Mehmed Emin Âli Paşa
Mehmed Emin Âli Paşa | |
---|---|
Osmanlı Sadrazamı | |
Görev süresi 11 Şubat 1867 - 7 Eylül 1871 | |
Hükümdar | Abdülaziz |
Yerine geldiği | Mütercim Mehmed Rüşdi Paşa |
Yerine gelen | Mahmud Nedim Paşa |
Görev süresi 6 Ağustos 1861 - 22 Kasım 1861 | |
Hükümdar | Abdülaziz |
Yerine geldiği | Kıbrıslı Mehmed Emin Paşa |
Yerine gelen | Keçecizade Fuat Paşa |
Görev süresi 7 Ocak 1858 - 18 Ekim 1859 | |
Hükümdar | Abdülmecid |
Yerine geldiği | Koca Mustafa Reşid Paşa |
Yerine gelen | Kıbrıslı Mehmed Emin Paşa |
Görev süresi 2 Mayıs 1855 - 1 Kasım 1856 | |
Hükümdar | Abdülmecid |
Yerine geldiği | Koca Mustafa Reşid Paşa |
Yerine gelen | Koca Mustafa Reşid Paşa |
Görev süresi 6 Ağustos 1852 - 3 Ekim 1852 | |
Hükümdar | Abdülmecid |
Yerine geldiği | Koca Mustafa Reşid Paşa |
Yerine gelen | Damad Mehmed Ali Paşa |
Kişisel bilgiler | |
Doğum | 5 Mart 1815 Mercanağa semti, İstanbul |
Ölüm | 7 Eylül 1871 (56 yaşında) İstanbul |
İmzası |
Mehmed Emin Âli Paşa (d. 5 Mart 1815 - ö. 7 Eylül 1871 ) Osmanlı Devleti'nde Tanzimât Dönemi'nin Mustafa Reşid Paşa ve Keçecizade Fuat Paşa ile birlikte en önemli üç devlet adamından biridir. Abdülmecid ve Abdülaziz saltanatlarında 5 kez olmak üzere toplam 8 yıl 3 ay sadrazamlık yapmıştır. Ayrıca Londra Büyükelçiliği, İzmir ve Bursa valiliği, Meclis-i Vala reisliği, Meclis-i Tanzimat reisliği ile birlikte toplam sekiz kez hariciye nazırlığı görevinde bulunmuştur. Âli Paşa, Tanzimat devrinde 1871'e kadar çeşitli mevkilerde Osmanlı idaresini ve dış siyasetini elinde tuttu. Bazen hariciye nazırı bazen de sadrazam olarak devlet idaresinin en üst düzeyinde bulundu. Devlet idaresini senelerce elinde tutan Âli Paşa, her zaman için sultan'ın keyfi idaresine karşı koymaya çalıştı ve onun mutlak salahiyetini kısıtlamak amacını güttü.
İmparatorluk bünyesinde bulunan gayrimüslim halka eşit vatandaşlık hakkı ve birçok imtiyaz tanıyan Islâhat Fermâni'nı hazırlayaran Âli Paşa, Kırım Harbi'nin ardından 30 Mart 1856'da imzalanan Paris Antlaşması'na fevkalede temsilci sıfatıyla katıldı. Etkin bir diplomat olarak Avrupalıların dikkatini çekti. Konferansta Osmanlı İimparatorluğu'nun Avrupa devletler topluluğuna o zamanın tabirince Avrupa Birliği'ne katılmasını sağladı. Islahat Fermanıyla ve Paris Anlaşması ile Osmanlı İmparatorluğu'nun toprak bütünlüğünü sağlayabileceğine Avrupa devletlerinin Osmanlının iç işlerine gayrimüslim halkın koruyucusu bahanesiyle müdahalesini önleyebileceğini düşünüyordu. Paris Barış Konferansı ve anlaşmaya bağlayıcı bir hüküm olarak giren Islahat Fermanı'ndan dolayı Tanzimat'ın mimarı Mustafa Reşid Paşa'nın ağır eleştirilerine maruz kaldı. 1867'de Girit İsyanı sırasında adaya giderek titiz bir diplomasi ve Müslüman-Hristiyan dengesi uzlaşması fikrine dayanan bir reform programını Girit’te uygulamaya koydu.[1] Girit’li Hıristiyanlara verdiği haklar ve Osmanlı askerinin, Türk bayrağı kalelerde kalmak şartıyla Belgrat başta olmak üzere Sırbistan'daki kalelerden çekilmesi kararına imza attığı için basından da çok şiddetli tepki gören Âlî Paşa, tanzîmâtçılar arasında yol ayırımına sebeb oldu. Yeni Osmanlılar adı ile teşkîlâtlanan grup, Âlî Paşa’ya ve hükümete cephe aldı.
Âli Paşa, Paris konferansı sırasında devletin gelişmesinin önünde büyük bir engel oluşturan kapitülasyonların kaldırılması için girişimlerde bulunmuşsa da bu konuda başarı sağlayamamıştır. Girit olayları’nın çözümünde imparatorluk tebaası arasındaki din farklılığının hayata yansımaması için Fransız medeni kanununun alınmasını önermiştir. Âli Paşa, gayrimüslimlerin memuriyetlere kabulünü daha da kolaylaştırdığı gibi kabinede de gayrimüslim nazırların bulunmasına karar verdi. Âli Paşa’nın döneminde başta Hariciye Nezareti olmak üzere devletin birçok biriminde gayrimüslim memurların sayısı büyük bir hızla arttı. Bu yüzden Âli Paşa birçok kesimin eleştirilerine maruz kaldı. Son sadrazamlık döneminin en önemli icraatlarından biri de klasik Osmanlı medrese eğitiminden vazgeçilerek hazırlanan 1869 Maarif-i Umûmiye Nizamnâmesi'dir. Osmanlıcılık projesinin geçerli olabilmesi için müslim-gayrimüslim karma eğitimin en azından ortaokul düzeyinde gerçekleşmesi gereğini düşünüyordu. 1871 yılında öldüğünde naaşı Süleymaniye Camii haziresine defnedildi. Ölümünden sonra yazı takımlarını Prens Bismarck’ın satın aldırdığı bilinmektedir.
