Laik hukuk

Lâik Hukuk insanların bir toplum olarak birlikte yaşama ihtiyacından doğan, kaynağını doğrudan insan aklından alan, toplumsal gereksinimlere göre değişebilen, evrensel nitelikte genel geçerliliğe sahip olduğu kabul edilen hukuk anlayışıdır.

Lâiklik

Ana madde: Lâiklik

Lâiklik, genel anlamda din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması, dinî inançların devlet yönetiminde ve siyasette rol oynamaması esasına dayanır.[1] Lâiklik, Ahmet Taner Kışlalıya göre; toplum ve devlet düzeninin akla ve bilime dayandırılması, toplumsal yaşamın ve devletin kurum ve kurallarının dine dayalı olması zorunluluğunun bulunmamasıdır.[2] İbni Haldun, devletin varoluşunu ve toplumların evrimini Tanrısal iradeye değil toplumsal ve ekonomik nedenlere dayandırarak açıkladı.[2]

Bir genel tanıma göre Lâiklik, devletin din ve vicdan hürriyetini tanıması demektir. Koymuş olduğu yasalarla, din ve vicdan hürriyetinin yaşanmasında yardımcı olması demektir.[3] Lâiklik, yaygın bir tanıma göre, din ile devlet ve dünya işlerinin birbirinden ayrılmasıdır. Bu tanımdan hareket edildiğinde, din ve devletin birbirleri üzerinde hükmetme çabası içinde bulunmaması gerektiği biçiminde yorumlanır. Türkiye'de lâiklik, aynı zamanda antiemperyalist bir mücalededir.[4] Atatürk'e göre lâiklik, yalnız din ve dünya işlerinin ayrılması demek değildir. Tüm yurttaşların vicdan, ibadet ve din özgürluğü de demektir.[5]

Türkiye Cumhuriyeti, ulusal bir devlet olarak kurulmuştur. Yani toplum, kendi kaderi hakkında karar verebilme erkine sahiptir ki; buna “Türk Ulusu” denir. Ulus (devletin) ne bir tebaası ne bir ırk, ne de bir ümmettir. Ulus, haklarını akla göre düzenleyen toplumdur. Bu bakımdan egemenliğin kayıtsız şartsız ulusun olması demek, devletin “lâik” olması demektir. Bazı çevreler, Türk Hukuku’nda lâikliğin bir tanımının olmadığını iddia etmektedirler. Oysa Anayasanın 24. maddesi, lâikliği, rasyonalist felsefenin çözümlemesine göre tanımlamıştır:[6]

Kimse, Devletin sosyal, ekonomik, siyasî veya hukukî temel düzenini kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma veya siyasî veya kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla her ne suretle olursa olsun, dini veya din duygularını yahut dince kutsal şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz.

— Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, Madde 24[7]

Laik Ahlak

Ana madde: Laik ahlak

Laik ahlak, kaynağını dinsel veya dinsel olmayan inançlardan değil doğrudan insan aklından alır. Bu yönüyle bakıldığında birçok felsefi görüş ile ilgili veya bağlantılıdır.

Genel anlamda doğrunun ancak akıl yolu ile bulunabileceğini öne süren Kıbrıslı Zenon' un kurucusu olduğu Stoa Okulu' nun antik dönemin lâik ahlâkını temsil ettiği düşünülmektedir.

Stoalılara göre, erdem kendi başına ve kendiliğinden iyi olan şeydir. Bunun dışında kalan hiçbir şey kendiliğinden iyi olma niteliğine sahip değildir. Akla ve doğaya uygun yaşamak ve duygulanımlar karşısında özgür olmak gerekir. İyi ve kötü insanın kendi edimlerinden gelir veya insanın bir takım şeyleri öyle görmesi ve tanımlamasına bağlıdır. Kişinin bunlardan birisini seçmesi kendi elindedir. O halde akla uygun yaşamak Stoa felsefesine göre insanın içinde bulunması gereken durumdur.

Stoa Okuluna göre erdemli olmak akla uygun yaşamakla, mutluluk ise erdemli olmak ile elde edilebilir. Ancak bilge olan kişi bu bilgeliği sayesinde özgür kalabilir. Stoa felsefesi, özgür insan aklını değer verdiği kavramların başlangıç noktasına yerleştirmiştir. Bilgi ve erdem arasında Epikuros' a göre de sıkı bir ilişki bulunmaktadır. Epikuros' ta doğru edim doğru bilgiden gelir.

