Yusuf Hemedanî
Bu maddenin veya maddenin bir bölümünün gelişebilmesi için konuda uzman kişilere gereksinim duyulmaktadır. Ayrıntılar için maddenin tartışma sayfasına lütfen bakınız. Konu hakkında uzman birini bulmaya yardımcı olarak ya da maddeye gerekli bilgileri ekleyerek Vikipedi'ye katkıda bulunabilirsiniz. |
Bu maddenin veya sayfanın tarafsızlığı konusunda kuşkular bulunmaktadır. Ayrıntılar için lütfen ilgili tartışma sayfasına bakınız. Şablonu çıkarmadan önce lütfen şablonun yardım sayfasını inceleyiniz. (Aralık 2016) |
Ebû Yakûb Yûsuf Hamdanî | |
---|---|
Tam adı: | {{{tam_adı}}} |
Doğumu: | 1048 |
Doğum yeri: | Bûzencird Köyü, Rey ile Hamedan arasında |
Ölümü: | 1140 (91-92 yaşlarında) |
Ölüm yeri: | Merv |
Okul/gelenek: | Sufilik, Tasavvuf |
İlgilendikleri: | Horasan Melametîliği, Kur'an |
Bölge: | Bağdat, Herat, Merv |
Fikirleri: | Melâmet’îyye, Kalender’îyye |
Etkilendikleri: | Muhammad, Ebu Bekr-i Sıddık, Salmân-ı Fârisî, Kâsım bin Muhammed, İmam Cafer-i Sadık, Ebâ Yezîd-i Bistâmî, Ebû’l Hasan Kharakânî, Şeyh Ebû 'Ali el-Fermâdî |
Etkiledikleri: | Abdullâh-î Berkî, Hasan-î Endâkî, Abdülkâdir Geylânî, Kadirîlik, Hoca Ahmed Yesevî, Yesevîlik, Abdulhalik-ıl Güjdevani, Nakşibendîlik, Muhy’id-Dîn İbn Arabî, Ekberîlik, Kutb'ûd-dîn Haydar, Haydârîlik, Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Hacı Bektaş Veli, Taptuk Emre, Sultan Veled, Yunus Emre, Ali Râmitenî, Şah-ı Nakşibend, İmam-ı Rabbani, Şeyh Galib |
Yûsuf Hemedanî, (1048-1140) (Arapça: ابُ يَقُپ يُسُف حَمدَنِ; Ebû Yakûb Yûsuf Hamdanî) önde gelen din bilginlerinden olup tam ismi Ebû Yakûb Yûsuf Hamdanî'dir. Rey ile Hamedan arasında Bûzencird adlı bir köyde doğdu. Türbesi Merv (veya Marı Rusça: Мерв, Farsça: مرو, Marv, Çince:Chinese: 木鹿, Mulu) şehrinde bulunmaktadır. Ebû Yakûb Yusuf Hemedanî, Hoca Ahmed Yesevî ile Abdulhalik-ıl Güjdevani'nin hocasıdır.
Hayâtı
Nakşibendi Tarikatı'nın silsilesinde[1] yer alan Yusuf Hemedani, Allah yolunda hizmet için Merv, Buhara, Herat, Semerkand gibi İslâm merkezlerini dolaşarak halkı irşâda çalışmaktaydı. Tarihi kaynaklarda kaydedildidine göre devrin Selçuklu Hanı Sultan Sencer, Yusuf Hemedani’ye bağlılığını her vesileyle göstermiştir. Dolayısıyla "Hocaların Hocası" olarak anılmaktadır.
Evliyânin büyüklerinden. İsmi, "Yûsuf bin Yâkûb Hemedânî" olup, künyesi Ebû Yâkûb’dur. İmâm-ı A’zâm hazretlerinin neslindendir. İnsanları Hakk'a dâvet eden, onlara dogru yolu gösterip, hakîkî saâdete kavuşturan ve kendilerine “Silsile-i âlîyye” denilen büyük âlim ve velîlerin Peygamber Muhammed'den sonra gelen sekizincisidir. 1048 (H.440) senesinde Hemedan’da doğdu. 1140 (H.535) de Herat’tan Merv’e giderken yolda vefât etti.