Sadrazamlığa kadar görevleri
Asıl adı Mehmed Emin olan Âli Paşa, 5 Mart 1815'de İstanbul'un Mercanağa semtinde fakir bir ailenin oğlu olarak mütaevazı bir evde doğdu.[2] Babası İstanbul Mısır Çarşısı aktarlarından ve çarşının kapıcıbaşısı Ali Rıza Efendi idi.[3] İlkokul öğrenimine mahalle mektebinde başladı. Kuran-ı Kerimi ezberleyip hatmettikten sonra Bayezid Camii'nde Arapça sarf-nahiv dersleri aldı. Babasının ölmesi ve ailesinin fakir olması yüzünden bir ara öğrenimine ara vermek zorunda kaldı.[3]
Devlet görevine 1830'da 15 yaşındayken Divan-ı Humayun kâtibi olarak başladı. Burada geleneksel olarak katiplere şahsi mahlas verilmekte idi ve kendine "Âli" mahlası verildi. Devlet görevlerinde ve siyasi hayatında hep bu mahlası kullandı. 1832'de mühimme kalemine katıp olarak geçti. Katiplik görevinde iken boş zamanlarında kendi gayreti ile Fransızca öğrenmeye başladı. 1833'de dışişlerine kamu görevlisi yetiştirmek amacıyla kurulmuş olan Tercüme Odası'a girdi. 1836/37 'de tercüme kalemine katıp oldu. [2]
1835'de Avusturya imparatoru I. Ferdinand'ın tahta çıkışı için yapılan törenlere gönderilen Osmanlı Devleti heyetine ikinci başkatip olarak katılıp Viyana'ya gitti. Sonra Osmanli elçiliğinde ikinci başkatip olarak birbuçuk yıl Viyana'da kaldı ve diplomasinin inceliklerini öğrenmeye başlayıp Fransızca'sını geliştirdi. 1837'de yine aynı rütbe ile St. Petersburg'a (günümüzde Sankt Peterburg) gönderildi. Kasım 1837'de İstanbul'a dönünce Divan-ı Humayun tercümanlığına tayin edildi. 1838'de Londra elçisi tayin edilen Mustafa Reşid Paşa ile birlikte elçilik müsteşar vekili ve sonra müsteşarı olarak Londra'da çalıştı. Mustafa Reşid Paşa Paris'e elçi olunca Londra elçiliğinde maslahatgüzarlık yaptı.[3]
Temmuz 1839'da Sultan Abdülmecid'in tahta çıkması ile İstanbul'a döndü. Divan-ı Humayun tercümanlık görevine devam etti. 1840'da Sadık Rifat Paşa yerine önce vekaleten ve sonra Ağustos 1840'da asıl olarak hariciye nezaratı müsteşarlığı yaptı. Aralık 1841- Kasım 1844 döneminde Londra büyükelçisi olarak görevlendirildi. Sonra İstanbul'a döndü. 1845 sonlarında Meclis'i Vala üyesi tayin edildi. Bu sırada Paris elçiliğinden dönmekte olan Mustafa Reşid Paşa yerine Ekim 1845'de vekaleten Hariciye nazırlığı görevi yaptı. Sonra 15 Aralık 1845'de itibaren hariciye nazırlığı müsteşarı tayin edildi. Mustafa Reşid Paşa sadrazamlığa getirilince 28 Eylül 1846'da birinci kez Hariciye Nazırı oldu. Bu görevde iken Aralık 1847'de vezirlik rütbesi ve paşa unvanı verildi. Mustafa Reşid Paşa sadrazamlıktan azledilince 22 Nisan 1848'de hariciye nazırı görevine son verildi ve 28 Haziran'da Meclis-i Vala Reisi olarak tayini çıktı. Mustafa Reşid Paşa aynı yıl tekrar sadrazam olunca Ali Paşa da 15 Temmuz'da ikinci defa hariciye nâzırı oldu.[3]
Sadrazamlığı dönemindeki siyasi olaylar
Islahat Fermanı ve Paris Antlaşması
6 Ağustos 1852'de Mustafa Reşit Paşa'nın sadrazamlıktan azledilmesi üzerine Âli Paşa birinci kez sadrazam oldu. Bu dönemde Mustafa Reşit Paşa ile arası açılmaya başladı. Fakat bu ilk sadrazamlık görevi uzun sürmedi. 3 Ekim 1852'de sadrazamlıktan azledildi.[2] Yeni sadrazam olan Damat Mehmed Ali Paşa'nın teklifi ile 18 Ocak 1853'de İzmir valisi tayin edildi. Haziran 1853'de bu valilikten istifa etti. 19 Nisan 1854'de Bursa valisi oldu. 28 Eylül 1854'de Bursa valiliği ile birlikte yeni açılan Meclis-i Tanzimat reisi tayin edildi.[2]
Âli Paşa , Kırım Savaşı başlaması ile Bursa valiliği ve Meclis'i Tanzimat reisliği görevleri kendine kalmakla birlikte, 24 Kasım 1854'de üçüncü kez hariciye nazırlığına getirildi. 2 Mayıs 1855'de Sadrazam Mustafa Reşid Paşa sadrazamlıktan azledildi ve Âli Paşa ikinci kez sadrazamlık görevine getirildi. Savaşın sonunda yapılan barışın protokolunu tayin etmek için Nisan 1855'de toplanan Viyana Konferansı'na Osmanlı Devleti temsilcisi olarak katıldı.[2] Bu esnada Kırım'da Sivastopol kuşatması devam etmekteydi ve Sivastopol ancak bir yıl kuşatmadan sonra 9 Eylül 1855'de müttefiklerin eline geçti.