Aydınlanma Çağı filozoflarından Immanuel Kant, Salt Aklın Sınırları İçinde Din adlı eserinde tamamen insan aklına dayanan; dinden bağımsız bir ahlâk düzeni kurmanın mümkün olduğundan bahsetmiş, aklın etik alanında kullanılabilir olduğunu göstermiştir. Kant'ın fizik ötesi alan olan bir konuda bilimsel yöntemli çalışmalar yapılabildiğini gösterdiği öne sürülür. Maddi olmayan imgeler dünyasında değerlendirilen davranış biçimleri pratik uygulamalar olarak ortaya çıkmaktadır. İnsan davranışları bir değerlendirme sürecinin ürünüdür. Kişiler seçimlik eylemleriyle; yapma veya yapmama ya da isteme veya istememe yönünde sahip oldukları özgür irade ve istençlerinden kaynaklanan bir sonuç ortaya çıkarmaktadırlar. Kant etiği, görev ahlâkı adını alır. Kant' a göre erdem insanın içinde bulunabileceği her türlü ahlâki durum ve çeşitli ahlâki durumlar ile mücadele veren bir ahlâki niyettir.[8]

Kant, öne sürdüğü ahlâk yasasını Kesin Buyruk olarak şöyle açıklar:

Genel bir yasa olmasını isteyebileceğin bir maksim'e göre davran.

Immanuel Kant[9]

Lâik Hukuk

Lâik hukuk sistemi, Laik ahlakın bir sonucudur. Laik ahlak anlayışı beraberinde 'lâik hukuk' sistemini getirmiştir. Lâik hukuk, her çeşit dinsel veya felsefi inanç sistemlerine eşit yaklaşım göstermektedir. Bununla birlikte sahip olduğu bu nötr durumu devam ettirebilmesi için dinsel veya dinsel olmayan inanç dizgelerinden herhangi bir tanesinin mevcut hukuk sistemini etkisi altına almasına karşı çıkar. Laik ahlak kişiye özgü bir tavır olarak, lâik hukuk ise devletin tüzel kişiliğine özgü bir duruş olarak tanımlanabilir.

Lâik Hukuk, din, felsefi inanç vaya inançsızlık, dil, etnik köken, mezhep veya cinsiyet gibi hiçbir fark gözetmeksizin bütün yurttaşların karşısında eşit mesafede yer almaktadır. Tarih boyunca değişik ülke ve uygarlıklardan farklı düşünürlerin etkinlikleri sonucu ortaya çıkmış olmakla birlikte Batı'da, önce Fransa'da biçimlenmiş ve oradan dünyaya yayılmış olan lâiklik, Rönesans ve Aydınlanma Çağı'nın eserlerinden birisidir.

Türkiye'de Lâiklik

Ana madde: Türkiye'de Lâiklik

Lâik toplum ve devlet yapısına verdiği önemle Ziya Gökalp, Fuat Köprülü, Atatürkçü düşünceyi başarı ile edebiyat alanına kazandıran Falih Rıfkı Atay, Türk Hümanizmi eseri ile Suat Sinanoğlu, Atatürk döneminin efsane Milli Eğitim Bakanı olan ve Dünya Klasikleri'nin Türk diline kazandırılmasını sağlayan Hasan Âli Yücel, Tonguç Baba olarak anılan ve Köy Enstitüleri alanındaki üstün çalışmaları ile bilinen İsmail Hakkı Tonguç, Cumhuriyetin 50. Yılına armağan ettiği Türkiye’ de Çağdaşlaşma isimli kitabı Türkiye Cumhuriyeti tarihinin 75 adetlik ender kitapları arasında gösterilen Niyazi Berkes daha gerilere gidilecek olursa Yunus Emre gibi tarihi kişilikler Türkiye'de hümanist değer yargısının gelişmesine rehberlik eden saygın düşünürler oldular. Türk Hümanizmi adlı eserinde Suat Sinanoğlu, Atatürk Devrim ve reformlarının getirdiği kurum ve kuruluşların hümanist ruhu taşıdıklarını ve bu ruhun TBMM, Medeni Kanun gibi eserleri taşıdığını belirtti. Bir "İnsani Değerler Sistemi" olarak tanımlanan Hümanizm; Cinsiyet, inanış veya başka bir fark gözetmeyen ulusçu ve eşitlikçi yapısı ile lâik Cumhuriyet' in temel felsefesi olduğu biçiminde yorumlandı.

Lâiklik, T.C. Anayasasının ilk üç maddesi içinde, değiştirilmesi teklif dahi edilemeyecek maddeleri[10] arasında sayılmıştır.