On sekiz yaşında Bağdad’a gelip, fıkh îlmini Ebû İshâk-î Şîrâzî’den öğrendi. Yaşı küçük olmasına rağmen, Ebû İshâk kendisine husûsî ihtimâm gösterirdi. Bunun ve diğer fıkh âlimlerinin derslerine devâm etmekle, Hanefî mezhebinde fıkh ve münâzara alîmi oldu. İsfahan ve Semerkand’da, zamanın meşhûr hadîs alîmlerinden hadîs ilmini öğrendi. Tasavvufu Şeyh Ebû 'Ali el-Fermâdî hazretlerinden ögrenip, onun sohbetinde yetişerek kemâle ulaştı. Abdullâh-ı Cûveynî, Hasan Simnânî ve birçok büyük zât ile görüıüp, sohbet etti. Kendilerinden ilîm öğrendi. Yaya olarak otuz yedi hac yaptı. Kur'ân-ı Kerîm'i sayısız defalar hatmetti. Gece namazlarında her rekâtta bir cüz okurdu. Tefsir, hadîs, kelâm ve fıkh ilminden yedi yüz cüz ezberindeydi. İki yüz on üç mürşîd-i kâmilden istifâde etti. Yedi bin kâfirin îmâna gelmesine sebeb oldu. Hızır aleyhisselâm ile çok sohbet etti.
Yetiştirdiği meşhûr şahsiyetler
Altmış yıldan fazla, insanlara doğru yolu göstermekle meşgûl oldu. Yüzlerce talebe ondan ders aldı. Abdullâh-î Berkî, Hasan-î Endâkî, Ahmed Yesevî ve Abdülhâlik-i Goncdüvânî gibi büyük velîler yetiştirdi. Bunlardan Ahmed Yesevi, Türkistan tarafına göç edip, insanları irşâd ederek büyük hizmetlerde bulundu. Yûsuf-û Hemedânî, bütün dostlarına, talebesi Abdülhâlik-i Goncdüvânî’ye tâbi olmalarını söyledi. Kendisinden sonra, bu talebesi insanlara doğru yolu gösterdi.
İmân ve İtîkâd |
---|
İslâm'ın beş şartı |
Dört Halife |
İslam mezhepleri |
İtikadî mezhepler |
Dini-Siyasî hareketler |
Hadis külliyatı |
Yûsuf-û Hemedânî, önce Merv şehrinde bir müddet kalıp Herât’a gitti ve orada uzun zaman kaldı. Sonra, tekrar Merv’e gelip bir müddet daha kaldıktan sonra Herat’a döndü. Herat’tan Merv’e yaptığı son yolculuğu sırasında vefât etti. Kabri Merv şehrinde olup, ziyâret edilmektedir.
Yûsuf-û Hemedânî, İmâm-ı Â'zama pek çok bağlıydı. Irak, Horasan, Mâverâünnehr bölgelerinin muhtelif şehirlerinde bulunarak, halka saâdet yolunu anlatmak ile mesgûl olmustur. İlmî, fazîleti ve kerâmetleriyle İslâm dünyâsında tanınıp, çok sevilmiştir.
Kişiliği
Hakîkî İslâm âlimlerinden ve evliyânın büyüklerinden olan Yûsuf-i Hemedânî orta boylu, buğday benizli, kumral sakallı, zayıf bir zât idi. Eline ne geçerse muhtaçlara verir, kimseden bir şey istemezdi. Herkese karşı çok iltifât eder, yumuşak ve merhametli davranırdı. Yolda yürürken bile Kur'ân-ı kerîm okumakla meşguldü. Hoş-dû denilen yerden, câmiye gelinceye kadar bir hatim okur, mescid kapısından, Hasan Endâkî ve Hoca Ahmed Yesevî hânesine varıncaya kadar Bakara Sûresi'ni okurdu. Geri dönerken Âl-i İmrân Sûresi'ni bitirirdi. Arada bir yüzünü Hemedân’a çevirir ve çok ağlardı. Salmân-ı Fârisî hazretlerinin âsâsı ile sarığı kendisindeydi. Her ay başında, Semerkand âlimlerini çağırarak onlarla sohbet ederdi. Bir taraftan köylülere ve yanına gelen herkese doğru din bilgilerini ögretmeye çalışır, insanlarla uğraşmaktan, onları yetiştirmek için çalışmaktan hiç sıkılmazdı. Diğer taraftan, ağrılara ve yaralara ilâç yaparak herkesin derdine devâ bulmaya çalışırdi. Böylece, maddî ve mânevî hastalklarin tabîbi, mütehassısı olduğunu isbât ederdi.