Rusya, Kırım Savaşı’nden yenik ayrılmış, Osmanlı Devleti’ni parçalama fikrini gerçekleştirememiştir. İngiltere ve Fransa gibi iki güçlü devletin Osmanlı Devleti’nin yanında yer almasının bir karşılığı olacaktır. O da Viyana Protokolü’nün 4. maddesinde yer alan ve Paris Anlaşması’ndan altı hafta önce ilân edilen Islahat Fermanı olmuştur. Paris Anlaşması öncesinde, Osmanlı İmparatorluğunu Rusya’nın müdahalelerine karşı korumanın bedeli ve Osmanlı İmparatorluğunun Avrupa Devletleri ailesine katılmasının şartı olarak İngiltere ve Fransa birtakım şartlar ileri sürdüler. Bu şartlar Islahat Fermanı esasları olarak Âli Paşa ile İstanbul’daki İngiliz ve Fransız elçileri arasında kararlaştırıldı. Fermanın ilan edilmesi halinde İngiltere ve Fransa Osmanlı İmparatorluğunun iç işlerine karışmayacağını taahhüt ediyordu. Islahat Fermanı da Tanzimat Fermanı gibi Sultan Abdülmecid tarafından ısdar edilmiştir. Kırım Savaşı'nın ateşkesinden 18 gün sonra, 18 Şubat 1856'da Islahat Fermanı ilân edilmiştir. Islâhat Fermânı, Tanzimatın devamı olarak nitelendirilebilecek bir değişim olarak da kabul edilmekle beraber fermânın amacı, millet sistemini kaldırarak bütün din topluluklarının eşit vatandaşlık hakları sağlayarak müslüman ve gayrimüslim Osmanlı tebâası arasında tam bir eşitlik sağlamaktır. Bir Osmanlı toplumu oluşturmayı amaçlayan Âli Paşa, ırk, dil, din vb. ayrımı yapmaksızın bir Osmanlı milleti oluşturma gayesini gütmekte idi. 19. yüzyılda devletin kötü gidişâtını durdurmak amacıyla ortaya çıkan fikir akımlarından Osmanlıcılık fikri Islahat Fermanı ile doruk noktasına çıkmıştı. Âli Paşa bu şekilde azınlık isyanlarının önüne geçilebileceği, azınlıkları bahane ederek Avrupalı devletlerin Osmanlı Devleti'nin iç işlerine karışmasına karşı gelerek imparatorluğun toprak bütünlüğünün korunacağını düşünüyordu. Islahat Fermanı ile gayrimüslimlere de devlet kademelerine memur olma yolu açılmıştır. Din değiştirme hakkı kabul edilmiş, İslâm'dan çıkmanın ölüm cezasıyla cezalandırılması usulüne son verilmiştir. Gayrimüslimlere askeri okullara gitme hakkı tanınmıştır. Ayrıca gayri Müslümlerden alınan cizye vergisi kaldırılarak uygulanan vergilerde de bir eşitlik sağlanmış, mahkemelerde şahitlikleri kabul edilmeye başlanmıştır. Bu anlamda eşit haklar beraberinde eşit yükümlülükler getirir düşüncesi ile gayrimüslimlerin de askerlik yapma yükümlülüğü doğmuş, askerlik yapmak istemeyenlere de askerlik vergisi olan bedel-i askerî olanağı sunulmuştur. Bu yeni uygulama sayesinde müslüman tebâa da para karşılığında bedel-i nakdî / askerlik görevinden muaf olma şansını yakalamıştır. Gayrimüslimlerin yaşadığı yerlerde ihtiyaç duydukları okul ve kiliseleri ve benzeri işlev gören kurumları kurmaları, bunları serbestçe onarabilmeleri, kiliselerde çan çalmanın serbest hale gelmesi gibi klasik dönemdeki sınırlamaların kalkması gibi hukuki değişiklikler Islahat Fermanı ile gelen büyük dönüşümlerdi. Sonuç olarak, Osmanlı İmparatorluğunda Islahat Fermanı ile tebaaya o dönem Avrupa ülkelerinde tanınan temel hak ve özgürlüklerinin önemli bir kısmı tanınmıştır.
Üç yıl kadar süren Kırım Savaşı'ndan sonra barış müzakereleri 1 Şubat 1856 başında Paris Kongresi adı verilen ve "Viyana Kongreler sistemi"'nin bir devamı olan kongre şeklinde başladı. Bu kongreye Büyük güç (Düvel-i Muazzama) olarak Osmanlı İmparatorluğu ve müttefikleri olan Büyük Britanya, Fransa, Sardinya, Avusturya, Prusya ile Rusya temsilcileri katıldı. Paris Kongresi'nda Osmanlı Devleti'ni temsil eden Âli Paşa idi. O zamana kadar Viyana Kongreler sistemine uyan kongrelerde müzakereler değişik komitelerde yapılmakta iken, Paris Kongresi'nde tek bir müzakere ortamı bulunmakta idi. Bu müzakereler 25 Şubat-30 Mart arasında yapıldı. Âli Paşa, konferans sırasında devletin gelişmesinin önünde büyük bir engel oluşturan kapitülasyonların kaldırılması için girişimlerde bulunmuşsa da bu konuda başarı sağlayamamıştır. Âli Paşa , 30 Mart 1856'da Kırım Savaşı'nı sona erdiren Paris Antlaşması'nı imzalandı. Anlaşmanın en önemli maddesine göre Osmanlı Devleti Avrupa devletler topluluğunun bir üyesi olacak, toprak bütünlüğü ve bağımsızlığı Avrupa devletlerinin ortak garantisi altına konacaktır. Bununla beraber 28 Şubat 1856′da ilan edilen “Islahat Fermanı” devletlere tebliğ edilecek ve devletler de bunu kabul edeceklerdir. Bu ferman, ilgili devletlere, Osmanlı Devleti’nin iç işlerine karışma hakkı vermeyecekti. Ancak anlaşmanın 9. maddesi gereğince devletin idaresi altındaki bütün halkın hayat şartlarının iyileştirileceğine dair bir kayıt vardı. Bu madde daha sonra Hatt-ı Hümayun'un icrasında Avrupa devletlerinin Osmanlı İmparatorluğu'nun iç işlerine karışmasına bir bahane olarak kullanılacaktı.
Islahat Fermanı nedeniyle aldığı eleştiriler ve azledilmesi
Gerek Islahat Fermanı içeriği hakkında ve gerekse konferansda Osmanlı Devletinin menfaatlerini yeter derecede savunmadığı iddiasıyla Sadrazam Âli Paşa büyük tenkitlere hedef oldu. Özellikle Mustafa Resid Paşa kendi yetiştirdiği Âli Paşa'nın hazırladığı Islahat Fermanı'nı devletin çıkarlarına aykırı bulduğunu belirten bir raporu Sultan Abdülmecid'e sundu. Islahat Fermanının tamamen dış baskı sonucu çıkarılan, devletin onurunu kıran bir belge olduğunu söylenmekte idi. Bu tenkitlerin de etkisi ile Eflak Boğdan meselesindeki tutumu nedeni ile İngiliz sefirinin de tepkisini çeken Âli Paşa'yı Sultan Abdülmecid 1 Kasım 1856'da sadrazamlıktan azletti.[3] Sadrazam olarak tekrar göreve getirilen Mustafa Reşid Paşa'nın altında 6 Kasım'dan itibaren hariciye nazırlığı görevini dördüncü kez yüklendiyse de 12 Kasım'da bu görevden istifa etti. Meclis-i Ali'ye üyelik görevine memur edildi. 3 Ağustos 1857'de Mustafa Reşid Paşa sadrazamlıktan azledilince yeni sadrazam olan Giritli Mustafa Naili Paşa sadrazamlığı altında beşinci kez hariciye nazırı görevine geçti. Ekim 1857'de Mustafa Reşid Paşa tekrar sadrazam yapılınca bu görevden ayrılmadı.[3]
Mustafa Reşid Paşa'nın 7 Ocak 1858 ölümünden sonra üçüncü kez sadarazamlığa getirildi. Bu sırada Osmanlı Devleti Kırım Harbi'nin neden olduğu büyük mali sıkıntılar geçirmekte idi. Ali Paşa yapılması gereken devlet harcamaları kesintileri için sarayın aşırı israfını indirmekten başka çare göremedi. Bunun yanı sıra inşaatlar zamanla sadrazamların başını yiyecek derecede önem kazanmışlardı. Dolmabahçe Sarayı’nın tamamlanmasından sonra Çırağan Sarayı’nın yıkılıp kagir olarak yeniden yaptırılması planlanıyordu. İngiltere'nin İstanbul Büyükelçisi Lord Stratfort de Redeliffe Canning, Sultan Abdülmecid'in huzuruna çıkıp Çırağan'ın yerine kâgir bir saray yaptırmanın güzelliklerinden bahsediyordu. Sultan Abdülmecid'in Çırağan'da yeni bir saray yaptırma isteği karşısında Sadrazam Âli Paşa, “İnşallah hazine-i hassa yoluna girince daha iyisini yaparız şimdi sıkıntısı vardır” demesi üzerine ertesi gün 18 Ekim 1859'da azledildi. 1859 yılında halen yapım aşamasında olan Çırağan Sarayı ve bazı kasırların inşaatında çalışan işçiler, ücretlerinin ödenmemesinden dolayı Dolmabahçe Sarayı'nı çevirerek alacaklarını istediler. Bu olay karşısında çok üzülen Sultan Abdülmecid bütün saray ve kasır inşatlarını durdurup, kendisine ait dört bin kese altını çalışanlara dağıtmıştır.