Lâik Hukukun Tarihsel Gelişimi

Lâiklik ve Doğal Hukuk Kuramı

Ana madde: Doğal Hukuk

Doğal Hukuk, (Latince: lex naturalis) antik çağdan beri bilinen, farklı düşünce disiplinleri içinde farklı şekillerde ifade edilen bir kavramdır. Doğal (tabî) hukuk kavramı, geçirdiği düşünsel evrimle zaman içinde hukukun lâikleşmesine hizmet etmiştir.[11]

Doğal hukuk; insanın mantıkla erişebileceği, yazılı olmayan hukuk kuralıdır.[12] Bu kuramı destekleyenler arasında Aristoteles ve Thomas Aquinas da yer alır ki, Aquinas’ın tavrı Katolik Kilisesi tarafından da kabul edilmektedir. Doğal hukuk kuramı, gerek etik gerekse hukuk felsefesi açısından büyük önem taşımaktadır ve farklı filozofları farklı yönlerde etkilemiştir.

Ayrıca insan sevgisini ve saygısını konu alan hukuk dalıdır. Doğal hukuk, etiğin konusu olan soyut adalet anlayışını hukukun nihai amacı olarak gören, insanların doğuştan bir takım hakları (özgürlük, eşitlik, yaşama hakkı..) olduğunu söyleyen ve bu hakların yer veya zamana göre değişemeyeceğini savunan hukuk anlayışıdır. Doğal hukuk, niteliği gereği hukuki pozitivizme karşıdır. Doğal yasanın, doğa tarafından belirlendiği ve bu nedenle evrensel olduğu ileri sürülür.[13]

Georges Renard'a göre tabii hukuk toplumsal yaşamın kendisidir,[14] peşinde koşulduğu halde kendisine bir türlü tamamen erişilemeyen bir hukuki olgunluğu temsil eder: «Tabiî hukuk müspet hukuka nispetle idealdir. Fakat, terzilerin kullandığı patronlar gibi bir model değil. İdeal ancak bir gayeye doğru olan eğilimden ibarettir. Henüz tahakkuk etmemiş, hatta henüz tamamen de idrak edilmemiş ve doğrusunu söylemek lâzım gelirse her zaman belirsiz bazı şeyleri içeren bir şeydir.»[14]

Doğal hukuk dışında ve ona karşı olarak değerlendirilen hukuki pozitivizm; tabiî hukukun adalet anlayışını eleştirir ve bu kavramın; fizik ötesi bir değer olarak tanımlanamaz bir kavram olduğunu ve bu nedenle de hukuk biliminin dışına itilmesi gerektiğini savunur.[15] Her iki teori de ortaya çıkışlarından bu yana, çağın gereklerine uygun gelişmeler göstermiştir. Hatta bu gelişmeler sonucunda artık tabii hukuk ile hukuki pozitivizm arasında kesin ayrımların kalmadığı bile iddia edilmektedir.[16]

Doğal hukuk yaklaşımının önemli görünümlerini Platon ve Cicero'da bulmak mümkündür, düşünceye sistematik biçimini veren ise Thomas Aqunias olmuştur.[17] Doğal yasa teorileri, İngiliz Ortak Yasa'sının gelişiminden geniş bir etki görmüş olsa da[18] büyük oranda Thomas Aquinas, Francisco Suárez, Richard Hooker, Thomas Hobbes, Hugo Grotius, Samuel von Pufendorf, John Locke, Francis Hutcheson, Jean Jacques Burlamaqui ve Emmerich de Vattel tarafından biçimlendirilmiştir. Doğal yasa ve doğal haklar arasındaki kesişim nedeniyle, Birleşik Devletler Bağımsızlık Bildirisi'nin bir öğesi olarak ve Fransa İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi'nde ve 3 Mayıs 1791 tarihli Polonya Anayasasında kaynak olarak alınmıştır. Birleşik Devletler bildirge devletlerince, Doğal Yasa tabanında kurulmuştur.

Lâik Hukukun Antik Dönem Kaynakları

Eski Yunan’da bir kent devleti olan polis’in düzenini belirleyen kanunlar ilk zamanda aristokratik içerikli kanunlardı. Kökenleri bilinmeyen bu kanunlara thesmoi deniyordu. Thesmoi’den sonra ünlü yasa koyucu Solon ile birlikte nomoi adı verilen insan yapısı yasalar thesmoi’lere karşı üstünlük elde ederek ortaya çıktı. Böylece kutsal, mutlak ve değiştirilemez yasa olamayacağı düşüncesi ortaya çıktı.[19] Solon’la aynı zamanlarda yaşayan, eski Yunan’ ın 7 bilgesinden birisi olarak kabul edilen, her şeyin Tanrılarla dolu olduğunu söyleyen Thales ile tabiat felsefecileri ortaya çıkmaya başlıyordu.