Talebelerine ve kendisini sevenlere dâimâ Peygamber Muhammed ve Eshâb-ı kirâmın yolunda gitmelerini tavsiye ederdi. Kalbi, bütün mahlûkât için derin bir sevgi ile doluydu. Gayr-i müslimlerin evlerine giderek, onlara İslâmiyeti anlatırdı. Her şeye sabır ve tahammül eder, herkese karşı muhabbet gösterirdi. Altın ve gümüş esyâ kullanılmasına müsâde etmez, fakirlere zenginlerden daha fazla îtibâr ederdi. Zühd sâhibi idi. Dünyâ'ya ehemmiyet ve kıymet vermezdi. (Melâmetîik ve Kalenderîlik) Odasında hasır, keçe, ibrik, iki yastık ve bir tencereden baska bir şey bulunmazdı. Talebelerine, Dört Büyük Halife'nin menkibe ve fazîletlerinden bahseder, onlar gibi ahlâklanmalarını nasîhat ederdi.
Hakındaki tasavvûfî rivâyetler
Bir gün, Hemedân’dan bir kadın, ağlayarak Yûsuf-i Hemedânî’nin huzûruna geldi ve dedi ki: “Oğlumu Bizanslılar esir etmişler.” Kadına; “Sabredin” buyurdu. Kadın; “Sabredecek hâlim kalmadı.” dedi. Bunun üzerine Yûsuf-i Hemedânî hazretleri; “Yâ Rabbî, bu kadının oğlunu esirlikten kurtar. Üzüntüsünü neş'eye çevir!” diye duâ etti. Kadın dönünce oğlunu evde buldu. Hayret etti. Oğluna; “Anlat evlâdım! Buraya nasıl geldin?” dedi. Oğlu; “Biraz evvel Istanbul’daydım. Ayaklarım bağlı olup, başımda muhâfız vardi. Âniden bir kimse geldi. Beni kaptığı gibi, bir anda buraya getirdi.” dedi.
Yûsuf-i Hemedânî’ye, İslâm âlimlerinin ve kiymetli rehberlerin azalip yok oldugu zaman ne yapmak lâzim? denildiginde; “O zaman, her gün o büyüklerin yazdigi kitaplardan bir miktar okuyunuz.” buyurdu.
Sayısız kerâmetlerin ve fazîletlerin kendisinde toplandığı veliyyi kâmil bir zât idi. Kerâmetlerinin en büyüklerinden birisi; Allahü teâlâyı tanımak yolunda çok yüksek derece ve makâmlar sâhibi olan, Abdülhâlik-i Goncdüvânî gibi büyük bir velîyi yetiştirmesidir.
Yûsuf-i Hemedânî hakkında uygunsuz seyler söyleyip, onu kötüleyen bir kimse vardi. Bu durum Yûsuf-i Hemedânî hazretlerine intikâl edince, üzüldü ve yakinda cezâsini görür buyurdu. Birkaç gün içinde o kimse, eşkiyâlar tarafından öldürüldü.
Bir defâ Yûsuf-i Hemedânî insanlara vâz ederken iki kimse gelip, “Sus! Yanlış seyler söylüyorsun” dediler. “Asıl siz susunuz. Size diri denmez!” buyurdu. O anda, o iki kişi orada ölüverdiler.