26 Aralık 1859'da yine Meclis-i Tanzimat reisi olarak tayin edildi. Sadrazam Kıbrıslı Mehmet Emin Paşa Rumeli seyahatine çıktığında 4 Haziran 1860-12 Ekim 1860 döneminde sedaret kaymakamlığı görevi verildi. 14 Ekim'de hariciye nazırı Keçecizade Fuat Paşa Şam'a fevkalade yetkiyle gitmesi sırasında vekaleten geçici olarak hariciye nazırlığı yaptı. 14 Temmuz 1864'de ise sadrazam Keçecizade Mehmed Emin Fuad Paşa tarafından asıl olarak altıncı kez hariciye nazırı görevi verildi.[3]
Sultan Abdülaziz'in tahta çıkmasından hemen sonra Kıbrıslı Mehmed Emin Paşa 'nın sadrazamlıktan azledilmesi üzerine 16 Ağustos 1861'de dördüncü kez sadrazam yapıldı. Fakat dört ay sadrazamlıktan sonra 22 Kasım'da azledildi. Yeni sadrazam olan Keçecizade Fuat Paşa bu görevi üzerine almasına bir şart olarak Mehmet Emin Ali Paşa'ya hariciye nazırlığı verilmesini koşmuştu. Böylece yedinci kez hariciye nazırı görevini üzerine aldı. Bu görevde 6 yıl kaldı.
Sırbistan meselesi
11 Şubat 1867'de sadrazam Mütercim Mehmed Rüşdi Paşa azledilnce Mehmed Emin Âli Paşa beşinci kez sadrazamlığa geçirildi. Bu sadrazamlık görevi 1871'de ölümüne kadar yüklendi. Bu sadrazamlığı diğer sadrazamlık dönemlerinde daha çok olaylı ve sorunlu geçti. Sultan II. Mahmud devrinde 1830 yılında padişahın yayınladığı hatt-ı şerif ile Sırbistan'ın yönetimi resmen Sırp Başknezi Miloš Obrenović 'in soyundan gelenlere bırakılmıştı. Ancak Osmanlı ordusu birlikleri Belgrat ve diğer bazı kaleler de bulunmaktaydılar ve Osmanlı İmparatorluğu bu kalelere egemendi.
1860 yılında Mihail Obrenoviç’in ikinci kez Sırp Başknezi olmasıyla Sırbistan’da Müslüman- Hristiyan gerginliği artmış ve 1862’de Belgrad Olayları patlak vermişti. Belgrad paşası Aşir Paşa'nın 17 Haziran 1862'de şehri topa tutması üzerine aynı gün Belgrad'taki konsoloslar olayı protesto ettiler. Fransa'nın teklifi ile sorunu çözmek için Kanlıca’da uluslar arası bir konferans toplandı ve 12 maddelik Kanlıca Protokolü imzalandı. Fransa, Belgrat kalesi başta olmak üzere Türk askerlerinin Sırbistan'daki kalelerde bulunması Sırplar için devamlı bir korku ve tehdit kaynağı olacağı gerekçesi ile kalelerin Sırplara terk edilmesi tezini savunmaktaydı. Ancak Babıali, imparatorluk topraklarının emniyeti için Belgrat'ı terk etmeyeceği konusunda ısrarcı davranarak Belgrat kalesini muhafaza etmeyi başarmıştı. Protokol maddelerince Sırbistan'daki Müslümanların Sırbistan’ı terk etmeleri ve Osmanlı İmparatorluğu’nun Sırbistan’daki Sokol ve Uziçe kalelerini yıkması kararlaştırıldı. Ancak Sırplar Belgrat'ın Osmanlı İmparatorluğu elinde kalmasından hiç memnun değillerdi. Sırbistan’daki şehirli Müslüman nüfus göç etmiş ve yalnızca kalelerde Türk askeri kalmış olsa da, Sırplar kalan bu orduya bile katlanamamışlardır. Barışın Sırplar tarafından değil Türk garnizonlarının kalede bulunmalarından dolayı tehlikede olduğunu vurgulayan Sırplar, Türk askerlerinin de kaleleri terk etmesi konusunda Babıali'ye baskıda bulunmayı sürdürdüler. 1866 Girit İsyanı dolayısıyla Osmanlı Devleti’nin Yunanistan’la savaşın eşiğine gelmesi Sırp Knezi Mihail’i harekete geçirdi. Mihail, 17 Ekim 1866’da Osmanlı İmparatorluğundan Sırbistan’daki kalelerin Sırplara terk edilmesi veya yıkılmasını istedi. Aynı zamanda hızla silahlanmaya başlayan ve diğer Balkan milletleriyle de ittifaklar kuran Mihail, Osmanlı Devleti’ne karşı bir cephe oluşturmuştu.Bu durum 1867'de yine büyük bir sorun haline geldi. Belgrat, Fethülislam, Böğürdelen ve Semendire kaleleri içinde askeri önemi olan yalnız Belgrat kalesi idi. Diğerlerinin en zayıf bir düşmana bile 5 gün dayanamayacağına inanılıyordu. Kaleler den askerin çekilmesi maddi bakımdan değil ancak manevi bakımdan büyük kayıp teşkil etmekte idi. Fransa bölgede huzurun sağlanması için Türk askerinin kalelerden çekilmesi gerektiği konusunda ısrarcı tutumuna devam etmekteydi.
