradı.[7]

Körfez Savaşı sonrasında BM'nin uyguladığı ambargolar ile Irak ve Türkiye arasındaki ticari ilişkiler durma noktasına geldi. 1995 yılında ambargoların kısmen kalkması ve Irak-Türkiye Ham Petrol Boru Hattı'nın, 16 Aralık 1996’da sınırlı petrol sevkiyatı için tekrar işletmeye açılmasıyla ticari ilişkiler yeniden başladı. Türkiye’nin Körfez Savaşı ve akabindeki süreçten dolayı ölçülebilir kaybı 44.6 milyar dolar olarak hesaplanırken, bunun Türkiye ekonomisine yansımasının 100 milyar doları bulduğu tahmin edilmektedir.[8]

Türk Silahlı Kuvvetleri 1983'ten başlayarak 2008'e kadar, Kuzey Irak'taki iktidardan boşluğundan yararlanarak eylemlerini tırmandıran PKK'nın kamplarına karşı operasyonlar düzenledi. Bu operasyonlarda Mesud Barzani'ye bağlı peşmergeler de katıldı.

2003 sonrası

Hem 2003 yılının Mart ve Nisan aylarında ABD önderliğindeki koalisyon güçlerinin Irak’ı fiilen işgali ve Saddam Hüseyin rejiminin yıkılmasıyla birlikte değişen dengeler hem de 3 Kasım 2002 seçimlerinin ardından Adalet ve Kalkınma Partisi'nin iktidara gelmesiyle Türkiye-Irak ilişkilerinde yeni bir süreç başladı.

AKP hükümetinin iktidara gelmesiyle ABD’nin Irak’a müdahale isteğinde yeni bir süreç başladı. Bir an önce Irak’a girmek isteyen ABD tezkere çıkması konusunda ısrarlarını devam ettirerek Türkiye’ye bu konuda baskı yaptı. Türkiye’nin bu konudaki endişelerinin farkında olan ABD, Kuzey Irak’ta federal bir yapının mümkün olmayacağını dile getirerek Türk hükümetini ikna etmeye çalıştı. Müzakereler devam ederken 4 Şubat 2003’te yapılan Bakanlar Kurulu toplantısında ABD’ye verilecek izin tezkerelerini bölme kararları alındı. Amerikan askerlerine Türkiye’de üs temin eden 1. Tezkere 6 Şubat 2003'te TBMM'de kabul edildi. Bu tezkere Amerikan askerlerinin 3 ay süre ile Türkiye’de kalmasına olanak sağlyordu. Kuzey Irak’a ABD ile birlikte girilmesini içeren 2. Tezkere (1 Mart tezkeresi), yaşanan müzakereler sonucunda mecliste salt çoğunluğu sağlayamadığından reddedildi. 1 Mart 2003’te reddedilen bu tezkere Türk halkı arasında sevinçle karşılanırken, çoğu siyaset bilimci ve siyasiler tarafından hüsranla karşılandı. ABD ile müzakerelerde başı çeken diplomat Deniz Bölükbaşı bu olayı “1 Mart Tezkere Vakası” olarak nitelendirmiş ve bu vakanın PKK’nın işine yaradığını dile getirmiştir.[9]

1 Mart tezkeresi'nin reddedilmesi Türk-Amerikan ilişkilerinin soğumasına neden oldu. Amerikan işgalinden sonra, tarihe "Çuval Olayı" olarak geçen, 4 Temmuz 2003 günü Kuzey Irak'ın Süleymaniye kentinde karargâh kurmuş bulunan (bir binbaşı komutasında) 11 Türk Silahlı Kuvvetleri mensubunun ve Türkmen mihmandarlarının Irak'taki işgal kuvvetlerinin bir parçası olan Amerikan 173. Hava İndirme Tugayı'na bağlı askerlerce ve yanlarında peşmergelerin de bulunduğu bir ortamda, sürpriz bir baskın sonucu derdest edilmeleri ve başlarına çuval (kukuleta) geçirilmek suretiyle götürülüp 60 saat süresince alıkonularak sorguya çekilmeleri hadisesi Türk - ABD ilişkilerini derinden yaraladı.

Bununla birlikte 2003 yılına gelindiğinde bölge ekonomisinde 1980’li yıllardakine benzer bir hareketlilik yaşanmaya başladı. BM ambargosunun 22 Mayıs 2003'te kalkmasıyla birlikte Türkiye ile Irak arasında ticari ilişkiler yeni bir boyut kazandı. Türkiye ile Irak arasındaki ticari ilişkiler 13 yıllık bir aradan sonra Haziran 2003'te yeniden başladı. Bu ticari ilişkilerde en çok dikkat çeken Türkiye’nin Irak karşısındaki ihracat oranlarıdır. Türkiye’nin ihracatta bulunduğu 233 ülke ve bölge arasında 2003 yılındaki 7 aylık süre içerisinde bile Irak 12. sırada yer aldı. Daha sonra artarak ilerleyen ilişkiler ile 2012 yılı itibarıyla, Irak Türkiye’nin ihracat gelirlerinde, 10.830 milyar ABD Doları’yla Almanya'dan sonra ikinci büyük partner konumuna geldi. Ticari ilişkilerin yanı sıra, Türk şirketlerinin Irak’ta üstlendikleri müteahhitlik hizmetleri de önemli bir düzeye ulaştı.[10][11]

Yine bu dönemde Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile yakın ilişkilere girildi. Bu yönetimin iki önemli figürü olan Kürdistan Demokrat Partisi lideri Mesut Barzani ve Kürdistan Yurtseverler Birliği lideri Celal Talabani'nin, artık objektif olarak bütün dünyanın kabul ettiği temsil nitelikleri olması, hem de ABD işgalinde, Barzani ve Talabani'nin yeni Irak hükümetinde önemli rollere getirilmesi bu politika değişikliğinin en büyük nedenleriydi. Türkiye'nin Irak'ın kuzeyindeki yönetimi muhatap olarak kabul edip, işbirliği içine girmesinin bir başka sebebi de PKK ile mücadele faktörü olduğu görülmektedir. AKP hükümetinin Irak Türkmenlerine karşı gerekli ilgiyi göstermemesi ve Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile yakın ilişkiler içine girmesi teslimiyetçi bir politika izlendiği şeklinde sert eleştirilere hedef oldu.

2008 yılında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Bağdat'a yaptığı ziyaretle 24 yıl aradan sonra bu ülkeyi ziyaret eden ilk Türkiye başbakanı oldu. Aralık 2011'de Amerikan güçlerinin Irak'tan çekilmesiyle Türkiye ile merkezi Irak yönetimi ilişkileri de yeni bir evreye girdi. Nisan 2012'de, "terörist gruplarla bağlantısı olduğu" gerekçesiyle hakkında önce yurtdışına çıkış yasağı getirilen, ardından da tutuklama emri çıkarılan Irak Cumhurbaşkanı Yardımcısı Tarık el-Haşimi Türkiye'ye sığındı. Türkiye'nin Irak'ın iade talebini reddetmesiyle ilişkiler gerginleşti.

Temsilcilikler

Türkiye ilk kez 1929'da Bağdat'a elçi bulundurmaya başlamıştır. Türkiye'nin, başkent Bağdat dışında Basra, Erbil ve Musul'da da temsilcilikleri vardır. Irak'ın ise Ankara ve İstanbul'da temsilcilikleri bulunmaktadır.

Kaynakça

This article is issued from Vikipedi - version of the 9/13/2016. The text is available under the Creative Commons Attribution/Share Alike but additional terms may apply for the media files.