Necîbüddîn Şîrâzî isimli bir zât söyle anlatıyor:
Bir zamanlar velîlerin sözlerinden birkaç parça elime geçmisti. Mütâlaa ettim. Bana gâyet hos geldi. Bu sözü arastirdim. Kimin sözüdür, bundan baska eserleri var midir, bu zâtı bulayım da, önüne diz çökeyim dedim. Bir gece rüyâda, heybetli, vekarlı, ak sakallı, pek nûrânî bir zâtin evimize girdigini gördüm. Hemen abdesthâneye gitti. Abdest alacaktı. Beyaz bir kaftan giymişti. Kaftanın üzerinde iri hatla, altın suyu ile, Âyet-el-kürsî bastan ayaga kadar yazılmıştı. Ben onun arkasından gittim. Kaftanı çıkarıp bana verdi. Bu kaftanın altında ondan daha göz kamaştırıcı bir yeşil kaftan daha vardı. Bunda da, önceki gibi aynı hatla, altın yazıyla Âyet-el-kürsî yazılmıştı. Onu da bana verdi. “Ben abdest alıncaya kadar bunları tut!” buyurdu. Abdest aldi ve; “Bu iki kaftandan hangisini istersen sana vereyim.” buyurdu. Hangisini verirseniz, bence sevgilidir dedim. Yesil kaftani bana giydirdi. Beyazi da kendisi giydi. Sonra: “Beni bilir misin? Ben, o okudugun parçalarin müsannifiyim. Sen onu arzuluyordun... Ben Ebû Yâkûb Yûsuf-i Hemedânî'yim. Ona, yâni o okudugun yazılara Zînet-ül-Hayât adini verdim. Ayrica Menâzil-üs-Sâlikîn ve Menâzil-üs-Sâyirîn gibi sevilen eserlerim de vardır.” buyurdu. Uyanınca çok sevindim. Ona olan muhabbetim çok arttı.
Abdülkâdir Geylânî ile olan ilişkileri
Ibn-i Hacer-i Mekkî hazretlerinin Fetâvâ-i Hadîsiyye isimli eserinde anlatildigina göre, Ebû Saîd Abdullah, Ibn-üs-Sakkâ ve Seyyid Abdülkâdir-i Geylânî ilim ögrenmek için Bagdat’a geldiler. Abdülkâdir Geylânî hazretleri o zaman çok gençti. Hâce Yûsuf-i Hemedânî hazretlerinin, Nizâmiyye Medresesinde vâz ettigini duymuslardi. Bunlar, onu ziyâret etmeye karar verdiler. Ibn-üs-Sakkâ;
“Ona bir soru soracagim ki cevâbını veremeyecek.” dedi.
Ebû Saîd Abdullah; “Ben de bir soru soracağım. Bakalim cevap verebilecek mi?” dedi.
Küçük yasina ragmen büyük bir edeb timsâli olan Abdülkâdir Geylânî de “Allah korusun. Ben nasıl soru sorarım. Sâdece huzûrunda beklerim, onu görmekle şereflenir, bereketlenirim” dedi.
Nihâyet Yûsuf-i Hemedânî hazretlerinin bulundugu yere vardilar. O anda orada yoktu. Bir saat kadar sonra geldi. Ibn-üs-Sakkâ’ya dönerek;
“Yazıklar olsun sana, ey Ibn-üs-Sakkâ! Demek bana, cevâbını bilemeyeceğim suâl soracaksin ha! Senin sormak istedigin suâl şudur. Cevâbı da şöyledir. Ben görüyorum ki, senden küfür kokusu geliyor.” buyurdu.
Sonra Ebû Saîd Abdullah’a dönerek; “Sen de bana bir suâl soracaksın ve bakacaksın ki, ben o suâlin cevâbını nasıl vereceğim. Senin sormaya niyet ettigin suâl şudur ve cevâbı da şöyledir. Fakat sen de edebe riâyet etmedigin için, ömrün hüzün ile geçecek,” diye buyurdu.
Sonra Abdülkâdir Geylânî’ye döndü. Ona yaklaştı ve;
“Ey Abdülkâdir! Bu edebinin güzelliği ile, Allahü teâlâyi ve Resûlü (s.a.v)´nü râzı ettin. Ben senin Bağdat’ta bir kürsîde oturduğunu, çok yüksek bilgiler anlattığını ve;
“Benim ayağım, bütün evliyânın boyunları üzerindedir,” dediğini sanki görüyor gibiyim ve ben, yine senin vaktindeki bütün evliyâyı, senin onlara olan yüksekliğin karşısında boyunlarını eğmiş hâlde olduklarını görüyor gibiyim,” buyurdu ve sonra gözden kayboldu. Kendisini bir daha göremediler.