Âli Paşa, 3 Mart 1867'de Sırbistan'daki kaleler hakkında uzlaşmacı bir tutum içinde karar aldı ve ihtilafı çözmek için üç teklif ileri sürdü. Birincisi; içlerinde Türk askeri kalmak şartı ile kalelerin komutanlığının Sırp beylerine verilmesi. İkincisi; Eşit sayıda Türk ve Sırp askeri bulundurmak suretiyle kalelerin Sırp beyinin idaresine bırakılması. Üçüncüsü ise Kalelerden Türk askerinin tamamen çekilerek yerine Sırp askerinin getirilmesi suretiyle ve kalelerin burçlarında Sırp bayrağının yanı sıra Türk bayrağı bulunmak şartı ile Sırp beyine verilmesi. Sırp beyi Mihal 8 Mart 1867 tarihli ve Sadrazam Ali Paşa'ya hitaplı mektubunda üçüncü öneriyi kabul ettiğini bildirdi. Mihal bunun ardından İstanbul'a gelerek Osmanlı hükümetine saygılarını ve şükranını sundu. Sultan Abdülaziz'in 20 Mart 1867 tarihli fermanı ile Sırbistan'daki Osmanlı kaleleri Sırp prensine havale edildi. Belgrat'ta kale meydanında Türk kuvvetlerinin de iştirak ettiği bir törenden sonra Belgrat kalesi Sırplara terk edildi ve Türk bayrağı yanına Sırp bayrağı da çekildi. Yüzyıllarca darülcihad vazifesi görmüş bu Osmanlı kaleleri resmen olmasa da fiilen kaybedilmiş oldu. Gazilerin sayısız kahramanlık örnekleri yaratmış oldukları bu yerlerde Sırbistan 1876'da Osmanlı İmparatorluğuna karşı bağımsızlığını ilan edip savaş açana dek Türk bayrağı dalgalanmaya devam etti ancak kalelerden askerin çekilmesi Türk basını ve halkında derin bir acı bıraktı.[3]
Ziya Paşa;
Belgrad kalesini ihsan ile Sırbistan'a devletin kıldı akıbetini istikmal
dizeleri ile eleştiride bulunurken Ayaşlı Hayri Efendi de şu tarihi düşürdü;
Kalenin terki mükerrer olunca teklif vükela akıbeti kardan oldu agah çıkarıp leşkeri islamı dedim tarihin Belgrad kalesi Sırplı eline geçti vah
Girit meselesi
Islahat Fermanı hükümleri bütün Osmanlı ülkesi genelinde uygulamaya konulduğu gibi, Girit adasında da uygulandı. Fermanın gayr-ı müslim vatandaşlara sağladığı haklara rağmen, Girit RumIarının bundan pek memnun kalmadıkları görüldü. Girit bunalımını devamlı körükleyen ve bir yerde Megali İdea fikri doğrultusunda topraklarını genişletmeyi düşünen Yunanistan, Islahat Fermanının ilanından sonra da ilgisini yoğun olarak Girit adasına yöneltti. Girit asileri, İsfakıya sancağına bağlı Apokoron kazasında 1866 yılı Haziran ayında ısyan ettiler. Apokoron kalesi bilahare asilerin merkezi oldu. Yunanistan'dan gelen 60 kadar çete reisi Apokoron'daki asilerin başına geçti. Türklerin köyleri yakılıp yağmalandı. Girit RumIarının isyan gerekçelerine bakıldığında şunlar yer alıyordu: Rumca eğitim veren okulların açılması, yeni limanların yapılması, ziraat bankası kurulması, vergilerin indirilmesi vb. Bu istekler, Yunanistan'a arka çıkan bazı Avrupa devletleri tarafından da destekleniyordu. Osmanlı hükümeti tarafından isteklerinin yapılmadığını gören RumIar, kendi kendilerine bir hükumet kurduklarını ve Yunanistan'a bağlandıklarını ilan ettiler.
Yunanistan ve dolaylı olarak bazı Avrupa devleti Girit'te Rum çetelerinin kurulmasını ve devlet aleyhinde faliyetler göstermelerini desteklemekteydiler. Âli Paşa, 26 Aralık 1866 tarihinde büyük devletlere müracaat ederek, Yunanistan'ı desteklemeyeceklerine dair açıklamada bulunmalarını istedi. Halbuki ayni tarihlerde Yunan hükumeti de karşı atağa geçerek Girit'in kendi sınırlarına ilhak edilmesi için çabalıyordu. Yunanistan'ı bu dönemde desteklemeye gayret gösteren Rus Hariciye Nazırı Prens Gorchakof ise, 1867 yılı Ocak ayında verdiği beyanlarla, Osmanlı Devleti'nin Girit Adasını kaybettiğini açıklıyor; RumIara ise son derece ihtiyatlı davranmalannı tavsiye ediyordu. Avrupa kamuoyunda Türklere karşı olumsuz tepkilere rağmen, bu sırada gerek sadrazam Mehmet Emin Âli Paşa Paşa, gerekse hariciye nazın Keçecizilde Fuat Paşa gibi önde gelen bir kısım devlet ricali, Girit'teki ıslahat işlerini Osmanlı Devleti 'nin kendi başına yapabileceğine inanıyordu. Bu maksatla Ali Paşa, meseleyi çözümlernek üzere Girit adasına gitmeye karar verdi. Aslında Âli Paşa, Girit adasına yeni bir idare tarzı götürüyor ve bununla hem asileri kazanmayı, hem de büyük devletlerin muhtemel müdahalelerini önlerneyi ümit ediyordu. Paşa, Osmanlı Devletinde olduğu gibi, Avrupa diplomatları arasında da büyük bir otorite sahibi idi. Âli Paşa, Girit' e hareketinden önce Ömer Lütfi Paşa'ya askeri harekatı durdurmasını, 45 günlük bir mütareke ilan etmesini, bu süre zarfında silahlarını bırakan asfler için af ilan etmesini emretti. Bu genel aftan Girit asılerine yardım için gelenler de yararlanabilecekti. Ali Paşa, 2 Ekim 1867 tarihinde Sultaniye vapuru ile İstanbul' dan Girit' e hareket etti.