Epikuros (MÖ 341-270) bütün insanlar için geçerli olacak bir doğal hukukun varlığını kabul etmez. Epikuros'a göre hukuk, toplum içinden herhangi bir zaman veya herhangi bir yerde kötülük görmemek ve kötülük yapmamak üzere verilmiş taahhütten başka bir şey değildir. Aristo, Retorik adlı eserinde, yazılı hukukla doğal hukukun birbirinden farklı olduğunu ve ikisinin çelişmesi halinde doğal hukukun üstünlüğünü kabul eder. Yazılı hukukun yasaklamasına rağmen erkek kardeşinin cesedini gömen Creon’un doğal haklar gereği yanlış bir şey yapmadığını öne sürer. Stoa Okulu ise tanrı ve doğayı birleştirdikleri panteist anlayışları ile doğa ve aklın bir olduğunu, aklın doğaya yaşamakla aynı olduğunu öne sürerler ve böylece içsel bir zorunluluk ile uyulması gereken bir hukukun varlığı söz konusu olur. Stoa okulunun kurucusu Kıbrıslı Zenon’a göre tanrı her şeydir. İnsanın Tanrısal ateşten aldığı bir parça onun görünmez özü olan ruhunu oluşturur ve böylece var olan insan ruhu akla ve bilgiye uygundur. Stoalı filozoflardan Roma’nın Cumhuriyet devri sonlarında yaşayan Cicero’ya göre, doğuştan sahip olunan bir yetenek ile doğal hukuk anlaşılabilmektedir.

Sofistler, MÖ. 5. ve 4. yüzyılda Atina’da, siyasi ve toplumsal koşulların değişmesinde etkili olarak doğa eksenli felsefeden insan eksenli felsefeye geçişe neden olmuştur.[20] Protagoras (MÖ 481-420), insan her şeyin ölçüsüdür (metron antropos panton) derken doğa veya evren yerine ilk kez felsefenin merkezine insanı alıyordu. Böylece hem devlet hem de hukuk insan ürünü olarak kabul görüyordu.

Cicero (MÖ 106-43), De Legibus adlı eserinde, hem adalet hem de yasanın kaynağını, insan aklının kucakladıklarından, insanın işlemlerinden ve insanlığın birleşmesine hizmet eden insanın kendine ait doğasından elde ettiğini yazmaktadır.[21] Cicero’ya göre, doğal yasa; bize daha geniş bir toplumun genel iyisini dayatmaktadır.[22] Kesin yasaların amacı; vatandaşların güvenliğini sağlamak, devletin korunması, ve huzuru ve insanın mutluluğunun sağlanmasıdır. Bu bakışa göre, işe yaramaz ve adil olmayan tüzükler yasa niteliği taşıyamazlar çünkü; yasa teriminin tanımı doğru ve gerçeği seçme ilke ve düşüncesi ile yapışıktır.[23] Yasa, Cicero’ya göre, zaafın bir düzelticisi olmalı ve erdemi teşvik etmelidir.[24] Cicero, görüşünü şöyle açıklar: İlerletmemiz gereken erdemler, daima bizim kendi mutluluğumuza yöneliktir ve onları ilerletmenin en anlamlı biçimi; insanların birlikte yaşamaları ve karşılıklı faydalar ile perçinlenmiş iyilikseverliktir.[22]

Cicero, doğal yasanın yüzyıllardan bu güne gelişine kadar süren tartışmaları etkilemiştir. Amerikan Devrimi çağında da bu etkiyi görmek mümkündür. Roma hukukunun köklerinde sıradışı bir kavrayışı bulunan Cicero yer alır. O’nun imparatorluk kurum ve yasaları hakkında bilgiler veren idealleri bir medyum gibi gelecek kuşakların zihinlerinde yer almıştır.[25] Cicero, kendi döneminin başından itibaren Lâikleşmeye başlayan hukuk çizgisine uygun fikirler öne sürmüş ve kendisinden sonra da Roma Hukuku’ nun Lâikleşmesini hızlandırmıştır.[19]

Stoisyenlere göre, devletin kanunlarının üzerinde evrensel bir "doğal yasa" bulunmaktadır. İnsanların akıl yoluyla kavradıkları ve hükmü altına girdikleri bu evrensel doğal yasa, bütün insanların birbirini sevmelerini emretmektedir. Böylece aralarında ulusal, sınıfsal ve ırksal hiçbir ayrım kalmadığı kabul edilen insanların hepsinin aynı yasaya boyun eğen kardeşler olduğu söylenebilir. Stoa düşüncesinin bu özellikleri; yani insana devlet dışında manevi bir değer tanıması, bütün insanların kardeşliğini ve eşitliğini savunması, bu öğretiyi insan hakları doktrininin en önemli kaynaklarından biri hâline getirmiştir.[26]

Hukukun Evriminde Hıristiyanlık Sonrası Dönem Etkileri

Hıristiyanlık, Roma imparatorluğunun Stoa öğretisinin yaygın olduğu dönemlerinde ortaya çıkmıştır. Hıristiyanların başlangıçta ret ettikleri panteist Stoa tabiatçılığına rağmen Roma Hukukunun Hıristiyanlarca kabul edilmesi paradoksal bir şekilde tabî hukuk anlayışının din ekseninde devamını doğurmuştur.[19] Bununla birlikte Hıristiyanlık, Stoa okulu’nun doğayla özdeş Tanrı anlayışına karşı çıkmıştır.