Aradan uzun seneler geçti. Hakîkaten Abdülkâdir Geylânî yetişti. Zamânında bulunan evliyânin en üstünü, bas tâci oldu. Öyle yüksek derece ve makamlara kavustu ki, insanlardan ve yüksek zâtlardan herkes gelerek, mübârek sohbetlerinden istifâde ederlerdi. Bir gün yüksek bir kürsîde oturuyor vâz ediyordu. Buyurdu ki:
“Benim ayağım, bütün evliyânın boyunları üzerindedir.” Zamânında bulunan bütün evliyâ, onun kendilerinden çok yüksek oldugunu bilirler ve üstünlügü karşısında boyunları eğri olurdu. Bunlar meydana çıktıkça, Hâce Yûsuf-i Hemedânî hazretlerinin senelerce önce kerâmet olarak haber verdigi hâller anlaşılıyordu.
Ibn-üs-Sakkâ’ya gelince, o Yûsuf-i Hemedânî ile aralarında geçen o hâdiseden sonra, ser'î ilimlerle mesgûl oldu. Çok güzel konuşurdu. Söhreti zamânın sultânına ulaştı. O da bunu elçi olarak Bizans’a gönderdi. Hristiyanlar buna çok alâka gösterdiler. Nihâyet, onların yalanlarına aldanarak hristiyan oldu.
Bu hâdiseyi anlatan zât diyor ki:
“Bir gün onu gördüm. Hastaydı. Ölmek üzereydi. Ben yüzünü kıbleye döndürdüm. O baska tarafa çevirdi. Tekrar kıbleye döndürdüm. O tekrar baska tarafa çevirdi ve böylece öldü.” Ebû Saîd Abdullah da diyor ki: “Ben Şam’a geldim. Bazı vazifelerde bulundum. Çeşitli sıkıntılar ile hayâtım geçti. Yûsuf-i Hemedânî hazretlerinin, her üçümüz hakkında da söylediği aynen meydana geldi.”
El-Mesrevü’r-Revî kitâbının sâhibi olan Cemâleddîn Muhammed bin Ebî Bekr el-Hadramî es-Safiî buyuruyor ki:
“Bu menkibe, rivâyet edenlerin çokluğu sebebiyle lafızları değişik olsa bile, mânâ yönünden tevâtür hâlini almış bir menkıbedir. Allahü teâlânin evliyâsini inkâr etmeye cüret edenler, neûzü billâh, Ibn-üs-Sakkâ’nin durumuna düşmekten çok korkmalıdır. İlminin ve amelinin çok olmasına rağmen, Ibn-üs-Sakkâ’nin, sonunda böyle sonsuz bir felâkete düsmeşinin sebebinin, evliyâ hakkında edebsizlik yapması olduğu Behçet-ül-Musannife’de Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin menkıbeleri anlatılırken zikredilmektedir.
Bibliyografya
- Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye (49. Baski); s.1164
- El-A’lâm; c.8, s.220
- Sezerât üz-Zeheb; c.4, s.110
- Câmiû Kerâmât-il-Evliyâ; c.2, s.289
- Tabakât-ül-Kübrâ; c.1, s.135
- Hadâik-ul-Verdiyye; s.106
- Reşahât (Arabî); s.14
- Reşahât (Osmanlıca); s.17
- Kalâid-ül-Cevâhir; s.110
- Hadîkat-ül-Evliyâ; s.14
- İrgâm-ül-Merîd; s.48
- Behçet-üs-Seniyye; s.11
- Rehber Ansiklopedisi; c.18, s.232
- İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.7, s.367
- Makâmât-i Yûsuf Hemedânî; Süleymâniye Kütüphânesi, İbrâhim Efendi Kısmı, No: 430
- Bırifkan Seyyidleri ; s.72
Kaynakça
- ↑ Silsilah (Arapça: سلسلة) Türkçesi zincir.