Âli Paşa, 3 Ekim 1867'de Girit adasına ulaştı ve Kandiya limanında törenle karşılandı. Aynı gün ada halkına Girit ıslahatı konusunda padişahın fermanını yayımladı. Âli Paşa Sultan Abdülaziz’e gönderdiği Islahat layihasında, Rusya’nın devamlı olarak gayrimüslim halkı ve Yunanistan’ı kışkırtarak Osmanlı’nın gayrimüslim ahaliye eziyet ettiği propagandası yaptığını belirtiyordu. Ali Paşa sonrasında ise sözlerine şöyle devam ediyor:
Bugün Avrupa’da, devlet gözünde ve adam istihdamında Katolik, Protestan, Yahudi, dinsiz sözleri bütün bütün unutulmuş ve ortadan kalkmış bulunmaktadır. Dolayısıyla bütün halk kendilerini yapılan işlere ortak, ilerleme ve yükselme kapılarını kapayan kilitleri kırılmış görmektedirler. Bu kuralları kendi ülkelerinde ilerledikçe başka ülke ve milletlere de yaymak için yoğun çaba harcamaktadırlar. Bizim Müslüman olmayan tebaamız , hemen bütün çocuklarını ve akrabalarını Avrupa’ya ve Yunanistan’a gönderip, gücü yetmeyenler de bu yolda kendi yiyeceğinden kesmeye ve borç etmeye girişerek nasılsa bir çare bulup okutmaktadırlar. Bu bakımdan içlerinde şu zamanda terbiye sayılan şeyleri ve hükümetin işlerini çekip çevirmek için gerekli olan bilgileri elde etmiş ve yukarıda belirtilen esasları zihinlerine koyarak emelleri yükselmiş adamların sayısı her an artmaktadır. Aralarında ‘Biz de bu ülkenin halkından ve bu ülkenin tebaasındanız, Müslüman olmadığımızdan yalnız bir takım görevlerle yükümlendiriliyor, hemşerilerimiz olan Müslümanlarla hukuça tam eşitliğe sahip olmamaktan hüzünleniyoruz.’ sözleri doğmakta ve çoğalmaktadır. Bu fikirleri dışarıdan, maksatlı olarak aralıksız körüklenmektedir. İleride Müslüman olmayan tebaayı bağlı tutmak daha da güç ve olanaksız olacaktır
Bu nedenlerden dolayı Hıristiyanların da memuriyetlere kabul edilmeleri gerektiğini savunan Âli Paşa, layihasına şöyle devam ediyor:
Hristiyanların her çeşit hizmette kullanılmaları sağlanacak olur ise, onlar yüzyılımızda ülkenin yönetimi için gerekli olan bilgide bizden ileri olduklarından bütün işleri doğal olarak ellerine geçirirler ve İslam memurlar geri kalırlar. Bir de Müslüman olmayan milletlere bu denli yüz verilmekten İslam hoşnutsuz olur düşünleri ve bunlara benzer daha pek çok sakınca zihinlere gelmemek mümkün değildir. Hiç kuşkusuz, bunlar sadece en belli başlı sakıncalardır. Ancak, ne yazık ki, sözü edilen bilgi olmaksızın ve kendimizi öteki uygar milletler düzeyine getirmeksizin, bizim bu ülkeyi Hıristiyanlar olamasa da yönetemeyeceğimiz bellidir.
Ali Paşa, yine aynı layihasında, memuriyetlere kabul edilecek gayrimüslimlerde liyakatın ilk planda tutulması ve tüm memurlarda Türkçe bilme şartı getirilmesi gerektiğinden bahsediyordu. Dönemin padişahı Sultan Abdülaziz, Âli Paşa'nın Girit olayları hakkında göndermiş olduğu layihayı müteakip,30 Eylül 1867 tarihli fermana bağlı bir de nizamname yayımladı. Ali Paşa, ilk önce bahse konu fermanın ada halkına sağladığı hakları açıkladı, daha sonra da nizamnamede belirtilen maddeleri uygulamaya koydu. 1 Ekim 1867 tarihli fermana bağlı nizamnameye göre; göre, Girit adasının mülki idaresi padişah tarafından atanacak bir valiye, kalelerin muhafazası da bir komutana verilecekti. Valilerin yanında, biri Müslüman, diğeri Hristiyan olmak üzere padişah tarafından tayin edilmiş iki müşavir bulunacaktı. Bu arada Girit adası gereği kadar sancaklara ayrılacak ve bu sancaklara padişah tarafından atanacak olan mutasarrıfların yarısı Müslüman, yarısı Hristiyan olacaktı. Müslüman mutasarrıflara Hristiyan, Hristiyan mutasarrıflara Müslüman muavin verilecekti. Sancaklar da kazalara ayrılacak, her kazaya bir kaymakam ile, aynı dinden olmayan bir muavin atanacaktı. Mülki idarecilerin nezdinde birer idare meclisi olacaktı. Vilayet idare meclisine vali başkanlık edecekti. Bu meclis; iki müşavir, adliye müfettişi, metropolit, defterdar, mektupçular ve halk tarafından seçilen üçü Müslüman, üçü Hristiyan üyelerden teşekkül edecekti. Halkı karma olan sancakların idare meclisleri de karışık olacaktı. Öte yandan vilayet merkezinde, sancak ve kazalarda davaların görülmesi için birer deavi meclisi kurulacak ve meclislerin üyeleri de yarı yarıya her iki toplumdan seçilecekti. Ancak ahalisi sırf Hristiyan olan yerlerde üyelerin tamamı Hristiyan olacaktı. Yazı işleri iki dilde Türkçe ve Rumca olarak yürütülecekti. Girit vilayetinde bunların dışında bir de umumi meclis bulunacaktı. Bu meclise her kazadan, halkın seçeceği iki üye iştirak edecekti. Ahalisi yalnız İslam veya Hristiyan olan kazaların üyeleri Müslüman veya Hristiyan olacağı gibi, karışık olan kazalarda eşit üye seçilecekti.
Girit adasında bu hükümler dairesinde verilmek istenen nizam, 1856 Islahat Fermanının şekline ve ruhuna uygun idi. Asiler lehinde yabancı müdahaleye de artık yer bırakmamakta idi. Buna rağmen, asilerin teşkil ettikleri geçici hükumet, bu programı reddetti. Bunun üzerine İstanbul'daki hükumet erkanı büyük devletlere bu konuda verilecek cevabı hazırlamakla uğraştı ve bir süre sonra bunu Ali Paşa'ya bildirdi. Buna göre, asilerin teklifi ya reddedilecek, ya da büyük devletlerle görüşülerek bir uyuşma sağlanacaktı. Hatta hükumet üyeleri, devletin mali sıkıntı içerisinde bulunduğunu ileri sürerek büyük devletlerin Girit adasında teftiş isteklerine olumlu bakılması yönünde görüş bildirince Âli Paşa bunu reddetti. Ali Paşa bundan başka, büyük devletlerin adada yapmak istedikleri referandum teklifini de kabul etmedi. Nitekim, Sultan Abdülaziz de Ali Paşa ile ayni görüşü paylaştığını Fransız elçisi Mösyö Bourree'ye bildirmişti.