Hıristiyanlık, Stoa felsefesinin tabiata gömülü Tanrı anlayışını reddetme sadedinde tabiatı reddetse de, aynı felsefenin işlediği tabiatın maddi düzeninin, ona sinmiş olan evrensel akıl (logos) sayesinde işlediği ve herkesin, her şeyin bu düzenden pay sahibi olduğu düşüncesini reddetmedi.[19]

Lâiklik ve İslam

Lâiklik amaç değil, bir araçtır,[27] din ile lâiklik birbirine alternatif değildir. Lâiklik her türlü inanıştan bireylerin dinsel inançlarını kendi özgür iradeleri ile tercih etmeleri, gereklerini yerine getirme konusunda da kendi iradelerini ortaya koymalarını, bütün yurttaşların aynı yasalar önünde eşit bulunmalarını temin eden bir araçtır.

Hukuk ile dinsel siyaset arasındaki temel fark, hukukun, inancı ne olursa olsun insanı kutsal ve eşit haklı kabul etmesidir.[28] Lâiklik dini devre dışı bırakmak anlamına gelmez; din adına baskı yapmak, zor kullanmak isteyenleri devre dışı bırakmak anlamına gelir. Bu nedenle de, özgürlük ve demokrasinin ön koşulu olarak ortaya çıkar.[2]

Bugün dünyada yaklaşık 1,5 milyar Müslüman yaşıyor.[29] Bir insanın İslam' ı din olarak benimsemesi tamamen kendi özgür iradesine bağlıdır. İslamı kabul ettikten sonra da Kuran’da emredilen ibadetleri uygulaması ya da men edilen yasaklardan sakınması, tamamen şahsın kendi vicdanı ile ilgilidir.[30]

Lâiklik ve Şeriat

Din, devlet ve siyaset ilişkilerinde bir İslam devletinin varlığını savunanlar bulunduğu gibi, İslamın devletleşmeye gereksinimi olmadığını savunanlar da bulunmaktadır.[31]

19. yüzyılın sonlarında ortaya çıkan ve İslam’ı bir bütün olarak yeniden toplumsal, siyasal ve kültürel yaşama egemen kılmak amacıyla hareket eden İslamcılık düşüncesi, Birinci Dünya Savaşı yıllarına kadar Osmanlı’daki en güçlü siyasal akımlardan birisi oldu.[32] Bu bakımdan lâikliğe gelince, lâiklik, inanç anlamında dine alternatif bir ideoloji değil, ama yönetim biçimi anlamında dinsel yönetimin alternatifidir.[33]

Kuran’da hukuksal hüküm niteliğinde sadece elli kadar ayet vardır. Şeriat adı verilen din hukuku, sadece evlenme, boşanma ve nafaka gibi konuları, yani aile hukukunu kapsıyordu. O konuda bile Kuran sadece ana hükümleri koyuyor, ayrıntı getirmiyordu.[34] Bu nedenle fıkıh adı verilen ilim dalı, icma ve kıyas’ın daha sonradan Kuran ve Sünnet’e ek olarak kaynak kabul edilmesiyle ortaya çıktı.

Batı kültürlerinde adaletin simgesi, Themis; “Kılıç” adaletin verdiği cezaların caydırıcılığını ve gücünü, “Terazi” adaleti ve bunun dengeli bir şekilde dağıtılmasını simgeler. “Kadın” ve “Bakire” olması bağımsızlığı ifade eder. Ayrıca kadının gözü bağlıdır. Bu da tarafsızlığını simgelemektedir.