Olayların bu derece kritik bir merhalede olduğunu anlayan Osmanlı idarecileri ve padişahı yeni bir takım düzenlemeler yapmak için harekete geçti. Girit adasının huzura kavuşmasını arzu eden Sultan Abdülaziz, tarafından gönderilmiş olan ve biraz evvel bahsedilen birinci fermanda, Mart 1284/1868 senesinden itibaren adanın iki senelik aşar vergisinin tamamının affedildiği; müteakip iki seneye ait verginin de yarısının alınmayacağı, diğer yarısının da adadaki imar ve ıslahat işleriyle ilgili yapılan harcamalara ayrılacağı belirtilmekte idi. Bundan başka Girit' deki Müslüman halkın askerlikten muaf tutulduğu müddetçe, Hristiyanların da askerlik bedeli vergisinden muaf oldukları, diğer birtakım hususlarda da iyileştirmeler yapılacağı açıklanmakta idi.
Sadrazam Âli Paşa, 4 Ekim 1867 tarihinden 28 Şubat 1868 tarihine kadar Girit Adasında kalarak adada huzurun tesisine çalıştı. Mehmet Emin Âli Paşa, 28 Şubat 1868 yılında Girit adasını Hüseyin Avni Paşaya bırakarak İstanbul' a döndü. Mehmet Salahi Bey gibi, dönemin bazı devlet ricalinden Ali Paşa tarafından Girit adasında uygulamaya konulan ıslahat kararları tenkit edilmişti. Ali Paşa'yı dönemin şairi Namık Kemal ve Ziya Paşalar tenkit etmişlerdir. Ziya Paşa yazdığı bir şiirinde de Âli Paşa'yı Girit meselesinden dolayı acizlikle suçlarken şunları yazıyordu:
Sadr-ı Ali zamane ne yapardı acaba Köprülü-zade şu hengamede sağ olsa idi. Kapıcı-zade ile farkı budur kim Köprülü nün, birisi almıştı diğeri verdi Girit i
Aslında Âli Paşa'nın bu icraatına bakıldığında, Girit'e uluslar arası bir heyet gönderip referandum yaptırmak isteyen Avrupa devletlerinin müdahalesi önlenmiş; Girit Rumlarının büyük bir kısmı tatmin edildiğinden isyan mevzü kalmış; yeni idare esasları Avrupa kamuoyunu da büyük ölçüde memnun etmiş; Yunan propagandası tavsatılmış ve en önemlisi isyanın başarıya ulaşma şansı ortadan kalkmıştı. 1868 Girit nizamnamesi adanın Türk idaresinden çıkışı tarihi olan 1912 yılına kadar çeşitli tadillerle de olsa uygulamada kalmıştır.[3][4]
Muhalifleri ve Yeni Osmanlıların doğuşu
Âli Paşa'nın tavizkar dış politikası Ziya Paşa, Ali Suavi gibi muhalifleri tarafından ağır şekilde tenkit edilmiştir.[3] . 1867 Mart’ında Sadrazam Âli Paşa’nın yayımlaması nedeniyle “Âli Kararnâme” olarak bilinen kararname, devlete, ülke çıkarlarının gerektirdiği durumlarda, yürürlükteki basın yasasından bağımsız olarak, kovuşturma hakkı tanıdı. Bu kararnamenin ardından Paris’e kaçmak zorunda kalan Ali Suavi, Namık Kemal ve Ziya Paşa, Avrupa’nın değişik kentlerinde yayımladıkları gazetelerle, ilk sürgün Türkçe basınını oluşturdular. Bu dönem boyunca Yeni Osmanlılar tarafından çıkarılan gazeteler, gayrimüslimlerin, Tanzimat ve Islahat fermanlarından sonra Müslümanlarla eşit değil, onlardan üstün bir konuma geldiği düşüncesiyle, Osmanlı ülkesindeki Müslüman-Türk unsurun haklarını savunup, Avrupa devletlerinin politikalarını ve Osmanlı Devleti’nin yönetilmesindeki aksaklıkları eleştirerek, yeni fikirler doğrultusunda yeni bir zihniyet oluşturmayı, kendilerine görev addettiler. Avrupa’da geçen üç seneyi aşkın bir faliyet süreci sonucunda dağılan cemiyetin üyeleri 1871’de Sadrazam Ali Paşa’nın ölmesi üzerine İstanbul’a dönmeye başladı. İlk dönenlerden biri de cemiyetin kurucularından Vatan Şairi ya da Hürriyet Şairi olarak anılan Namık Kemal idi. Anayasal ve meşruti bir idare taraftarı olan Yeni Osmanlılar ve özellikle Namık Kemal vatan kavramı ile yeni bir ateş tutuşturmuşlardı.
Buna karşıt olarak Mehmed Emin Ali Paşa 1869'da Mısır Valisi Hidiv İsmail Paşa'nın İstanbul'a gelip hak ve yetkilerini çok genişletici imtiyazlar istemesi ve bu amacına varmak için ta saraya kadar gayet bol ve eli açık rüşvetten uzak olmayan hediyeler dağıtmasına rağmen sadrazam bu yeni haklar ve yetkiler verilmesine karşı çıkmıştır.[3] Bulgarların İstanbul Ortodoks Patrikliği'nden ayrılıp kendilerine özel bir patrikhane (eksarhlik) kurmalarını uzun müddet engellemiştir. 12 Mart 1871'de beksahlik kabulü benimsenmesine rağmen bunun gerçekleşmesi için gerekli berat verilmesini sürüncemede bırakıp bu kararı baltalamıştır ve işin sürüncemede kalmasına neden olmuştur.[3] Katolik Ermenilerin Roma'da papalığa bağlanma girişimlerini de sonuçsuz bırakmıştır.[3] Öte yandan Abdülaziz'in donanma reformu politikasına ve özellikle Avrupa yakasında demiryolları yapılması politikasını ısrarla korumuştur.[3]
Diğer taraftan iç politikada Tanzimat ve ıslahata açık politikalar uygulamak istemekteydi. Fakat Sultan Abdülaziz bunun aleyhindeydi ve etrafındaki tutucular gittikçe güçlenmekteydi. Ayrıca Âli Paşa etrafında sağlam bir kadro kuramamıştı ve işler birkaç kişinin (örneğin hariciye nazırı olan Keçecizade Fuad Paşa) üzerine kalmıştı. Nitekim 1871'de ölmünden sonra gayet tutucu Mahmut Nedim Paşa sadrazam olmuştur.[3]
Mehmed Emin Âli Paşa 1871 başlarında hastalanıp yatağa düşdü. Hastalığı yatakta 2-3 ay sürdü. 7 Eylül 1871'de vefat etti. Mezarı Süleymaniye mezarlığındadır.
Değerlendirme
Sicill-i Osmani onu şöyle değerlendirir:[2]
Siyasî işleri iyi bilir, yumuşak huylu, afif ve doğal idi.
Osmanlılar Ansiklopedisi değerlendirmesi ise şöyledir:[3]
Memleket dahilde usul, resmiyet ve teşrifata riayetkar, Babıali'nin şeref ve haysiyetinin korunmasına önem veren, engin tecrübesiyle devletin ileride karşılaşacağı felaketleri önceden sezip tedbirler alan dünyaca tanınmış bir devlet adamıydı.
Ancak muhalifleri ... hiçbir istiarede bulunmadan ..verdiği kararlar(la)... Islahat Fermanı, ecnebilere emlak tasarrufu müsaadesi, müslim ve gayrimüslim vatandaşların ayrı mahkemelerde yargılanmısı gibi yabancılar tarafından hazırlanmış projeleri hemen kabul etmekle ve müstakil bir siyaset takip etmemekle itham etmişlerdir.
Uzun süre Avrupa ile diplomatik ilişkiler içerisinde bulunması nedeniyle, siyasi nota yazmaktaki kabiliyeti son derece iyiydi, Viyana ve Paris kongrelerindeki siyaseti sebebiyle diplomasi aleminde şöhret ve hürmet kazanmıştır. Onun siyasi kudretini batının en büyük diplomatları bile tasdik etmişlerdir. Fransa İmparatoru III. Napolyon'a Âli Paşa gibi bir hariciye nazırı bulabilsem dedirtecek derecede takdirine mazhar olmuştur. İtalya diplomatlarından en meşhurlarından Kont Kavurun, Paris kongresinde Âli Paşa ayarında başka bir diplomat yoktu demiştir. Paris kongresinde Avusturya delegesi olan Baron Hobner de hatıratında Âli Paşa 'yı bu yönü ile övmüştür. Vefatında yazı takımını müzeye koydurmak üzere Prens Bismark 300 altına aldırmıştır.
Vefatından sonra Latürki gazetesinde şöyle değerlendirilmiştir;
Paris Kongresnde gösterdiği dirayet ve zekası ile Meternih ve Taleryan gibi diplomatlar arasına girmiş Girit ihtilalini aldığı tedbirlerle bastırmaya muvaffak olmuştur.
Müverrih Sinyobos, Âli Paşa'nın vefatı Türkiye için felaket olmuştur derken Sultan Abdülaziz zamanında mabeyn kitabetinde bulunan Hurşid Paşazade Süleyman Bey, zatı şahane, Âli Paşa öldü de şimdi padişah olduğumu anlamaya başladım, diyormuş, halbuki haberi yok, asıl şimdi çukurun başına gelmiştir demiştir.
Sadrazamlık ve Hariciye Nazırlık görev dönemleri
- Sadrazamlık dönemleri:
- Abdülmecit saltanatında,
- 6 Ağustos 1852 - 3 Ekim 1852
- 2 Mayıs 1855 - 1 Kasım 1856
- 7 Ocak 1858 - 18 Ekim 1859
- Abdülaziz saltanatında,
- 6 Ağustos 1861 - 22 Kasım 1861
- 11 Şubat 1867 - 7 Eylül 1871
- Hariciye nazırlığı
- Abdülmecit saltanatında,
- 28 Eylül 1846 - 22 Nisan 1848
- 15 Temmuz 1848 - 6 Ağustos 1852
- 24 Kasim 1654 - 2 Mayıs 1856
- 6 Kasım 1856 - 12 Kasım 1856
- 3 Ağustos 1857 - 11 Ocak 1859
- Abdülaziz saltanatında,
- 14 TEmmuz 1861 - 5 Agustos 1861
- 22 Kasim 1861 - 11 Şubat 1867
- Mart 1868 - 8 Agustos 1871
Ayrıca bakınız
- Tanzimât Fermânı (Gülhane Hatt-ı Şerif-î, 3 Kasım 1839)
- İşlâhat Fermâni (Hatt-ı Humâyûn, 18 Şubat 1856)
Kaynakça
- ↑ Hayrettin Pınar, ‘’Diplomasi ile Siyasetin Birlikteliği : Girit İsyanı ve Âlî Paşa’’ Sh.: 1
- 1 2 3 4 5 6 Mehmed Süreyya (haz. Nuri Akbayar) (1996), Sicill-i Osmani, İstanbul:Tarih Vakfı Yurt Yayınları ISBN 975-333-0383 C.III s.290-291
- 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 Uluçam, Müjdat, "Âli Paşa",(1999), Yaşamları ve Yapıtlarıyla Osmanlılar Ansiklopedisi, İstanbul:Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık A.Ş. C.1 s.221 ISBN 975-08-0072-9
- ↑ William James Stillman (1901) The Autobiography of a Journalist, Volume II Bir gazetecinin otobiyografisi (İngilizce)'
Dış bağlantılar
- Buz, Ayhan (2009) " Osmanlı Sadrazamları", İstanbul: Neden Kitap, İŞBN 978-975-254-278-5
- Danışmend, İsmail Hâmi (1971),Osmanlı Devlet Erkâni, İstanbul: Türkiye Yayınevi
- Uluçam, Müjdat, "Âlı Paşa",(1999), Yaşamları ve Yapıtlarıyla Osmanlılar Ansiklopedisi, İstanbul:Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık A.Ş. C.1 s.221 ISBN 975-08-0072-9
- Mehmed Süreyya (haz. Nuri Akbayar) (1996), Sicill-i Osmani, İstanbul:Tarih Vakfı Yurt Yayınları ISBN 975-333-0383 C.III s.290-291
- İnan, İbnülemin Mahmud Kemal (1982), Osmanlı Devletinde Son Sadrazamlar, İstanbul: Dergah Yayınları C.1 s.2-58 (Google books ,
- Beydilli, K. , "Âli Paşa, Mehmet Emin", (1988), Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi C.II. s.425-426, İstanbul:TDV
Siyasi görevi | ||
---|---|---|
Önce gelen: Koca Mustafa Reşid Paşa |
Osmanlı Sadrazamı 6 Ağustos 1852 - 3 Ekim 1852 |
Sonra gelen: Damat Mehmed Ali Paşa |
Önce gelen: Koca Mustafa Reşid Paşa |
Osmanlı Sadrazamı 2 Mayıs 1855 - 1 Kasım 1856 |
Sonra gelen: Koca Mustafa Reşid Paşa |
Önce gelen: Koca Mustafa Reşid Paşa |
Osmanlı Sadrazamı 7 Ocak 1858 - 18 Ekim 1859 |
Sonra gelen: Kıbrıslı Mehmed Emin Paşa |
Önce gelen: Kıbrıslı Mehmed Emin Paşa |
Osmanlı Sadrazamı 6 Ağustos 1861 - 22 Kasım 1861 |
Sonra gelen: Keçecizade Fuat Paşa |
Önce gelen: Mütercim Mehmed Rüşdi Paşa |
Osmanlı Sadrazamı 11 Şubat 1867 - 7 Eylül 1871 |
Sonra gelen: Mahmud Nedim Paşa |
|
|
|
|