Aydınlanma Çağı ve Lâik Hukukun Yeniden Doğuşu

Ana madde: Aydınlanma Çağı

Aydınlanma, Kant'ın ifadesine göre, insanın kendi suçu ile düşmüş olduğu ergin olamama durumundan kurtulmasıdır.[35] Aydınlanma düşüncesinin temel parametreleri "akıl", "birey" ve "özgürlük"tür.[26]

John Locke, İngiltere’de Avam ve Lordlar Kamaraları teşkilat kanununun meydana gelişinde en büyük rollerden birisini oynamış,[36] yasama ve yürütme güçlerinin ayrılığı ilkesini savunmuştur. Düşünce özgürlüğünü, eylemlerimizi akla göre düzenlemek anlayışını en geniş ölçüde yayan ilk düşünür olduğu için Avrupa’daki aydınlanma ve Akıl Çağı’nın gerçek kurucusu olduğu kabul edilir. Mutlakiyet yönetimlerini ilk sarsan kişi olup İngiliz, Amerikan ve Fransız devrimlerinin temelini oluşturan filozof olarak akıllara yer etmiştir.[37]

Locke, Montesquieu’dan önce, yönetimin mutlak gücünün liberal ve eşitlikçi bir çerçevede ele alınarak mutlaka belirli bir düzeye indirilmesi gerektiğini ve bunun ancak kuvvetler ayrılığı ilkesiyle gerçekleştirilebileceğini savunmuştur. Locke’un yasama ve yürütme güçlerinin birbirinden ayrılığı olarak açıkladığı kuvvetler ayrılığı ilkesi; Montesquieu tarafından yasama, yürütme ve yargı güçlerinin ayrılığı olarak geliştirilmiştir. Kuvvetler ayrılığı ilkesi liberal ve lâik felsefenin bir ürünü[37] olduğu gibi bunun yanı sıra, bugün anladığımız anlamıyla "insan hakları", düşünceleriyle Aydınlanma Çağı'na damgasını vuran John Locke düşüncesinin bir ürünüdür.[26]

Hugo Grotius (1583-1645) yılları arasında yaşamış ve doğal hukuk öğretisiyle ün kazanmış olan ünlü Hollandalı düşünür, hukuk alanında, Descartes bilgi felsefesiyle modern düşünce açısından ne kadar önemliyse, o kadar önemlidir. Grotius, Descartes'ın bilgi alanında gerçekleştirdiği şeyi, hukuk alanında yapmıştır. Başka bir deyişle, nasıl ki modern felsefenin kurucusu olan Descartes, kuşku yoluyla bilgiyi teolojik-skolastik tasalluttan kurtararak özneden yola çıktıysa, aynı şekilde Grotius da hukuku, Tanrı iradesi karşısında bağımsız ve nesnel bir kurum olarak öne sürmüştür.[38]

Felsefenin ben'den, süje'den başlaması; teleolojik düşünceyi bırakıp doğayı kendisiyle kavramaya dayanan mekanizm'i savunması gerektiği düşüncesi Descartes tarafından ilk defa öne sürüldügü tarihten bu yana geçerliliğini korumuştur.[39]

"İnsan aklı hukukun kaynağıdır. İnsan, hiçbir aracıya gereksinim duymadan kendi aklıyla evrensel adalet ilkesini anlar ve içeriğini kavrayabilir. Herkes kendi aklıyla evrensel hakikatlere ulaşabilir. Herkesin eşit bir biçimde algıladığı adaletin değerinin güncelleşmesi, hukuk haline dönüştürülmesi siyasal faaliyettir. Bu çalışmayı herkes eşit bir biçimde yürütecektir, çünkü herkes akıl sahibidir ve insanlar arasında doğuştan hiçbir fark yoktur. Eşit algılama ve eşit kavrama, eşit yönetimi gerektirir. Algılama, kavrama ve yürürlüğe koyma işleminde kral ve papaza gereksinim yoktur. Krala ve aristokratlara gereksinimin olmaması demokrasi, papaza gereksinim duyulmaması ise lâikliktir."[40]

Akılcılık, bilimcilik ve gerçekçilik, ancak lâik bir hukuk düzeninde mümkündür.[41]

Lâik Hukuka Dayalı Lâik Devletin Özellikleri

  1. Lâik Devlet, kişiler arasında hiçbir ayrım yapmadan, tüm haklar gibi din ve vicdan özgürlüğünü de, ibadet özgürlüğünü de tam anlamı ile koruyan devlettir.
  2. Lâik Devlet, dinin etkisi ve egemenliği altında kalmayan -Dinin ve din kurallarının etki alanından uzak olan devlettir.
  3. Lâik Devlet, dinin, kişinin manevi yaşamını aşarak, kötüye kullanılmasını, sömürülmesini yasaklayan devlettir.
  4. Lâik Devlet'te, hukuk kurallarının kaynağı toplumun kendisidir, onun iradesidir, din kuralları değil.[42]

Lâiklik ve Türk Hukuk Devrimi

Türk Hukuk Devrimi birçok bakımdan övülebelir ancak onu muhteşem kılan nitelik çekirdeğini teşkil eden lâiklik düşüncesidir.[43] Çağdaş toplumlarda adalet dağıtımı işlevi din adamlarına bırakılamaz.[44]

Devletin Lâikleşmesi

Devletin lâikleşmesi alanında yapılan devrim ve reformlardan bazıları:

Hukukun Lâikleşmesi

Atatürk, 1 Mart 1924 günü TBMM'nde yaptığı açılış konuşmasında adalet ve hukukun lâikleşmesini şu sözler ile anlatmaktadır:

Adalet örgütüne ve düzeltilmesine verdiğimiz önemi nasıl anlatsam azdır... Adalete ilişkin anlayışımızı, yasalarımızı, örgütümüzü, bizi şimdiye değin bilinçli, bilinçsiz, etki altında bulunduran, yüzyılların gereklerine uygun düşmeyen bağlardan bir an önce kurtulmak (gerekir). Ulus... her uygar ülkede olan adalet ilerlemelerinin ülkenin gereklerine uyan ilkelerini istiyor. Ulus, hızlı ve kesin adaleti sağlayacak uygar usulleri istiyor. Medeni hukukta, aile hukukunda izleyeceğimiz yol, ancak uygarlık yolu olacaktır. Hukukta "durumu geçiştirmek" ve boş inançlara bağlılık, ulusları uyanmaktan alıkoyan en ağır karabasandır. Türk ulusu üzerinde karabasan bulunduramaz.

Mustafa Kemal Atatürk[44]

Halifeliğin kaldırılışıyla birlikte Şer'iye Vekaletinin de kaldırılmış olması, Kamu Hukuku yanında Özel Hukuk alanının ve adalet dağıtım görevinin de lâikleşeceğinin bir belirtisi idi. Nitekim, gündelik insan işlemlerine ilişkin olan hükümlerin belirlenmesi ve işletilmesi TBMM'nin yetki alanı içinde değerlendirilmiştir.

Hukukun lâikleşmesi alanında yapılan devrim ve reformlardan bazıları:[44]

Eğitimin Lâikleşmesi

Eğitimin lâikleşmesi alanında yapılan devrim ve reformlardan bazıları:

Lâiklik ve İnsan Hakları

Ana Madde: Lâiklik ve İnsan Hakları

A. Taner Kışlalı’ya göre, lâiklik, özgürlük ve demokrasinin ön koşuludur. Emre Kongar'a göre de demokrasinin ön koşulu olan laiklik ve demokrasinin anlamı herkesin birbirinin değerlerine, kendisine istediği saygıyı göstermesi ve devletin de bunu hukuk aracılığıyla korumasıdır.[45] Lâik bir devlet tüm yurttaşlarına kökeni, cinsiyeti veya inanışı ne olursa olsun aynı yasaları uygular. Oysa, Lâikliği kabul etmemiş devletlerde farklı inanışlara ve farklı cinsiyetlere farklı müeyyideler uygulanır.[2] İran, Suudi Arabistan, Pakistan ve Sudan şeriat kurallara göre yönetildiğini beyan eden 4 ülkedir.

İonna Kuçuradi, lâiklik ve insan hakları arasındaki zorunlu bağlantıyı görebilmek için öncelikle bu iki kavramın ne anlama geldiğinin net bir tespitinin yapılması gerektiğini öne sürer ve sonrasında ‘hata yapma hakkı’ndan bahsederek konuyu temel özgürlükler kapsamında değerlendirmeye devam eder.[46] İnsan Hakları Evrensel Bildirisinin 4. Maddesi köleliği red ederken, 5. Maddesi ise insanlık dışı muameleleri kabul etmemektedir. Buna göre, hiç kimse esir ya da köle durumunda tutulmayacak, hiç kimseye işkence ya da acımasız, insan dışı, küçültücü muamele yapılmayacak, bu tür ceza verilmeyecektir. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin bu maddelerinden çıkartılacak yoruma göre, bedensel eziyet verici muameleler temel insan haklarına aykırı olduğu gibi bir ceza yöntemi de olamaz, ancak işkence olarak tanımlanmaktadır. İslami esaslara dayalı olduğunu açıklayan din devletlerinde ise İslami olarak adlandırılan ceza yöntemlerinin dikkat çekici biçimde çoğunluğu (taşlama, kırbaç, değnek vb.) bedensel cezalara dayanmaktadır.

Ayrıca bakınız

Daha geniş bilgi için

Kaynakça

  1. Atatürk Araştırma Merkezi, Lâiklik
  2. 1 2 3 4 Kemalizm, Lâiklik ve Demokrasi, Ahmet Taner Kışlalı, İmge Kitabevi, S.149, S.153, S.155, S.157
  3. Atatürk ve Devrimleri, Lâiklik İlkesi
  4. Lâiklik mücadelesi antiemperyalist bir mücadeledir, Yalçın Bayer, Hürriyet Gazetesi
  5. AKÜ, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi
  6. Türkiye Büyük Millet Meclisi, TC. Anayasası, Madde 24
  7. Lâiklik Konusunda Kavram Kargaşası, Prof. Dr. M. Sadık Acar
  8. Anadolu Aydınlanma, Erdem, Turgut Özgüney
  9. YKY Kültür, Cogito, Kant ve Yeni Kantçılık, Özlem Doğan
  10. Anayasa.gen.tr
  11. Tabî Hukukun Tabî neticesi , Lâik Hukukun Kökleri, Cengiz Otacı, Sayıştay Dergisi
  12. “Natural Law”, International Encyclopedia of the Social Sciences.
  13. Strauss, Leo (1968). "Natural Law". International Encyclopedia of the Social Sciences. Macmillan.
  14. 1 2 A.Ü. Hukuk Fakültesi, Tabii Hukuk Rönesansı, Hamide Topçuoğlu, S.6, S.66
  15. Türk Anayasa Hukuku Sitesi, Tabiî Hukuk ve Hukuki Pozitivizme Göre Adalet Kavramı, Kemal Gözler
  16. Hukuki Pozitivizmin Değişen Yüzü Mü? Gülriz Uygur
  17. Doğal Hukuk, Modern Gelenek, Brian H. Bix, Çev. Araş.Gör.Ertuğrul Uzun
  18. Blackstone, William. Commentaries on the Laws of England.
  19. 1 2 3 4 Lâik Hukukun Kökleri, Cengiz Otacı, Sayıştay Dergisi, Sayı 54, Sayfa 114
  20. Sofistler Sofist miydi? Nurten Kiriş Yılmaz, SDÜ, Fen Edebiyat Fakültesi, Sosyal Bilimler Dergisi, S.163
  21. Cicero, De Legibus, bk. 1, sec. 16–17.
  22. 1 2 Barham, Francis (1842), "Introduction", The Political Works of Marcus Tullius Cicero, London: Edmund Spettigue, http://oll.libertyfund.org/index.php?option=com_content&task=view&id=747&Itemid=284
  23. Cicero, De Legibus (Keyes translation), bk. 2, sec. 11.
  24. Cicero, De Legibus (Keyes translation), bk. 1, sec. 58.
  25. Cochrane, Charles Norris (1957). Christianity and Classical Culture: A Study of Thought and Action from Augustus to Augustine. New York: Oxford University Press. s. 39.
  26. 1 2 3 İnsan Hakları, Vahap Coşkun, Liberte Yayınları, S.60, S.72, S.73
  27. Ankara Üniversitesi, S.266
  28. İslamcılık ve Din Politikaları, Erdoğan Aydın, Gendaş Predikat, S.116
  29. Atatürk ve Din, İslam Dini Açısından Lâiklik
  30. Atatürk’ün Lâiklik İlkesi ve İslam
  31. Demokrasi Sürecinde Türkiye'de İslamcılık, Doğan Duman, Dokuz Eylül Yayınları, S.280, S.288
  32. Mevzuat Dergisi Türkiye’de Siyasal İslam, Şadiye Ay
  33. İslamcılık ve Din Politikaları, Erdoğan Aydın, Gendaş Predikat, S.18
  34. Kemalizm, Lâiklik ve Demokrasi, Ahmet Taner Kışlalı, S.159
  35. Aydınlanma Nedir? I.Kant, S.213
  36. Ankara Üniversitesi, John Lock'un Siyasi Fikirleri, İlhan Akipek
  37. 1 2 Akademik Bakış, John Locke’un Devlet Teorisi, Müzeyyen Eroğlu
  38. SDÜ Bilgi Merkezi, Hugo Grotius
  39. Aydınlanma Filozofu Olarak Descartes, Attilâ Erdemli
  40. Köprü Dergisi, Dinler ve Lâiklik, GÜ. İ.F.Dekanı Prof.Dr.Niyazi Öktem
  41. Makale, Av. Prof.Dr. Metin Feyzioğlu
  42. Çağlar Çıtırık, Lâik Devlet, Abant İzzet Baysal Üniversitesi
  43. Türk Hukuk Devrimi ve Lâiklik, Prof. Dr. Zeki Hafızoğulları, 10 Kasım 1987 Atatürk’ü Anma Töreni Konuşması.
  44. 1 2 3 Türkiye'de Lâiklik, Özer Ozankaya, Cem Yayınevi, 2000, S.224, S.228
  45. Demokrasi, Laiklik ve Tahammül Etmek Üzerine, Emre Kongar
  46. Türkiye Barolar Birliği Dergisi, Lâiklik ve İnsan Hakları, İoanna Kucuradi
This article is issued from Vikipedi - version of the 5/1/2016. The text is available under the Creative Commons Attribution/Share Alike but additional terms may apply for the media files.